Kadir İnanır: Zirveyi Zorlayan Festival

3. Malatya Uluslararası Film Festivali 2. gününe “Onur Ödülü”ne layık görülen Kadir İnanır basın toplantısı ile başladı. Basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Kadir İnanır, Malatya Film Festivali’nin henüz 3. yılında olmasına karşın üçüncü sıraya yerleşmiş bir festival olduğunu ve giderek de zirveyi zorlamaya başlayacağını söyledi. İnanır, Malatya’da film festivalinin başarılı olması için tüm şartların mevcut olduğunu, buna sanat dünyasında sivrilmiş Malatyalıların da katkı sunduğunu vurguladı. Kadir İnanır, toplantıda yönetmenliğini üstleneceği bir filmin de müjdesini verdi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Kadir İnanır: Zirveyi Zorlayan Festival yazısına devam et
  • Beyazperdenin Güçlü ve Hüzünlü Kadınları

    Sinemada çok etkileyici ve büyüleyici kadın oyuncular var. Sinemada yaptıkları, hayatları ve trajedileriyle etki bırakmış birkaç kadın oyuncuyu anmak istedik. Sinemada saygıya değer diğer kadın oyuncuları unutmayarak.

    Hep söylenir. Sinemada erkekler hep önde diye. Sinema tarihine baktığınızda, sinemada birçok erkek oyuncuyu karizmatik yönleriyle gerilerde bırakmış kadın oyuncuları görürsünüz. Greta Garbo, Marlene Dietrich, Joan Crawford, Rita Hayworth, Cahide Sonku bunların başında geliyor. Ama kırılgan olanları da var. Marilyn Monroe, Romy Schneider gibi. Bugün hayatta olmayan, sinemaya ve hayata her yönüyle damga vurmuş sinemanın unutulmaz kadın oyuncularını hatırlamak istedik.

    Güçlü, daima güçlü: Greta Garbo…

    18 Eylül 1905 yılında Stockholm’de doğan ve 15 Nisan 1990 yılında New York’ta ölen İsveçli Greta Garbo, Hollywood’u oyunculuğu ve yaşam tarzıyla ele geçirmişti belki de. Gerçek adı Greta Lovisa Gustafsson olan Garbo’ya, “sinemanın en gizemli kadını” ve “gelmiş geçmiş en güzel kadını” demişlerdi. Ona, 1955 yılında “Unutulmaz Sahne Performansları İçin” Oscar ödülü sundu Akademi. Güzelliğiyle perdeden büyü saçan Garbo, 1941 yılında George Cukor’un Ludwig Fulda’nın oyunundan uyarladığı siyah-beyaz “Two-Faced Woman-İki Yüzlü Kadın” filmiyle sinemaya veda etmişti. Bu filmde Garbo’nun gece kulübündeki baloda “Chica-Choca” müziğiyle dansı muhteşemdi. Bu filmden sonra ölene kadar da hiçbir filmde oynamadı. Garbo’nun, sessiz sinema döneminde İsveç’te 1920’de Ragnar Ring’in yönettiği “Herr och Fru Stockholm-Bay ve Bayan Stockholm” filmiyle sinema hayatı başladı. 1926’da Hollywood’a gitti. Garbo’nun 1936 yılında oynadığı “Camille-Kamelyalı Kadın” filmi onun en iyi performansı olarak değerlendiriliyor. Siyah-beyaz “Kamelyalı Kadın” filmini George Cukor yönetmişti. Film, Oğul Alexandre Dumas’nın 1852’de yazdığı aynı adlı romanından beyazperdeye aktarılmıştı. Garbo’yu, 1931 yapımı siyah-beyaz “Mata Hari” filmi unutulmazlar arasına kattı. Garbo’nun canlandırdığı Mata Hari, 1. Dünya Savaşı’nda Hollandalı bir kadın casustu. Hem de ne casus!.. Filmi George Fitzmaurice yönetmişti. Ernst Lubitsch’in 1939 yapımı siyah-beyaz “Ninotchka-Gülmeyen Kadın” komedi filminde, Ekim Devrimi’nden sonra Avrupa’ya gelmiş Rus Nina Ivanovna “Ninotchka” Yakushova’yı oynadı Garbo. Bu filmin senaryo yazarları arasında sonradan büyük yönetmenlerden olacak Billy Wilder da vardı.

