İlişkilerin Dinamiği Üzerine Çağdaş Bir Sinema Dersi

31. İstanbul Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan başkanlığındaki jürinin oybirliğiyle uluslararası yarışmanın büyük ödülü Altın Lale’ye lâyık gördükleri ‘Yalnız Gezegen / The Loneliest Planet’, geçtiğimiz yıl festivali yakından izleyen sinema yazarları için önemli keşiflerden biriydi. Filmin gecikmeli de olsa şimdilik İstanbul’da iki salonda (Beyoğlu Beyoğlu / Mecidiyeköy Cevahir Cinemaximum) gösterime girmiş olması mutluluk verici.

St. Petersburg doğumlu Amerikalı Julia Loktev’in uluslararası bir kadroyla (Meksikalı Gael Garcia Bernal, İsrail asıllı Hani Furstenberg ve Gürcü aktör Bidzina Gujabidze) çektiği film, uzun süreli bir beraberliği sürdürmekte olup evlenme plânları yapan Alex ve Nica çiftinin yörenin yerlisi bir rehber eşliğinde Gürcistan kırsalının muhteşem ve ürkütücü doğasında yaptıkları gezi üzerine. Kafkas dağlarının eteklerinde yemyeşil yaylalarda başlayan ve zaman geçtikçe çiftin ilişkilerinin değişen dinamiğine şahit olduğumuz beklenmedik bir serüvenin filmi bu. Doğanın tüm güzelliğiyle filmin aktörlerinden biri haline geldiği yolculuk başlarda gizemli ve egzotik doğa parçasında aşklarını perçinleyen çiftin turistik bakışını yansıtır havadadır. Ancak hiç beklenmedik anlık bir gelişme, ilişkinin tüm dinamiğini değiştirerek çiftin arasındaki dengeyi farklı bir noktaya taşır. Bölgenin yerlisi köylüler ile yaşadıkları olay, Alex’in evrensel erkeklik kodlarıyla yüzleşmesine, Nica’nın yaşadığımız gezegenin belki de en önde gelen gerçeğini, yalnızlığını duyumsamasına neden olur.

Tom Bissell’in ‘God Lives in St. Petersburg’ adlı hikâye serisinden ‘Expensive Trips Nowhere’ isimli öyküsü kadar Julia Loktev’in kişisel anılarından da beslenmiş olan ‘Yalnız Gezegen’, ilişkilerin kırılganlığı ve her an değişime açık dinamiğine ilişkin mükemmel bir deneme. Üç kişinin vahşi doğa parçası üzerindeki yürüyüşlerinden ve rengi değişen ilişkilerinden ibaret mütevazi görünümünün altında çok önemli şeyler söyleyen film, sinemanın bir görüntü sanatı olduğunu iki saat boyunca bizlere duyumsatan, günümüz sinemasında örneğine artık zor rastlanan katıksız bir bağımsız çaba. Has sinemaseverlerin ve özellikle sinema okuyan gençlerin mutlaka izlemesi gereken filmlerden.

(16 Mart 2013)

Ferhan Baran

[email protected]

Ali Aydın’ın İlk Filmi Küf, Modern Sanatlar Müzesi’nde

Dünya prömiyerini yaptığı Venedik Film Festivali’nde Geleceğin Aslanı ödülünü kazanan Ali Aydın’ın ilk uzun metrajlı filmi Küf, 20 – 31 Mart tarihlerinde Modern Sanatlar Müzesi (MoMA) ve Lincoln Film Merkezi tarafından ortaklaşa düzenlenen ve New York’lu sinemaseverlere yeni yetenekleri sunan Yeni Yönetmenler / Yeni Filmler seçkisinde gösterilecek. Küf, A.B.D.’den hemen sonra 32. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Sinemada İnsan Hakları bölümünde bu sene ilk kez verilecek olan En İyi İlk Film ödülü için yarışacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 18. Türkiye / Almanya Film Festivali’ni Uğur Yücel Soğuk ile Açıyor

