3. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Yarışma Filmleri Gösterimleri Tamamlandı

3. Malatya Uluslararası Film Festivali kapsamında yarışan filmlerin gösterimi tamamlandı. Ulusal Yarışma kategorisinde gösterilen Tepenin Ardı’nın gösterimi sonrasında yapımcı Enis Köstepen, oyuncular Mehmet Özgür, Furkan Berk Kıran ve Berk Hakman seyirciyle söyleşi yaptı. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda gösterilen son film ise Lal Gece oldu. Filmin oyuncuları İlyas Salman ve Dilan Aksüt ile yönetmen Reis Çelik sinemaseverlerle buluştu. Sinemaseverlerin yoğun ilgi gösterdiği 3. Malatya Uluslararası Film Festivali’nin izleyici sayısı geçen yılki seyirci sayısının iki katına ulaştı.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    3. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde Yarışma Filmleri Gösterimleri Tamamlandı yazısına devam et
  • Onların Aşkı Yağmurla Geldi

    Mutluluk Asla Yalnız Gelmez (Un Bonheur n’Arrive Jamais Seul)
    Yönetmen: James Huth
    Senaryo: Sonja Shillito-James Huth
    Görüntü: Stéphane Le Parc
    Oyuncular: Gad Elmaleh (Sacha), Sophie Marceau (Charlotte), François Berléand (Alain), Maurice Barthélémy (Laurent), Michaël Abiteboul (Lionel), Macha Méril (Fanfan), Litzi Vezsi (Bayan Matzü), Milena Chiron (Suzy), Timéo Leloup (Léonardo), Timothé Gauron (Louis), François Vincentelli (César)
    Yapım: Pathé-Eskwad-TF1 (2012)

    Fransız komedi sinemasında yükselen yönetmen James Huth’ün “Mutluluk Asla Yalnız Gelmez”i sıcak sinema diliyle insana huzur veren, aşkı yücelten iyi komedi filmi. Gad Elmaleh ve Sophie Marceau’nun oyunculukları görülmeye değer.

    Sacha Keller, caz kulübünde piyano çalan ve reklâm “cıngıl”ları besteleyen bir sanatçı. Hayatında, müzisyen olmasından dolayı belki çok kadın var. Annesi, Fanfan’ın korumasında adeta. Çocukları da hiç sevmiyor. Ama filmin derinliğinde başına neler geleceğini de bilmiyor Sacha. Son işinin kabul edilmesi için nam-ı diğer “kart zampara” sanayici Alain Posche’un onayından geçmesi gerekiyor. On yaşındayken kaybettiği babasının klâsik olmuş arabasını ve ismini kullanan Sacha için o gün iyi bir şeyin de başlangıcı. Göğün yarılıp Paris’in üstüne kovalarla su boşalttığı o gün hayatına Charlotte giriyor Sacha’nın. İşte kaybeden aşkta mı kazanıyordu? Sağanak yağmurun altında ayağı kayıp yere düşen Charlotte’un gözleri, klâsik arabasının üstünü kapatmaya çabalayan Sacha’nın gözlerine kilitlenince hikâye de muhteşem taraflara yol alıyor. Charlotte, “kart zampara” Alain’in iki yıldır ayrı yaşadığı karısı. Charlotte’un Alain’den iki oğlu Louis ve küçük Léonardo olmuş. Charlotte, önceki kocası César’dan da Suzy’yi dünyaya getirmiş. Alain’in işini alamayan Sacha, Laurent’ın girişimleriyle yeni işlere uzanıyor. Sacha’nın bir diğer samimi arkadaşı Lionel, doktor olduktan sonra sevgilisiyle evlenmiş ve bebekleri bile olmuş. Çocuklardan nefret eden Sacha, caz kulübünde bu bebeği görme ıstırabını yaşıyor her gece. Sacah’yla Charlotte, susuz kalmış gibi sevişiyorlar. Hem de Charlotte’un evinde. Çocuklar da var. Aşk doğuyor, hatta çocukların sevgisi de gecikmiyor. Çocuklar babalarını pek görmeyince Sacha onlar için baba gibi. Sacha’yla beraber çocukların solgun yüzleri gülmeye başlıyor, neşe her tarafı sarıyor. Çok geçmeden “kötü adam” Alain kendini fark ettiriyor ve bir an kara bulutlar çöküyor. Alain, Charlotte insan değilmiş gibi onun erkeklerden uzak durması için şantajlar ve teklifler yapan biri. Charlotte, mutsuzluğundan olmalı kendini hayır işlerine vermiş, hatta genç sanatçılara destek bile veriyor kocasının fonundan. Charlotte, yanına kadar gelmiş Sacha’nın aşkına bırakıveriyor kendini. Sevişmelerinin her dakikasının değerini bilerek. Diğer tarafta, Sacha’nın soykırımdan kurtulmuş dünya tatlısı büyükannesi Matzü, Yahudi kız bulup evlenmesini istiyor ondan. Hakiki aşkı bulduktan sonra kim olduğu önemli mi? Final bölümü sürprizli olmasa da insana sıcaklık verdiğini belirtelim.