    Büyüleyen kadın: Marlene Dietrich…

    Gerçek adı Maria Magdalena Dietrich olan Marlene Dietrich de, tıpkı Greta Garbo gibi sinemanın en büyülü ve karizmatik kadın oyuncularındandı. 27 Aralık 1901’de Berlin’de doğan Alman oyuncu, 6 Mayıs 1992’de Paris’te öldü. Tam anlamıyla bir faşizm ve Nazi karşıtıydı. Onu sinemada zirveye taşıyan filmse, 1930 yapımı siyah-beyaz “Der Blaue Engel-Mavi Melek” filmiydi. Bacak bacak üstüne attığı sahne onu ikonlaştırdı. Yönetmen Josef von Sternberg, Heinrich Mann’ın romanından uyarlamıştı filmi. Dietrich, sanat hayatına kabare şarkıcısı olarak atılmıştı. Hollywood onu “Mavi Melek”ten sonra keşfetmekte gecikmedi. Aynı yıl Hollywood’da “Morocco-Yanık Kalpler” filmiyle Garry Cooper’ın karşısına geçti. Filmi de yine Josef von Sternberg yönetti. Sinema, onu hep “Mavi Melek” diye anıyor. Festivallerde “Mavi Melek” ödülleri onun için veriliyor. Josef von Sternberg’n yönettiği siyah-beyaz “The Devil Is a Woman-Kadın Şeytandır” filmi yazar Pierre Louÿs’un “La femme et le Pantin” romanından uyarlanmıştı. Bu romanı, 2012’de İmge Kitabevi “Kadın ve Kukla” adıyla yayımladı. Billy Wilder’ın 1948 yapımı siyah-beyaz “A Foreign Affair-Günahsız Melek” komedi filmi, savaş sonrasına bakıyordu.

    Sinemanın sert kadını: Joan Crawford…

    Joan Crawford, 23 Mart 1906’da Teksas’ın San Antonio şehrinde doğdu. 10 Mayıs 1977’de New York’ta öldü. Asıl adı, Lucille Fay LeSueur’du. Hem sinemada hem de hayatında güçlü ve sert bir kadındı. Hatta kızını dövecek kadar. 1945 yılında Michael Curtiz’in “Mildred Pierce-Ömre Bedel Kadın” polisiye-kara filmiyle “En İyi Kadın Oyuncu” dalında Oscar kazandı. Crawford, başrole hızla yükseldi. 1934 yılında Clarence Brown’ın siyah-beyaz “Chained-Altın Zincir”, aynı yıl W.S. Van Dyke’ın siyah-beyaz “Forsaking All Others-Baskın” ve 1939’da George Cukor’un “The Women-Kadınlar” filmlerinde güçlü oyunculuğunu doruklara taşıdı. Klâsik “Kadınlar” filminin ikinci çevrimini 2008’de Diane English tarafından aynı adla modernize edilerek perdeye aktarılmıştı. 1952’de Felix E. Feist’in siyah-beyaz dramı “This Woman is Dangerous-Yılan Ruhlu Kadın” filminde kör olacağını öğrenen bir gangster kadını oynadı. Aynı yıl David Miller’ın kara filmi siyah-beyaz “Sudden Fear-Çıldırtan Takip” nefes kesici bir gerilimdi ayrıca. 1953’te Charles Walters’ın renkli ve sinemaskop çekilmiş müzikali “Torch Song-Yaralı Gönül”de oynadı. 1954 yılında Nicholas Ray’in bir western filmi “Johnny Guitar-Dişi Kartal” filminde oynadı. Bu feminist western filmi, McCarthy’nin “cadı kazanı”na metaforik olarak eleştiri getiriyordu. 1956’da Robert Aldrich’in siyah-beyaz “Autumn Leaves-Son Aşk” filminde oynadı. Bu filmde Nat King Cole, “Autumn Leaves” şarkısını söylüyordu. Bu şarkıya kulağınız aşinadır belki. 1962’de yine Robert Aldrich’le siyah-beyaz “What Ever Happened to Baby Jane?-Küçük Bebeğe Ne Oldu?” geriliminde de oynadı. Karşısında da Bette Davis vardı. Hayatının son dönemlerinde televizyon dramalarında görüldü Crawford.