    18. Türkiye / Almanya Film Festivali’nde geri sayım başladı. Festival programına göre 14 Mart Perşembe akşamı açılış töreninde Hannelore Elsner ve Türkan Şoray’a onur ödülleri takdim edilecek. Uğur Yücel, son filmi Soğuk ile festivali açmak için film ekibi ile birlikte Nürnberg’e geliyor. Açılışa Almanya’dan ve Türkiye’den birçok sanatçının konuk olarak katılması bekleniyor. 11 gün içinde toplam 46 film izlenecek, 82 konuk Nürnberg’e gelecek. Marsis grubu konseri, Nuri Bilge Ceylan fotoğraf sergisi ve canlı müzik geceleriyle birlikte Nürnberg’de sinemaseverler 11 sanat dolu gece yaşayacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    18. Türkiye / Almanya Film Festivali’ni Uğur Yücel Soğuk ile Açıyor yazısına devam et
  • 10. Geleceğin Sineması

    Sinema öğrencilerinin kısa film projelerini, destekleyen, 10 yıl önce temeli atılan ve TÜRSAK Vakfı tarafından başarıyla düzenlenen Geleceğin Sineması, bu sene 10. yaşını, sinemaseverleri ve destek verenleri 12 Mart’ta biraraya getireceği görkemli bir törenle kutluyor. Törenin sunumunu, ekranların sevilen ismi, deneyimli oyuncu Ceyda Düvenci yapacak. Hüsnü Şenlendirici ve Taksim Trio’nun geceye renk katacak performanslarıyla ile açılacak olan törende, ilerleyen dakikalarda ödül kazanan öğrencilerin isimleri açıklanacak.

    10. Geleceğin Sineması yazısına devam et

    18. Türkiye / Almanya Film Festivali Programı Hazır

    18. Türkiye / Almanya Film Festivali’nin programı tamamlandı. 14 – 24 Mart 2013 tarihleri arası etkileyici sinema filmleri, eleştirel yaklaşan belgeseller ve birçok yönetmen ve oyuncu ile söyleşiler seyirciyi bekliyor. İki ülkenin iki dev sanatçısına, Hannelore Elsner ve Türkan Şoray’a bu yıl Onur Ödülü veriliyor. İki star 14 Mart günü festival açılışında Nürnberg’de buluşuyorlar. Almanya’nın kendine has bu özel festivalin programında gösterilecek olan 21 film Nürnberg prömiyerini, 4 film Almanya prömiyerini, 4 film uluslararası prömiyerini, bir film Avrupa prömiyerini ve bir film dünya prömiyerini gerçekleştiriyor.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • 24. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Programı Açıklandı

    14 – 24 Mart 2013 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan 24. Ankara Uluslararası Film Festivali bu yıl da heyecan verici bir programla sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Festival bu yıl kültürel boyuta vurgu yapmak için Doğu’yu mercek altına alıyor ve Türkiye’de hemen hiç bilinmeyen ülke sinemalarından on filmlik bir seçki oluşturuyor. Doğunun beyazperdedeki yansımasını görünür kılan bu çok özel seçkide gösterilecek filmler arasında Hotchpotch, The Tender Moment of Sand, Çölçü, Ye Asheghane Ye Sadeh, Che Guevara Died in Lebonan, Tam Hon Me ve Işık Şehri gibi filmler var.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    24. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Programı Açıklandı yazısına devam et
  • Çanakkale İçinde Vurdular Beni

    Çanakkale Savaşı 1915 – 1916’da İngiliz ve Fransızların İstanbul’a yönelik deniz harekâtına karşı denizde ve karada verilen bir savunma savaşı… Osmanlı’ya hayli pahalıya mal olmuş bir savaş. Sırf maddi bakımdan değil, oraya gidip de dönemeyen / dönmeyen nesiller bakımından da. İngiltere de, hükümetin çekilmesine neden olan savaşın sonucu, -gerçi- hiç de ummadıkları bir direniş gören iki müttefikin Osmanlı hakkındaki fikirlerini değiştirmemiştir ama, silâh yerine politikanın kullanılmasına neden olmuştur. O günleri yaşayan nesillerin üzerinde büyük etkisi olan savaş, peşinden gelecek olan işgâl ve işgâle karşı verilen -yıllarca sürecek- Kurtuluş Savaşının gölgesinde hiç bir zaman kalmamış, -direnişin boyutları ve savunma bakımından- özelliklerini korumuştur.