    Sinemanın hazinelerine saygı…

    2012 yapımı “Un Bonheur n’Arrive Jamais Seul-Mutluluk Asla Yalnız Gelmez” filminde, anlar ve görsellikler sinemaseverleri büyülüyor. Sacha’nın evinde, Michael Curtiz ustanın 1942 yapımı “Casablanca-Kazablanka” filminin afişi asılı. Afişte Humphrey Bogart var. Elbette başka filmlerin, özellikle müzikal filmlerin afişleri de asılı. Stanley Donen’la Gene Kelly’nin ortak yönettikleri 1952 yapımı “Singin’ in the Rain-Yağmur Altında”, Jerome Robbins’le Robert Wise’ın ortak yönettikleri 1961 yapımı “West Side Story-Batı Yakasının Hikâyesi”, Milos Forman’ın 68 kuşağına adanmış müzikâli 1979 yapımı “Hair-Bırak Güneş İçeri Girsin” filmlerinin afişleri müzikâl sinemaya bir saygı sunuşu gibi. Sonra Charlotte da evinin yatak odasına “Kazablanka” filminin afişini asıyor Sacha’ya aşkından. Yönetmen, en azından bu büyük filmleri bir daha sinemaseverlerin aklına düşürüyor. Elbette Broadway ve tiyatro da var. Sacha ve Laurent, yeni bir müzikâl için New York’a gidiyorlar. Gölgelerin öne çıktığı buradaki performans sanatseverleri bulutlara çıkartıyor. Gerçekten çok estetik fotoğraflar toplamış yönetmen bu anlarda. Bu filmdeki burlesk-grotesk karışımı sakarlık sahneleri, Blake Edwards ustanın “Pembe Panter” serisinde Müfettiş Jacques Clouseau’nun ruhunu şad ediyor. Charlotte’un sakarlıklarıyla başına gelenler sinema perdesinden çok eğlenceli görünüyor. Hatta bu filmde “slapstick” denilen Hollywood tarzı komedi de var. Özellikle sessiz sinema döneminde burlesk, grotesk slapstick güldürü tarzları iç içe geçmişti. Buster Keaton, Charlie Chaplin, Harold Lloyd filmlerini hatırlayabilirsiniz. Yönetmen, Hollywood filmlerine ve Broadway’e selâm yollamak istemiş bu filmiyle. Dooley Wilson’ın “Kazablanka” filminde piyano başında söylediği “As Time Goes By” (Zaman Geçtikçe) şarkısı da duyuluyor bu filmde. Fonda da bol bol Billie Holiday’in, Gloria Gaynor’ın, Ray Charles’ın muhteşem sesleriyle şarkılar da dinliyorsunuz fonda bu filmde. Filmde, Mozart’ın 1783’te bestelediği “Rondo alla Turca/Türk Marşı” (Piyano Sonatı No 11/Piano Sonata No. 11), rock ve caz tınılarıyla duyuluyor Sacha’nın piyanosuyla. Mozart insana huzur veriyor ve bu piyano tınıları da dinlenmeli.