    Kızıl saçlı: Rita Hayworth…

    Rita Hayworth, kızıl saçlı bir ateş gibiydi. Belki de “Gilda…” Kimilerine göre, Hollywood’un büyük film stüdyolarından Columbia’nın logosundaki anıtsal kadındı. Columbia’nın en önemli kadın oyuncularındandı Hayworth. Columbia’nın kurucusu Harry Cohn ona tapıyordu. Asıl adı Margarita Carmen Cansino olan Hayworth, evlilikleriyle de magazin dünyasını meşgûl etti. Bir Şii liderin oğlu olan Prens Ali Han’la ve büyük yönetmen-oyuncu Orson Welles’le de evlilik yaptı. New York’ta 17 Ekim 1918’de doğdu ve 14 Mayıs 1987’de yine aynı şehirde öldü. Hayworth, 1939 yılında ünlü yönetmen Howard Hawks’un siyah-beyaz “Only Angels Have Wing-Melekler Kanatlı Olur” macera filminde Cary Cooper ve Jean Arthur’un yanında Judy karakteriyle göründü. Onu unutulmazlar arasına sokan 1946 yapımı Charles Vidor kara filmi “Gilda-Şeytanın Kızı” oldu. On yılı aşkın süre Rita Cansino adını kullanan oyuncu, 1937’den itibaren Rita Hayworth adında karar kıldı. Hayworth, Charles Vidor’un “technicolor” tonlarla çekilmiş 1946 yapımı “Cover Girl-Sana Tapıyorum” müzikal filmiyle Hollywood’da önemli oyuncular arasındaydı artık. Başrolü de Gene Kelly’yle paylaşmıştı. Orson Welles’in 1947 yapımı “The Lady from Shanghai-Şanghaylı Kadın” kara filminde de oynadı. Bu filmdeki aynalar koridorunu keşfetmeli.

    Sinemamızın starı: Cahide Sonku…

    Cahide Sonku… Yeşilçam tarihi böyle güçlü bir kadın oyuncu görmedi. Hızlı yükseldi hızlı düştü. 17 Aralık 1916’da Yemen’de doğan Sonku, 18 Mart 1981 yılında yoksulluk içinde Beyoğlu Alkazar Sineması’nda öldü. Bir dönem Türkiye sinemasına tek başına hükmeden Muhsin Ertuğrul’un gözde oyuncusuydu. Sonku, 16 yaşında Darülbedayi’ye girmiş, Şehir Tiyatroları’nın gözde oyuncusu olmuştu. Sonku, Ertuğrul’un 1933 yapımı “Söz Bir Allah Bir” filmiyle sinemaya adım attı. 1934 yılında “Bataklı Damın Kızı Aysel”le ününü çoğalttı. Bu filmlerin sesli çekildiğini de belirtelim. Sonku, Yeşilçam’ın ilk starıydı. Adına sigara bile üretildiği söylenir. Oyunculuk döneminde güçlü ve gözde oldu. Sinemanın değişmesi ve gelişmesi karşısında gerilerde kaldı. Yaşlılığı zorlu geçti. Son filmini “Yeşilçam Sokağı”yla yaptı. Ülkü Erakalın’ın yönettiği bu film ne yazık ki erotik bir filmdi.