    Ferdi Tayfur, 1904 Çanakkale doğumlu bir sanatçımızdır, sinemaya, bizde Çanakkale Geçilmez adı ile gösterilen bir filmde oynayarak başlamıştır; film, yabancı bir filme (Tell England?) bazı sahnelerin eklenmesi ile oluşturulmuş bir filmdir. Sinemamız daha Muhsin Ertuğrul döneminden başlayarak (Ateşten Gömlek, Bir Millet Uyanıyor) Yeşilçam süresince her yıl bir kaç Kurtuluş Savaşı filmi üretmiştir ama bunların içinde günümüze kalanlar üretilen filmlerin yanında çok az bir sayı oluşturmaktadır. Bu Kurtuluş Savaşı filmlerinin hemen hepsinde, finalde Mustafa Kemal’in asker elbisesi ile veya sivil -ama hemen hepsi savaş sonrasında- çekilmiş filmleri yer almaktadır fakat hiç birinde Mustafa Kemal savaşın bir canlı unsuru olarak yer almamakta, canlandırılmamaktadır. Bu filmlerin içinde anlatılan olaylar birbirine benzemenin yanında, zaman zaman yabancı film uyarlamaları dahi olmaktadır. Dediğimiz gibi Mustafa Kemal’in yer almadığı bu filmler, finalde Kurtuluş Savaşı’nın finali ile bitirilir, hepsinde Mustafa Kemal’in bir güneş gibi doğarak ulusu zafere götürdüğü “sözle” ifade edilir.

    Sinemamızda ayrı bir “bütün” oluşturan, Kurtuluş Savaşı filmlerinde, Çanakkale Savaşı yer almaz, Kurtuluş Savaşı da film-lerde anlatılan olayların sonunda bağlandığı bir sonuçtur ama Mustafa Kemal adı filmlerde zaman zaman anılır. Çanakkale Savaşı’na dönersek 1964’de Turgut Demirağ’ın yapacağı Çanakkale Aslanları (1964) filmine kadar bir boşluk vardır. Demirağ, bu filmi “ordu”dan da destek alarak ve askeri sahneleri (savaş sahnelerini) Nusret Eraslan’a çektirerek tamamlar. Nusret Eraslan o zamanlar, muhabere Albay rütbesi ile orduda bulunan bir subay olup, konu ile ilgili (kurtuluş savaşı) başkaca filmleri de olan bir sinemacıdır. Ordu ile işbirliği yapılarak çekilen bu film, konu itibari ile fazla dikkat çekmese de, o zamanlar yeniden başlanılan “renkli film” örneklerinden biri olmak bakımından dikkat çeker. Yalnız bu filmin bir özelliği de Mustafa Kemal’in -ilk kez?- görüntülü olarak yer almasıdır, çok kısa bir görüntüde, askerlerine, tarihe geçen ünlü komutu: “Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum, biz ölene kadar yerimize gelecek birlikler savaşı sürdüreceklerdir…” ile yer alır.

    Bu filmden sonra, uzun bir zaman Çanakkale konusundan yine uzak durulur. Önce TRT TV’sinin dramatik belgesellerinde, Mustafa Kemal görüntü olarak yer almaya başlar ve yine dramatik belgesellerde durum devam eder. Bunların bir kısmı Mustafa Kemal’in askeri, bir kısmı da savaş sonrasındaki sivil yaşamı ile ilgili görüntülerdir. Bunlarda Mustafa Kemal’i çeşitli oyuncular canlandırır -benzemesi de gerekmez.

    Bir kaç yıldır, yeniden ön plâna çıkan Çanakkale Savaşı, üzerine çeşitli kitapların yazılmasına neden olur, kitaplardan sonra ise, bu kez sinema filmleri olarak gündeme gelen görsel anlatımlardır. Filmler peşi peşine çekiliyor ve çekiliş sırasına bakılmadan gösterime giriyor. Yönetmenler savaşı, Çanakkale Savaşı’nı çeşitli açılardan ve çeşitli şekillerde ele alıyorlar. Bu bir eksiklik ama ne kitapları okudum, ne de filmleri gördüm. Her ikisinin giderek artış göstermesi dikkatimi çekti, hani körlerin fili tarifi gibi, neresini tutuluyorsa orasından anlatılması örneği, Çanakkale Savaşı’na nereden bakıyorlarsa veya ne niyetle bakıyorlarsa o şekilde anlatıyorlarmış gibi geliyor bana. Böyle bir sonuç çıkarmak yanlış ama her gün yeni bir Çanakkale filmi ile karşılaşınca ister istemez böyle düşünüyor insan.