    Adı İngilizleri andıran Fransız yönetmen James Huth, 2007’de “Hellphone-Cehennem Telefonu” ve 2009’da “Lucky Luke-Red Kid” komedi filmlerini yapmıştı. 1971’de Kazablanka’da doğmuş oyuncu Gad Elmaleh’i, Audrey Tatou’yla başrolü paylaştığı Pierre Salvadori’nin 2006 yapımı “Hors de Prix-Zengin Avcısı” filminden hatırlayabilirsiniz. Oyuncunun 2005’te Francis Veber’in yönettiği “La Doublure-Dublör” filmi eğlenceliydi. Elmaleh’in başrolü Jean Reno ve Mélanie Laurent’la paylaştığı Fransa’daki Yahudi soykırımını anlatan Rose Bosch’un 2010 yapımı “La Rafle-1942 Yazı” keşfedilmeli. Edith Piaf’ın muhteşem “Paris” şarkısı da duyuluyor filmde.

    (22 Kasım 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    Her Cuma Yeni Sinema Etkinliği Atlıkarınca’yla Devam Ediyor

    Beşiktaş Belediyesi ve Yeni Sinema Hareketi işbirliğiyle Levent Kültür Merkezi’nde ücretsiz olarak gerçekleştirilen Her Cuma Yeni Sinema etkinliği kapsamında, 16 Kasım 2012 Cuma günü 19:00’da İlksen Başarır’ın yönettiği Atlıkarınca filmi gösterilecek. 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Senaryo ve Behlül Dal Jüri Özel Ödülü, 30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde En İyi Müzik ve Radikal Halk Jürisi Ödülleri’ni kazanan filmin başrollerini Mert Fırat, Nergis Öztürk ve Zeynep Oral paylaşıyor. Gösterimin ardından filmin yaratıcıları izleyicilerin sorularını cevaplayacak.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Her Cuma Yeni Sinema Etkinliği Atlıkarınca’yla Devam Ediyor yazısına devam et
  • Ufuk Bayraktar, Kanal D Cinemania’da

    Ömür Gedik’in hazırlayıp sunduğu Kanal D Cinemania’da bu haftanın stüdyo konuğu Alper Çağlar’ın yönettiği Dağ filminin başrol oyuncusu Ufuk Bayraktar. Ünlü oyuncu projeye nasıl dahil oldu? Erzurum’da geçen çekimlerde ne gibi zorluklar yaşandı? Ufuk Bayraktar gerçek hayatta nasıl bir askerlik geçirdi? Usta yönetmen Zeki Demirkubuz hakkında ne düşünüyor? Yeni projeleri neler? Editörlüğünü Fırat Sayıcı’nın yaptığı Kanal D Cinemania Programı’nda vizyona giren yeni filmler, haberler ve diğer bölümler yer alıyor. Ömür Gedik tarafından sunulan Cinemania Programı her Cumartesi Kanal D’de izlenebiliyor.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ufuk Bayraktar, Kanal D Cinemania’da yazısına devam et
  • Gökçe Pehlivanoğlu SETUP Kamera Arkası Fotoğrafları Sergisi, 24. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’nde

    İzmir Sinema Derneği katkılarıyla, ilki 12. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde gerçekleşen Gökçe Pehlivanoğlu SETUP Kamera Arkası Fotoğrafları Sergisi, bu sene 24.sü düzenlenen İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında ilk kez İstanbul’da sanatseverlerin karşısına çıkıyor. Sergi, 21 – 28 Kasım 2012 tarihleri arasında gerçekleşecek olan festival kapsamında, “Meşrutiyet Caddesi, No: 75, Tepebaşı, Beyoğlu, İstanbul” adresindeki İtalyan Kültür Merkezi’nin sinema salonu fuayesinde ziyaret edilebilecek. Festival açılışı, 21 Kasım’da İtalyan Kültür Merkezi’nde yapılacak.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Diğer bağlantılar ve yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Gökçe Pehlivanoğlu SETUP Kamera Arkası Fotoğrafları Sergisi, 24. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’nde yazısına devam et
  • 24. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali

    24. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali, 21 – 28 Kasım 2012 tarihleri arasında düzenleniyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ana sponsorluğunda, Fransız Kültür Merkezi, Goethe Institut, İtalyan Kültür Merkezi ve Pera Müzesi’nin salon sponsorluklarında gerçekleştirilen etkinlik sinema sanatı kapsamında kısa zamanda çok şey anlatma temeline dayanan kısa filmi desteklemek, ulusal ve uluslararası alanda genç yönetmenlerin seslerini duyurmalarına ortam hazırlamak amacıyla düzenleniyor. Festival kapsamında yapılacak yarışma birincileri 28 Kasım’da yapılacak kapanış gecesinde açıklanacak.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haberler ve yüksek çözünürlüklü görsellere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    24. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali yazısına devam et
  • Bir Festival