    FBI nefreti: Jean Seberg…

    Güçlü kadın oyuncuların yanında kırılgan kadın oyuncular da vardı. Jean Seberg, mutsuzluğun adıydı. Çoğunlukla Fransa’da film çeviren Amerikalı oyuncu Seberg, Iowa-Marshalltown’da 13 Kasım 1938’de doğdu. 8 Eylül 1979’da intihar ederek öldüğü söylendi. Meksikalı yazar Carlos Fuentes’ten hamile kaldı ve FBI doğuracağı çocuğunun “zenci” olacağının dedikodusunu yaydı. Erken doğum yapan Seberg, bunalımlara girdi ve başarısız intihar teşebbüslerinde bulundu sık sık. Sonunda, 1979’da Paris dışında arabasının içinde ölü bulundu. Ölümünde hep bir FBI şüphesi oldu. FBI, Seberg’ü Kara Panterler’e destek verdiği için takibe almıştı. Kara Panterler, ABD’de siyahlara yönelik ırk ayrımcılığına karşı mücadele eden bir örgüt. Seberg, sinemaseverlerin zihninde, Jean-Luc Godard’ın 1960 yapımı siyah-beyaz ve sinemaskop “A Bout de Souffle-Serseri Aşıklar” filmindeki “uzlaşmacı” Amerikalı öğrenci kız Partricia olarak kaldı. Oyunculuğunun başlarında Otto Preminger’ın gözdesi olan Seberg, ustanın 1958 yapımı “Bonjour Tristesse-Günaydın Hüzün” filminde başroldeydi. Françoise Sagan’ın aynı adlı romanından uyarlanan film, aralık 1959’da ülkemizde de vizyona çıkmıştı. Bu film, siyah-beyaz, renkli ve sinemaskoptu. Filmde Cécile’i oynayan Seberg’e David Niven ve Deborah Kerr eşlik etmişti. Georges Auric’in bestelediği ve muhteşem Juliette Gréco’nun yumuşak sesiyle söylediği “Bonjour Tristesse” şarkısı dinlenmeli. Keman tınısı kafanızın içinde dolaşıyor sanki. Jack Arnold’ın Leonard Wibberley’nin romanından uyarladığı 1959 yapımı renkli “The Mouse That Roared-Kükreyen Fare” savaş komedisinde Peter Sellers’la oynadı. “Yeni Dalga” yönetmenlerinden Philippe de Broca’nın 1961 yapımı siyah-beyaz “L’amant de Cinq Jours-Tatlı Günler” komedi filminde oynadı. 1963’te Robert Parrish’in “In the French Style-Fransa’da Aşk” filminin ardından 1964’te Claude Chabrol, Jean-Luc Godard, Ugo Gregoretti, Hiromichi Horikawa ve Roman Polanski’nin yönettiği “Les Plus Belles Escroqueries du Monde-Dünyanın En Büyük Dolandırıcıları” siyah-beyaz, renkli ve sinemaskop epizodik filmde de oynadı. Seberg, Godardın “Le Grand Escroq-Büyük Dolandırıcı” bölümünde Patricia Leacock’u canlandırdı. 1966’da Irvin Kershner’ın “A Fine Madness-Çılgın Adam” filminde Sean Connery ve Joanne Woodward’la başroldeydi. Joshua Logan’ın 1969 yapımı “Paint Your Wagon-İki Kabadayı/Altın Avcıları” filminde iki dev Clint Eastwood ve Lee Marvin’le oynadı. Eski kocası yazar Romain Gary’nin yönettiği 1971 yapımı “Kill!-Öldür” suç geriliminde de göründü.