    Kurtuluş Savaşı filmlerinin içinde yabancı film uyarlamaları dahi vardır ve savaş, zaman ve alan bakımından daha geniş bir sahaya yayıldığı için konuyu ele alan filmlerde farklı görünümler taşır. Metin Erksan, Karanlıkta Uyananlar (Ertem Göreç) filmi için söylenen -genel yargıda biçimlenen- “grev filmi” tanımlaması için, “grev filmi olmaz, grevdeki insanın filmi olur” diyor. Yukarıdan beri söylediğimiz “Çanakkale Savaşı filmleri” sözü de böylece sağlam bir zemine oturmuyor; Çanakkale Savaşındaki insanların, -askerlerin, geride kalanlarının- filmi demek daha doğru oluyor. Filmlere bu açıdan bakmak tek başına doğru bir değerlendirme olmaz, savaşı -çatışmayı- ön plâna çıkarmak, sinemasal anlatımı, sırf çatışma olarak değil, nedenlerini ve katılanları ile birlikte ele alarak, insandan uzaklaşmadan ama çatışmanın da kendi ve acı gerçeğini, nedenleri ile göstererek, bir dile ulaşmak gerekir diyorum. Tabii bu tek ölçüsü sinemasallık olan ama Çanakkale’de olanlara dair olması gereken bir bakış açısı ile olmalı. Yukarıda değindiğim gibi, hiç birini görmediğim -bu bir eksiklik-, giderek artan Çanakkale filmlerine ne kadar gereklilik var, yoksa bu geçici bir moda mı? Çanakkale filmleri ile o savaşı, içeriğini, tarihsel önemini, orada şehit veya gazi olanların gerçek yüzlerini ve en önemlisi o savaşın toplumsal, tarihsel nedenlerini ve sonuçlarını ne kadar yapıyor ve ne yargılara varıyor ve -seyirciyi- vardırıyoruz. Yine de Çanakkale filmlerini her ne olurlarsa olsunlar görmek gerek.

    (16 Mart 2013)

    Orhan Ünser

    Arka Pencere Dergisi, Balonla Oz Diyarına Uçuyor

    Arka Pencere Dergisi, 176. sayısında, kapağına, Sam Raimi’nin üç boyutlu harikası Muhteşem ve Kudretli Oz’u yerleştiriyor. Tunca Arslan, köşesinde, Fransız yönetmen Patrice Leconte’un Kısa Saçlı Kadınlar isimli romanını yazıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Aşkın İzleri, Muhteşem ve Kudretli Oz, Eve Dönüş: Sarıkamış 1915, Uzun Boylu Esmer Adam, Kadınlar ve Gelmeyen Bahar yer alıyor. Sapık köşesiyle devam eden derginin 176. sayısı, bir Alfred Hitchcock alıntısıyla nihayete eriyor: “Lekeli Adam’a (The Wrong Man) karşı pek kuvvetli duygular beslemiyorum.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi, Balonla Oz Diyarına Uçuyor yazısına devam et
  • Gelmeyen Bahar’ın Berlin ve Köln Galaları Yapılıyor

    Emrah Erdoğan’ın yönettiği ve başrollerinde Orhan Alkaya, Beyza Şekerci, Hasan Küçükçetin, Gürkan Tavukçuoğlu, Ayşe Kökçü, Turgay Tanülkü ile Ayten Uncuoğlu’nun oynadığı Gelmeyen Bahar, 07 Mart’ta Avrupa’da da gösterime girdi. AF-Media GmbH tarafından Almanya, Belçika, Avusturya, Fransa ve Danimarka’da 46 sinemada gösterime giren film, 15 Mart’ta İngiltere’de, 21 Mart’ta ise Azerbeycan’da gösterime girecek. Filmin Berlin galası 09 Mart Cumartesi günü Alhambra Sineması’nda, Köln galası ise 10 Mart 2013 Pazar günü Cinedom Sineması’nda yapılacak.

  • Sinemalar Listesi
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Gelmeyen Bahar’ın Başrol Oyuncuları, Klak Sinema Programı’da

    Klak Sinema Programı, haber ve eğlence dolu bir bölümle daha Bugün TV ekranında. Ünlü şarkıcı Emrah Erdoğan’ın yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film, kadına şiddeti konu alan Gelmeyen Bahar vizyonda. Başrol oyuncuları Beyza Şekerci, Duygu Keser ve Gürkan Tavukçuoğlu, Klak Stüdyosu’nda. Şarkıcılığı ve oyunculuğu ile tanınan Emrah Erdoğan, sette nasıl bir yönetmen? Oyuncular filmdeki zorlu rollerine nasıl hazırlandılar? Gizem Ertürk’ün hazırlayıp sunduğu Klak Sinema Programı, Cumartesi günü saat 13:20’de Bugün TV’de.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gelmeyen Bahar’ın Başrol Oyuncuları, Klak Sinema Programı’da yazısına devam et
  • Düzce Üniversitesi Medya Ödülleri Sahiplerini Buldu

