Bir Festival

İlk kez katıldığım bir festival için neler yazabilirim? Daha önce 1975’te 12. Antalya Film Festivali’ne izleyici olarak katılmıştım, daha doğrusu festival sırasında -sonuna kadar beklemeden- Antalya’da bulunmuş, bazı filmleri izlemiştim. Ama 2012 – 3. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde SİYAD jürisinde festival katılımcısı idim. Filmleri izledik, sonuçlar açıklandı, sinema tarihimize mal oldu, değişmezler arasına girdi, eleştirmek serbest.

Festivalden bana kalanlar… Derviş Zaim’in Devir filmi, önce yazılanlar ne kadar etkiledi bilemem ama bende belgesel izlenimi bıraktı, Zaim, filmi için her ne kadar belgesel tadında kurmaca bir film dese de, filmlerin kategorisinin sınırlarının -hele günümüzde- hayli esnekleştiğini söylemekle yetineceğim. Aynı şeyi Veli Kahraman’ın Ana Dilim Nerede? için de söyleyebilirim… Eğer iki film türü için sınırda bir yer varsa Babamın Sesi (Orhan Eskiköy – Zeynel Doğan) burada duruyor.

Filmler hakkında başka şey söylemeye gerek yok, seyirci ile perde (perdede görünenler) arasına girmeme gibi bir düşüncem var. Ama, eski bir sinema (film) izleyicisi olmam nedeni ile -hele makine dairesine (gösterim odasına) yakın oturuyorsam, gösterim makinesinin çalışırken çıkardığı biteviye sesi (film başladıktan bir süre sonra duymaz olursunuz) özlediğimi, hele hele makinenin filmi perdeye yansıtan projeksiyon ışığını (tekrar) özlediğimi söylemem isterim. Sinemada, çekim gibi gösterim teknolojisi de değişiyor. Digital (Türkçe yazarsak dijital) ortamın, çekim ve gösterime yansıyan bu durumunun, bizi (beni) ilgilendiren kısmı doğal olarak gösterim kısmı ve Malatya’da projeksiyonsuz digital gösterimin belki kolaylıklarını (rahatlığını) gördüm ama -her ne kadar günümüzde eskide kaldı ise de- eski alışkanlık, perdeye yansıyan -zaman olur tam başımın üzerinden geçen- projeksiyon ışığını arar oldum. Yalnız bu durum, festival komitesinin değil, filmlerin yapımcılarının / dağıtımcılarının gösterim seçimleri ve sinemaların çalışma biçimleri ile şekilleniyor. Artık alışmamız lâzım, benim gibi eski kuşakları alışkanlıklarının değişmesi lâzım.

Festival filmlerinden söz etmeyeceğim dedim ama Tepenin Ardı’ndan (Emin Alper) söz etmeden geçemeyeceğim. Tepenin Ardı’nı daha önce dış festival gösterimleri nedeni ile gazetelerde görmüş ve okumuştum. Bunlar -en azından bana- hiç bir ipucu vermiyordu. Festivalde gösterimlerde filmleri gördükçe ister istemez kafamda (kafamınızda / SİYAD jüri üyeleri ve ulusal film yarışması jüri üyeleri) bir sıralama oluşuyordu… (Normalde filmler arasında böyle bir sıralama yapma alışkanlığım olmamasına rağmen) son gün Tepenin Ardı’nı seyretmeye başladığımda dağınık bir filmle karşı karşıya olduğumu düşünmeye başladım ama film giderek kendini toparladı (acaba film mi?). Hele beni (böyle düşünen başka biri var mı bilemiyorum) asıl etkileyen, filmin “klâsik trajediler”deki üç birlik kuralına, burada mekân birliği -nin serbest bir uygulaması, filmi daha ilginç kıldı. Aslında serbest yahut esnek dediğim bu uygulamada tek bir mekân değil, (bağ-daki?) tek başına bir ev, daha önce de oturdukları belli olan, bağırarak seslerini duyurabildikleri -eve çok yakın- yemek yedikleri açık alan, çocukların (torunların) ve yanlarında çalışanın çoban oğlunun (köpeği ile) dolaştığı kırsal alan (ve dağlar) -ama hepsi kendilerine seçtikleri ev’in bahçesi gibi… Tek bir mekân olmasa da, anlatıda tek mekân olarak ele alınabilecek bir alan… Alan böyle de olay, beklentilerin dışında gelişen, başta dağınık bulmama rağmen giderek toparlanan, toparlanan demek yanlış, “çemberi kapanan”, çoğu söylenmeyen sözler (kişilerin söylemediği fakat filmin söylediği ) ile gelişen olaylar, bitmeyen ve sonunda yeni başlayan olaylar, başlayacak olaylar… Eskiden (Yeşilçamda) olaylar mutlaka sonlanır-dı, artık hikâyeler (yoksa öyküler mi demek daha doğru) sonlanmıyor, ya bir yerde, bize artık anlatılmaz oluyor (Zerre’de olduğu gibi -ama bırakıldığı yer “son” değil) ya da bitiyor da… bitmiyor (Tepenin Ardı).

Daha sekiz film daha var-dı festivalde. Gösterime girenler oldu ama girmeyenler, mutlaka girmesi gerekenler var. Yeniden seyredilmeleri keyifli olabilir, festivale katılmak (yarışmak) başka, seyirciye açık sinemalarda gösterime çıkmak başka… Dilerim, bu yıl sayısı hayli artan filmlerin hepsi gösterim olanağı bulabilir, uyduruk ABD (ve benzeri) filmler arasından…

(22 Kasım 2012)

Orhan Ünser