    Hayat bir cehennem: Marilyn Monroe…

    Bir trajik hikâye de Marilyn Monroe’dan. Asıl adı Norma Jean Mortenson olan siyah saçlı kız, saçlarını sarıya boyatıp Marilyn oldu sonra. Büyük stüdyolardan Fox, onun her şeyinden yararlandı. Sömürdü. Bu hayata dayanamayan Monroe, 5 Ağustos 1962’de Los Angeles’ta intihar etti. 1 Haziran 1926’da Los Angeles’ta doğan Monroe, “seks sembolü” olan “aptal sarışın”dı hep. Ama, o kırılgandı ve sıcaklık arıyordu. 1940’ların sonunda küçük rollerle sinemaya adımını attı. İlk çıkışını John Huston’ın 1950 yapımı siyah-beyaz soygun filmi “The Asphalt Jungle-Elmas Hırsızları”yla yaptı. Joseph L. Mankiewicz’in 1950 yapımı “All About Eve-Perde Açılıyor” dramında Bette Davis ve Anne Baxter’la oynadı. Henry Hathaway’in 1953 yapımı renkli “Niagara” kara filmi en beğenilen filmi oldu. Çünkü dünyanın iki harikası iç içeydi bu filmde: Niagara Şelâlesi ve Marilyn Monroe… Yine 1953’te Howard Hawks’la “Gentlemen Prefer Blondes-Erkekler Sarışınları Sever”i, Otto Preminger’la 1954 yapımı westerni “River of No Return-Dönüşü Olmayan Nehir”i, 1955’te Billy Wilder’la “The Seven Year Itch-Yaz Bekârı”nı çekti. Bu filmde havalandırma üzerinde savrulan eteğiyle belleklere kazındı Monroe. Onu en masum ve çekici haliyle gösteren Joshua Logan’ın 1956 yapımı “Bus Stop-Otobüs Durağı”ydı. John Huston’ın lânetli filmi 1961 yapımı siyah-beyaz westerni “The Misfits-Uygunsuzlar”da oynayan başrol oyuncuları yakın zamanlarda peş peşe ölmüşlerdi. İlk ve son çıplak göründüğü yapımsa en son filmi “Something’s Got to Give”di. Filmi, George Cukor 1962’de çekti. Monroe, bu filmin çekimleri sürerken intihar etmişti.

    Sinemaya hüzünlü bakışlar: Romy Schneider…

    Bir diğer kırılgan oyucuysa Romy Schneider’di. 23 Ekim 1938’de Viyana’da doğan Romy Schneider, 29 Mayıs 1982’de Paris’te öldü. Bu büyük oyuncunun ölümü muamma. Hatırasına saygı için üzerinde otopsi yapılmasına izin verilmedi ve ölüm nedeni kalp krizi olarak kayıtlara geçti. Herkes onun ölen küçük oğlunun acısına dayanamayıp intihar ettiğine inanıyordu. Çok duygusal oyuncu olan Schneider, oğlunun korkunç ölümüne dayanamadığı için sürekli içiyordu. Gerçek adı Rosemarie Magdelena Albach-Retty olan Schneider, 1955 yapımı “Sissi” filmiyle ünlendi. Sanat yaşamını da Fransa’da sürdürdü. Fransızların büyük oyuncusu Alain Delon’un hem partneri hem de sevgilisi oldu. Belki de hayatta en büyük düş kırıklığını Alain Delon yaşattı ona. Delon-Schneider işbiriliğinden iyi filmler çıktı ortaya. 1969’da Jacques Deray’le “La Piscine-Sen Benimsin” ve 1972’de Joseph Losey’le “The Assassination of Trotsky-Troçki: Meksika’da Cinayet” filmleri çıktı ortaya. Orson Welles’in Kafka’dan uyarladığı 1962 yapımı siyah-beyaz “The Trial-Dava” filmi de filmografisinde önemli bir yerde. En unutulmaz filmlerini melodram ustası Claude Sautet’yle yaptı Schneider. Sautet’yle, 1970’te “Les Choses de la Vie-Hayat Bağları/Hayatın Cilveleri”, 1971’de “Max et les Ferrailleurs-Zafer Yolu”, 1972’de unutulmaz aşk filmi “Cesar et Rosalie-Sen ve Ben”, 1976’da “Mado”, 1978’de “Une Histoire Simple-Basit Bir Hikaye” filmlerini yaptı. Hayatının son dönemlerinde iki çarpıcı filmde göründü. Bertrand Tavernier’nin 1980 yapımı “La Mort en Direct-Ölümü Beklerken”, sert bir medya eleştirisiydi. Claude Miller’in 1981’de yönettiği “Garde a Vue-Korkunç Şüphe”, Fransız usulü sıkı bir suç filmiydi. Onun oynadığı birkaç film daha: Jean-Louis Trintignant’la 1973’te “Le Train-Lekeli Güneş” filminde oynamıştı ve filmi de Pierre Granier-Deferre yönetmişti. Michel Deville’in 1974 yapımı “Le Mouton Enragé-Çapkın Tilki” filminde başrolü Jean-Louis Trintignant, Jane Birkin ve Jean-Pierre Cassel’le paylaşmıştı. Bu iki film de 1978 yılında ülkemizde vizyona çıkmıştı. Yine Jean-Louis Trintignant’la başrolü paylaştığı Francis Girod’nun 1980 yapımı “La Banquière-Banker” filmi de var. Filmin müziklerini Ennio Morricone usta yapmıştı. Schneider, birçok şöhretin bir araya geldiği ve 007 James Bond yönetmeni Terence Young’ın 1979 yapımı “Bloodline-Mirasçılar” suç filminde de oynamıştı. Filmde kimler yoktu ki: Audrey Hepburn, Ben Gazzara, James Mason, Irene Papas, Ömer Şerif…