    Düzce Üniversitesi’nin düzenlediği Medya Ödülleri 2012 internet üzerinden yapılan oylama ile sahiplerini buldu. Onur ödüllerini alan usta oyuncular Halit Akçatepe, Eşref Kolçak ve Yılmaz Köksal ayakta alkışlandı. Düzce Üniversitesi’nin bu yıl ilk defa düzenlediği Medya Ödülleri 2012 programı, Akçakoca İlçesi’nde bulunan Sky Tower Otel’de düzenlendi. Törene, Düzce Valisi Adnan Yılmaz, Düzce Belediye Başkanı İsmail Bayram, Düzce Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Funda Sivrikaya Şerifoğlu, Akçakoca Belediye Başkanı Fikret Albayrak ve davetliler olmak üzere yaklaşık bin kişi katıldı.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Düzce Üniversitesi Medya Ödülleri Sahiplerini Buldu yazısına devam et
  • Kırmızı Başlıklı Kız ve Kurtlar

    Reha Erdem ülkemiz sinemasının en heyecan verici yaratıcılarından. Geçtiğimiz Berlin Film Şenliği’nde ilk kez görücüye çıkmış son filmi ‘Jîn’, sinemasının tüm erdemlerini taşıyor. Filme adını vermiş onyedi yaşındaki kadın gerilla Jîn, Erdem sinemasının baskıcı düzene başkaldıran küçük kadın karakterlerinin şimdilik sonuncusu. Önce devletten sonra dağdaki örgütten kaçan Jîn, bu anlamda ‘Hayat Var’ın kadın kahramanının uzak akrabası görünümünde. Jîn isminin Kürtçe’de hayat anlamına gelmesi bu açıdan hoş bir raslantı. Hayat’ın İstanbul varoşlarındaki isyanı Jîn’in ülkenin uzak doğusundaki dağlarından yankılanıyor bu kez. Babası çok küçük yaştayken elinden alınmış bu yedi çocuklu yoksul ailenin kızı, öfkesini haykırabildiği dağlarda bulmuş kendisini. Lâkin dağda doğayı ve içinde yaşayan canlıları öğüten acımasız bir savaş sürmekte, o güzelim yaşam bombalar altında yok edilmektedir. Sıcak ana kucağı ve barış özlemiyle evine dönebilmek için terk eder dağları. Ancak yollar tekinsiz, karşısına çıkan insanlar çoğunlukla tehlikelidir.

    ‘Jîn’ işte bu yaşam arzusuyla dolu gencecik kızın zorlu eve dönüş öyküsü üzerine kurulmuş. Erdem filmle ilgili söyleşilerinde vurguladığı üzere, ülkemizde halen sürmekte olan trajik savaş gerçeğini bir masal formunda anlatmayı seçmiş. Ve hikâyesini ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalı üzerine inşa etmiş. Bu filmin politik gücünü ve bölgedeki barış özlemini azaltmıyor gerçi. Yuvasına, nenesine dönmeye çabalayan küçük kızın yolunu kesen türlü engeller ve özellikle cinsel açlıkla saldırganlaşmış sivil erkekler güruhu belki sinemamızda çokça rastlanmış klişelere göz kırpıyor ama film asıl gücünü genç kızın dağdaki serüveninden alıyor. Erdem’in filmine mekân olarak kullandığı Kaz dağları zorunlu koşullar nedeniyle öykünün geçtiği yerler değil elbette ancak tüm hayvanları, yeşili ve sesleri ile saf, bozulmamış doğanın yer aldığı aldığı sahneler bir kez daha büyüleyici ve filmin en etkileyici bölümlerini oluşturuyor. Bunda Florent Herry’nin olağanüstü görüntü çalışması kadar doğanın çığlığını haykıran İzlandalı çellist Hildur Gudnadottir imzalı bestelerin katkısını da vurgulamadan geçmeyelim. Erdem’in muhtemelen bu yıl içinde ‘Şarkı Söyleyen Kadınlar’ isimli bir ikinci filmi daha gösterime giriyor. Merakla bekliyoruz.

    (16 Mart 2013)

    Ferhan Baran

    [email protected]