    İlk kez katıldığım bir festival için neler yazabilirim? Daha önce 1975’te 12. Antalya Film Festivali’ne izleyici olarak katılmıştım, daha doğrusu festival sırasında -sonuna kadar beklemeden- Antalya’da bulunmuş, bazı filmleri izlemiştim. Ama 2012 – 3. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde SİYAD jürisinde festival katılımcısı idim. Filmleri izledik, sonuçlar açıklandı, sinema tarihimize mal oldu, değişmezler arasına girdi, eleştirmek serbest.

    Festivalden bana kalanlar… Derviş Zaim’in Devir filmi, önce yazılanlar ne kadar etkiledi bilemem ama bende belgesel izlenimi bıraktı, Zaim, filmi için her ne kadar belgesel tadında kurmaca bir film dese de, filmlerin kategorisinin sınırlarının -hele günümüzde- hayli esnekleştiğini söylemekle yetineceğim. Aynı şeyi Veli Kahraman’ın Ana Dilim Nerede? için de söyleyebilirim… Eğer iki film türü için sınırda bir yer varsa Babamın Sesi (Orhan Eskiköy – Zeynel Doğan) burada duruyor.

    Filmler hakkında başka şey söylemeye gerek yok, seyirci ile perde (perdede görünenler) arasına girmeme gibi bir düşüncem var. Ama, eski bir sinema (film) izleyicisi olmam nedeni ile -hele makine dairesine (gösterim odasına) yakın oturuyorsam, gösterim makinesinin çalışırken çıkardığı biteviye sesi (film başladıktan bir süre sonra duymaz olursunuz) özlediğimi, hele hele makinenin filmi perdeye yansıtan projeksiyon ışığını (tekrar) özlediğimi söylemem isterim. Sinemada, çekim gibi gösterim teknolojisi de değişiyor. Digital (Türkçe yazarsak dijital) ortamın, çekim ve gösterime yansıyan bu durumunun, bizi (beni) ilgilendiren kısmı doğal olarak gösterim kısmı ve Malatya’da projeksiyonsuz digital gösterimin belki kolaylıklarını (rahatlığını) gördüm ama -her ne kadar günümüzde eskide kaldı ise de- eski alışkanlık, perdeye yansıyan -zaman olur tam başımın üzerinden geçen- projeksiyon ışığını arar oldum. Yalnız bu durum, festival komitesinin değil, filmlerin yapımcılarının / dağıtımcılarının gösterim seçimleri ve sinemaların çalışma biçimleri ile şekilleniyor. Artık alışmamız lâzım, benim gibi eski kuşakları alışkanlıklarının değişmesi lâzım.

    Festival filmlerinden söz etmeyeceğim dedim ama Tepenin Ardı’ndan (Emin Alper) söz etmeden geçemeyeceğim. Tepenin Ardı’nı daha önce dış festival gösterimleri nedeni ile gazetelerde görmüş ve okumuştum. Bunlar -en azından bana- hiç bir ipucu vermiyordu. Festivalde gösterimlerde filmleri gördükçe ister istemez kafamda (kafamınızda / SİYAD jüri üyeleri ve ulusal film yarışması jüri üyeleri) bir sıralama oluşuyordu… (Normalde filmler arasında böyle bir sıralama yapma alışkanlığım olmamasına rağmen) son gün Tepenin Ardı’nı seyretmeye başladığımda dağınık bir filmle karşı karşıya olduğumu düşünmeye başladım ama film giderek kendini toparladı (acaba film mi?). Hele beni (böyle düşünen başka biri var mı bilemiyorum) asıl etkileyen, filmin “klâsik trajediler”deki üç birlik kuralına, burada mekân birliği -nin serbest bir uygulaması, filmi daha ilginç kıldı. Aslında serbest yahut esnek dediğim bu uygulamada tek bir mekân değil, (bağ-daki?) tek başına bir ev, daha önce de oturdukları belli olan, bağırarak seslerini duyurabildikleri -eve çok yakın- yemek yedikleri açık alan, çocukların (torunların) ve yanlarında çalışanın çoban oğlunun (köpeği ile) dolaştığı kırsal alan (ve dağlar) -ama hepsi kendilerine seçtikleri ev’in bahçesi gibi… Tek bir mekân olmasa da, anlatıda tek mekân olarak ele alınabilecek bir alan… Alan böyle de olay, beklentilerin dışında gelişen, başta dağınık bulmama rağmen giderek toparlanan, toparlanan demek yanlış, “çemberi kapanan”, çoğu söylenmeyen sözler (kişilerin söylemediği fakat filmin söylediği ) ile gelişen olaylar, bitmeyen ve sonunda yeni başlayan olaylar, başlayacak olaylar… Eskiden (Yeşilçamda) olaylar mutlaka sonlanır-dı, artık hikâyeler (yoksa öyküler mi demek daha doğru) sonlanmıyor, ya bir yerde, bize artık anlatılmaz oluyor (Zerre’de olduğu gibi -ama bırakıldığı yer “son” değil) ya da bitiyor da… bitmiyor (Tepenin Ardı).