    Ağustosta doğdu ve öldü: Ingrid Bergman…

    29 Ağustos 1915’te Stockholm’de doğan, 29 Ağustos 1982’de Londra’da ölen Ingrid Bergman, İsveç’ten Hollywood’a gitti ve sinemanın özel oyuncularından biri oldu. İsveç’te 1932 yılında küçük rollerle başladığı sinema macerasını 1939’da Gregory Ratoff’un “Intermezzo: A Love Story-Intermezzo: Bir Aşk Hikâyesi” filmiyle Hollywood’a taşıdı. Bu film, Gustaf Molander’in Bergman’ı başrolde oynattığı 1936 yapımı “Intermezzo” filminden uyarlanmıştı. Asıl fark edilişini, Fred Zinnemann ustanın 1941’de Robert Louis Stevenson’ın romanından uyarladığı “Dr. Jekyll and Mr. Hyde-Dr. Jekyll ve Bay Hyde” filmiyle gerçekleştirdi. Başrolü de Spencer Tracy’yle paylaşmıştı. Onu sinemada ölümsüzler arasına katan filmse Michael Curtiz ustanın film, yönetmen ve senaryo dallarında Oscar kazanmış 1942 yapımı siyah-beyaz “Casablanca-Kazablanka” filmiydi. Humphrey Bogart’la oynadığı bu filmde unutulmaz Ilsa’ydı. Yıllar sonra eski sevgilisi Rick’le de karşılaşıyordu Ilsa. Çek direnişinin önemli liderlerinden Victor Laszlo’yla olan ve onunla kaçmak için Rick’in gece kulübüne gelmiş Ilsa. Filmde en unutulmaz an, piyanist Sam’in (Dooley Wilson) söylediği “As Time Goes By” (Zaman Geçtikçe) şarkısıydı. Bu sahnede Sam’le Ilsa arasında geçen konuşmalar sinema tarihine de geçti. Elbette finaldeki havaalanı sahnesi de belleklere yerleşti. Sam Wood’un 1943’te Ernest Hemingway’in romanından uyarladığı ve İspanya İç Savaşı’nda geçen “technicolor” rengiyle çekilmiş “For Whom the Bell Tolls-Çanlar Kimin İçin Çalıyor” filminde Gary Cooper’la oynadı ve aday olduğu Oscar’ı alamadı. Hitchcock filmlerinde de unutulmaz karakterler yarattı. 1945’te Gregory Peck’le “Spellbound-Öldüren Hatıralar”, 1946’da Cary Grant’la “Notorious-Aşktan da Üstün”, 1949’da Joseph Cotten’la “Under Capricorn-Kapri Yıldızı” filmlerinde başrolü paylaştı. 1950’de beklenmeyecek bir şey yaptı ve büyük İtalyan yönetmen Roberto Rossellini’ye gitti. İkisi de evliydi ve birbirlerine aşık olmuşlardı. Hollywood bunu hemen cezalandırdı. Çünkü onlar “ahlâk bekçileri”ydi. Bergman, kocası Rossellini’den ikiz kız çocukları doğurdu. Isabella Rossellini ünlendi daha sonraları. Bergman, Rossellini’nin 1950 yapımı siyah-beyaz “Stromboli” filminde oynadı. 1961’de Anatole Litvak’ın “Goodbye Again-Brahms’ı Sever misiniz?” filminde Yves Montand ve Anthony Perkins’le oynadı. François Sagan’ın “Aimez-vous Brahms” romanı, 1959’dan 1995’e kadar çeşitli dönemlerde “Brahms’ı Sever misiniz?” adıyla bizde de yayımlandı. Filmde Diahann Caroll, “Love is Just a Word” caz şarkısını söylüyor gece kulübünde. Muhteşem bir an. Bergman, adaşı ve vatandaşı Igmar Bergman’ın 1978 yapımı “Höstsonaten-Güz Sonatı”nda oynadı. Bergman, “En İyi Kadın Oyuncu” dalında ilk Oscar’ını George Cukor’un 1941 yapımı “Gaslght-Işıklar Sönerken” filmiyle aldı. İkinci Oscar’ını Anatole Litvak’ın 1956 yapımı renkli ve sinemaskop “Anastasia-Çarın Kızı” filmiyle kazanmıştı.

