Amour

Bir dergi anketinde sorulan “Aşk nedir?” sorusuna verilen bir cevapta “Sözlükte ‘A’ harfinde yer alan bir kelime” deniliyordu. Türkçe için doğru olabilir, Fransızca içinde… ya İngilizce veya Almanca için… Şimdiye kadar “kaç aşk romanı yazılmış, yönetmenler kaç tane” aşk filmi çekmiştir. (Burada soralım “aşk romanı” veya ” aşk filmi” ne demektir? Bunların diğer roman ve filmlerden ayrıldığı noktalar var mıdır? Bu sorulara (ve daha öncekilere) herkesin kendine göre bir cevabı vardır. Bir eleştirmenimiz (?!) Ömer Kavur’un Körebe (1985) filmi için yazdığı yazıda, film hakkında birçok şeyler yazdıktan sonra, yazısını “film de aşk olmadığını” belirterek bitiriyordu. Doğrudur da ama bu bir kusur mudur; bir filmde mutlaka aşk olmalı mıdır? Ya filmin adı, AŞK -veya AMOUR hadi bir de LOVE diyelim- olursa. (Aynı sorular roman-lar -ve diğer kitaplar ve diğer şeyler içinde- geçerlidir. Film -bir şey anlatır-, bir şey anlatmaz, bazı şeyleri gösterir, birçok görüntülerinin arasında Haneke’nin Amour’u ne anlatır / ne gösterir?

Öncelikle Emmanuelle Riva, Alain Resnais’in Hiroshima Mon Amour’unun güzeller güzeli Emmanuelle Riva’sı (Japon oyuncu Eiji Okada ile birlikte) sadece görmediğim bir filminde daha adına rastladım. Başka filmde (filmlerde) oynadı mı? Oynamış! Amma, Haneke’nin Amour’unda da oynuyor ve ne mutlu bize ki O’nu seyredebildik, eskilerin deyimi ile camii yıkılsa da mihrap yerinde… Ya Jean Louis Trintignant’a ne demeli? Trintignant, Angélique filmlerinin ilklerinde Mercier karşısında idi ama Lelouch’un filminde Anouk Aimiée ile oluşturdukları ikili -ikisinin de diğer filmlerine rağmen- hâlâ heyecanlandırıcı. Lelouch’un çıkış filmi Un Homme et Une Femme (filmin adının tam çevirisi “Bir Erkek ve Bir Kadın”dır, bizde “Bir Kadın Bir Erkek” diye oynadı -ve filmin 20 yıl sonra çekilen devamı Un Homme et Une Femme: Vingt ans aprés… Bizim Kanun Namına ve Yirmi Yıl Sonra’ya bir nazire mi? Bizim Akad ve Seden’in filmlerinin zaman bakımından önceliğini unutmayalım.)

Haneke’nin Amour’unu yazacaktık, giriş bambaşka oldu, ancak öncelikle -sinema belleğimizin apayrı filmlerinden gelen ikili- Trintignant ve Riva’dan söz etmememiz olmazdı. Haneke’nin aşk’ı yenileyen filminde, uzun yıllar yaşadıkları aşk’ın (!) son günlerine ulaşınca, birbirlerine destek ve köstek, fakat birlikte olmak için aşkın yeni ve acı şeklini keşfediyorlar. Film, sonundan başlıyor, yani sonunda ne olduğunu baştan öğreniyoruz fakat varacakları nokta, nasıl varacakları, aşkın nelere kadir olduğu, filmin sonunda ve çarpıcılığını yitirmiş ve durgunlaşmış Haneke üslûbunca anlatılıyor. Yine Haneke’ye özgü bir sahne ile bitiyor film, asıl filmin bittiğinden biraz sonra… Film aslında adamın karısını -yastık ile- öldürmesi ve kendi sonunu hazırlaması ile bitiyor. Haneke’ye özgü sahne -senaryo da Haneke’nin değil mi?- ise, bitiş sonrası… Annesi ve babasının kapıyı çekip gitmelerinden (!) sonra eve gelen kız-ları ilk kez babasının koltuğuna oturuyor, sessiz, çıt çıkmayan evi dinliyor (mu?), hiç bir şey yapmıyor, oturuyor. Ev, artık boştur…

İki kişi arasında (bir de kızları var, damatta görünüyor, kapıcı da, kapıcının karısı da -ama) aslolan iki kişi ve tek mekân (ev-leri) ve yılların imbiğinden geçmiş, bu arada zaman zaman yaralarda almış (olabilir) aşkları, ortak noktaları müzik (kızları da -konser- piyanisti) ve gelinen -ölümün kapısındaki- nokta… 1932 doğumlu Emmanuella Riva ve 1930 doğumlu Jean Louis Trintignant düet yapar gibi oynuyorlar. (Bu arada -kısa bir araştırmada- Trintignant’ın yönetmenlik de yaptığını öğreniyorum) Evet, film kızları’nın, babasının koltuğuna oturması ile bitiyor. (mu?)

(12 Mayıs 2013)

Orhan Ünser