    Daha sekiz film daha var-dı festivalde. Gösterime girenler oldu ama girmeyenler, mutlaka girmesi gerekenler var. Yeniden seyredilmeleri keyifli olabilir, festivale katılmak (yarışmak) başka, seyirciye açık sinemalarda gösterime çıkmak başka… Dilerim, bu yıl sayısı hayli artan filmlerin hepsi gösterim olanağı bulabilir, uyduruk ABD (ve benzeri) filmler arasından…

    (22 Kasım 2012)

    Orhan Ünser

    TMMOB Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü, Olmasa Belgeselini Gösteriyor

    TMMOB Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü’nün bu haftaki etkinliğinde 16 Kasım Cuma günü Orhan Şahinler Sinema Salonu’nda saat 18:30’da Filiz Gazi’nin yönettiği Olmasa adlı belgesel gösterilecek. Film, “Ne olmasa?” sorusunun yanıtını arıyor. Her bir yanıt ile İstanbul’u anlatan belgeselin konuşmacıları arasında Ara Güler, Murat Belge, Ayşe Nil Şamlıoğlu, Eren Keskin, Ragıp Zarakoğlu, Mine Söğüt, Aslı Erdoğan, Zeynep Tanbay, Korhan Gümüş, Fatmagül Berktay, Oktay Ekinci ve Metin Üstündağ gibi birçok ismin yanı sıra İstanbul’un gerçek sahipleri, sokaktaki insanlar yer alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğrafa haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    TMMOB Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü, Olmasa Belgeselini Gösteriyor yazısına devam et
  • Suç Dünyasında Biri Yukarı Çıkarken

    Yönetmen Jacques Audiard’ın 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışan filmi “Yeraltı Peygamberi”, bir suç ve hapishane filmi. Şiddetin yoğun yansıdığı filmde bazı şiddet yüklü sahnelere bakmak insanı zorluyor. Bu film, 82. Akademi’de “En İyi Yabancı Film” dalında Oscar’a da aday olmuştu. 2010’da !f İstanbul’da gösterilen film vizyona çıkmadı. Şimdi DVD’de.

    Fransız yönetmen Jacques Audiard’ın yönettiği “Un Prophete-Yeraltı Peygamberi”, insanı irkilten şiddet yüklü ve sarsıcı bir film. Audiard’ın bu filmi, 62. Cannes Film Festivali’nde “Altın Palmiye” için yarışmıştı. Ayrıca, 82. Akademi’de de “En İyi Yabancı Film” dalında adaydı. Evet, “Yeraltı Peygamberi”, bir suç ve hapishane filmi. Fransız sinemasından çoğunlukla hapishane filmi pek gelmiyor. Aslında yönetmen bu filmi 1970’lerde ve öncesinde bu kadar sert yapamayabilirdi. Yasalar, devleti birey karşısında koruyordu Fransa’da. Adalet sistemini ve polisleri sert bir dille eleştirebilmek mümkün değildi. Avrupa Birliği’nin Kopenhag Kriterleri denilen kriterler Fransa gibi bir ülkeyi bile dize getirdi. Filmdeki hapishane atmosferi gerçekten çarpıcı. Fransa’daki hapishane mimarisi üzerine de fikir verebiliyor bu film. Yönetmeni, 2005 yapımı “De Battre Mon Coeur s’est Arrêté-Kalbim Bir An Durdu” filmiyle hatırlayabilirsiniz belki.