    (18 Kasım 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    F Tipi Film

    Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Barış Pirhasan, Aydın Bulut, Hüseyin Karabey, Reis Çelik, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay ile Grup Yorum’un yönettiği ve Tansu Biçer, Erkan Can, Fırat Tanış ile Civan Canova’nın oynadığı F Tipi Film, 21 Aralık 2012’de Tiglon Film dağıtımıyla İdil K. M. tarafından vizyona çıkarıldı.
    Yönetmenlerin her biri F Tipi hapishanedeki Tecrit uygulamasını konu alan 10’ar dakikalık kısa filmler çekti. Ortaya çıkan filmler birbirine bağlandı ve tek bir uzun metraj film oluşturuldu. Filmlerin tamamında Grup Yorum’un eski ve yeni müzikleri kullanıldı.

    • Basın Bülteni
    • Fotoğraflar
    • Fragman
    • IMDb

    F Tipi Film yazısına devam et

    Avustralya Yerli Dillerinde Çekilmiş İlk Film Olan ve Yerli Aborijin Hayatını Anlatan 10 Kano Filmi Cermodern’de

    Avustralya Büyükelçiliği tarafından gerçekleştirilen Mesajınız Var! Kentsel Avustralya’da Yerli Kimliği adlı gezici sergi kapsamında, 10 Kano (Ten Canoes) adlı filmin gösterimi yapılıyor. 2006 Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül alan 10 Kano (Ten Canoes) filmi, tamamı Avustralya yerli dillerinde çekilmiş ilk film. Filmde 1.000 yıl önceki Yerli Aborijin hayatının nasıl olduğu anlatılıyor. Ten Canoes – 10 Kano’nun gösterimi, Avustralya Büyükelçiliği’nin desteği ile 13 Kasım Salı günü saat 10:00 ve 24 Kasım Cumartesi günü saat 14:30’da CerModern’de gerçekleştirilecek.

    Sinemanın Oryantalistleri Klaket Aktüel’de

    İnternet dergisi Klaket Aktüel 3. sayısıyla yayında. Derginin Kasım sayısında Tahsin Erkin Erk’in hazırladığı Sinemanın Oryantalistleri dosyası ve Serdar Durdu’nun hazırladığı Bilim Kurgu Edebiyatından Sinemaya Uyarlamalar analizi öne çıkıyor. Elveda Katya filminin yönetmeni Ahmet Sönmez ve oyuncusu Anna Andrusenko’da film hakkında soruları cevaplandırdı. Yönetmen Sönmez; “Ötekileştirmeye karşı tokat atmak istedik.” dedi. Ayrıca diğer sayfalarıyla da dolu dolu bir içerik sunan Kasım sayısı yayında.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Sinemanın Oryantalistleri Klaket Aktüel’de yazısına devam et