    Arap Malik…

    On dokuz yaşındaki Arap Malik El-Djebena, polisle dalaştığı için üç yıl hapis cezası alıyor. Yetimhanede yetişmiş Malik’in kimsesi yok. Okuma-yazma da bilmiyor Malik. Malik, hapishanede önce tekstil atölyesinde çalışıyor. Araplardan uzak duran Malik’i Korsikalı çete kendisine çekiyor. Yeni gelen bir Arap suçlu Reyeb’in ortadan kaldırılması gerekiyor. Reyeb, banyoda Malik’e asılıyor. Malik, Reyeb’i öldürmek istemese de gangster çetesi onu bu işin içine itiyor. Malik, Korsikalı çetenin planını uyguluyor ve Reyeb’i kendi hücresinde jiletle doğruyor. İçerideki Korsikalı mafyanın başı Cesar Luciani, Malik’i disiplinle yetiştiriyor. Güvenini kazanınca da kendi işlerini ona gördürüyor. Bir sapık ve suç dünyasının içerisnde olsa da Reyeb, Malik’e arada bir görünüyor hayaliyle. Malik’i okuma-yazmaya teşvik ediyor Reyeb. Okuma-yazma öğrendiği sınıfta Ryad’la yakınlaşıyor Malik. Sonra Malik’e hapishanedeki uyuşturucu trafiğinin içindeki Çingene Jordi yakınlaşıyor. Hayalarından kanser olmuş ve bunu şimdilik yenmiş Ryad, dışarıdan elbette iyi. Djamila’yla evli ve bir de çocuğu var. Ama, burası hapishane ve herkes bir suçun dibinde. Bu filmde Araplar uyuşturucu trafiğini yönetirken, Korsika mafyasıysa dışarıda kumarhane işlerini yürütüyor. İyi halinden dolayı ve Cesar’ın yardımıyla haftada bir dışarı çıkmaya başlayan Malik, bir yandan Cesar’ın işlerini hallederken bir yandan da uyuşturucu işlerini yürütüyor. Bu iki buçuk saatlik filmden geriye kalansa, Fransız hapishanelerinin bile mahremiyeti beyazperdeye yansıyabilir. Kanalizasyona düşmüş adalet sistemi, işkenceci ırkçı polisler, rüşvetçi gardiyanlar, satın alınmış avukatlar, suçlar, mafya, sert şiddet ve birçok şey bu filmde başrolde. Bu filmde doğrudan politik göndermeler yok. Aslında yönetmen, belki bir Malik dışında, herkese belli bir mesafeden bakıyor. Herkes pisliğin içinde.

    Yeraltı Peygamberi (Un Prophete)
    Yönetmen: Jacques Audiard
    Senaryo: Jacques Audiard-Thomas Bidegain-Abdel Raouf Dafri-Nicolas Peufaillit
    Müzik: Alexandre Desplat
    Görüntü: Stephane Fontaine
    Oyuncular: Tahar Rahim (Malik El-Djebena), Niels Arestrup (Cesar Luciani), Adel Bencherif (Ryad), Hichem Yacoubi (Reyeb), Reda Kateb (Çingene Jordi), Leila Bekhti (Djamila)
    Yapım: UGC Films(2009)

    (22 Kasım 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    Mutluluk Asla Yalnız Gelmez

    James Huth’un yönettiği ve Sophie Marceau, Gad Elmaleh, Maurice Barthelemy ile François Berleand’ın oynadığı Mutluluk Asla Yalnız Gelmez (Un Bonheur Narrive Jamais Seul), 23 Kasım 2012’de Chantier Films dağıtımıyla Chantier Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    Arkadaşlarını ve partileri seven genç bir adam olan Sasha zamanının çoğunu jaz klüplerde güzel kızları baştan çıkararak geçirmektedir. Charlotte ise, 2 kez evlenmiş, 3 çocuklu, hayatında romantizme yer olmayan bir kadındır. Film, birbirine zıt bu iki insanın biraraya geldiğinde neler olacağını komedi çerçevesinde konu alıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor