Fırat Çağrı Beyaz’ın yönettiği Ölü Bölgeden Fısıltılar’ın festivaller serüveninde, 31. İstanbul Film Festivali ve 12. Uluslararası İzmir Film Festivali’nden sonraki yeni durağı, 7. SineMardin Uluslararası Mardin Film Festivali. Filmin, festivale davetli uzun metraj filmler programındaki gösterimi, 10 Haziran 2012 Pazar günü saat 20:30’da SinemaMardin Sineması’nda yapılacak. Gösterime filmin ortak yapımcı ve ortak senaristi Metin Gönen ile filmin genç yönetmeni ve ortak senaristi Fırat Çağrı Beyaz da katılacak.
Günlük arşivler: 26 Mayıs 2012
Orhan Boran’ı Kaybettik
Show dünyamızın sevilen sanatçılarından Orhan Boran, 26 Mayıs 2012 Cumartesi günü hayatını kaybetti. Türkiye’de 1960’lı yıllarda stand-up geleneğini başlatan, güzel Türkçesi ve beyefendiliğiyle tanınan Orhan Boran, 1946 yılında Domaniç Yolcusu adlı filmle sinemaya başladı, Kanlı Döşek, Yıldırım Beyazıt ve Timurlenk, Söz Müdafaanındır, Kaldırım Çiçeği, Balıkçı Güzeli, İçimizden Biri adlı filmlerde rol aldı. Cenazesi, 27 Mayıs 2012 Pazar günü Erenköy Galip Paşa Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.
Hayal Perdesi Dergisi, Mayıs – Haziran 2012 Sayısı Yayında
Hayal Perdesi Sinema Dergisi, Mayıs – Haziran 2012 tarihli 28. sayısıyla www.hayalperdesi.net adresinde yayında. Derginin vizyon sayfalarında bu sayıda, V for Vendetta’nın yönetmeni James McTeigue’nun Edgar Allan Poe’nun öyküleri üzerine kurduğu filmi Kuzgun, Raşit Çelikezer’in Sundance Film Festivali’nde ödül kazanan yapımı Can ve İsmail Güneş’in son filmi Ateşin Düştüğü Yer bulunuyor. Derginin kapağında ise, kentsel dönüşüm projeleri üzerine çekilmiş en kapsamlı belgesel olan Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir var.
Hayal Perdesi Dergisi, Mayıs – Haziran 2012 Sayısı Yayında yazısına devam et
Aramızda Bebek Var
Remi Bezançon’un yönettiği ve Louise Bourgoin, Pio Marmai, Josiane Balasko ile Thierry Fremont’un oynadığı Aramızda Bebek Var (A Happy Event), 01 Haziran 2012’ Tiglon Film dağıtımıyla Filma Ltd. tarafından vizyona çıkarıldı.
Barbara ve Nicolas beraber çok mutlu olan ve çocuk yapmaya karar veren bir çifttir. Anne olmak daha çok Barbara’nın fikri olsa da baba olmanın heyecanı Nicolas’ı da sarar. Barbara hamileliği süresince bedenen ve ruhen birçok değişim yaşayacak, bebek sahibi olmanın çift üzerindeki etkisi doğumdan sonra daha çok hissedilecektir.
2. Dersim Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’nde Yılmaz Güney ve Sineması Paneli
Tunceli Belediyesi’nin düzenlediği 2. Dersim Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’nde yönetmen Ahmet Soner, Yılmaz Güney ve Sinemasını anlattı, anılarını paylaştı. Grand Şaroğlu Oteli’nde yapılan söyleşide Soner, Yılmaz Güney’le ilk olarak Atıf Yılmaz’ın yönettiği Karacaoğlan’ın Kara Sevdası filminin setinde karşılaştığını söyledi. Acı, Ağıt, Umutsuzlar ve Yarın Son Gündür filmlerinde reji asistanı olarak görev yaptığı zamanlarda da Yılmaz Güney’le çalışan Ahmet Soner, Güney’in senaryosunu yazdığı Yol filminde de görev aldığını, Yılmaz Güney’in çekimlerde çalışanların fikrine çok önem verdiğini anlattı.
2. Dersim Uluslararası İnsan Hakları Film Festivali’nde Yılmaz Güney ve Sineması Paneli yazısına devam et
Suya Şükran Günü’ne Çağrı
Bundan yaklaşık iki yüz yıl önce, Çiçek Baba Dağı’nın kalbinden Köyceğiz Gölü’ne akan nehir kurur. Yeniden akmaya başlayan su, halkın canına can katar. Yuvarlana yuvarlana Köyceğiz Gölü’ne varan bu bereketli suyun adı Yuvarlakçay olur. Ancak ne var ki zaman değişir. Tüm yaşamın, bolluk ve bereketin kaynağı su artık elektriğin kaynağı olarak görülür. Yedi köyün ahalisi sularının ellerinden alınmasına izin vermezler. Suya Şükran Günü ilân ettikleri 27 Mayıs’ı her yıl şenliklerle kutlamaya başlarlar. Beyobalılar herkesi Suya Şükran Günü şenliklerine davet ediyor, sularına sahip çıkmaya çağırıyor.
Suya Şükran Günü’ne Çağrı yazısına devam et
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler, 18 – 24 Mayıs 2012 Haftalık (Weekly) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Pamuk Prenses ve Avcı
Rupert Sanders’in yönettiği ve Kristen Stewart, Charlize Theron, Chris Hemsworth ile Sam Slaflin’in oynadığı Pamuk Prenses ve Avcı (Snow White and the Huntsman), 01 Haziran 2012’de UIP Filmcilik dağıtımıyla UIP Filmcilik tarafından vizyona çıkarıldı.
Filmde, Kristen Stewart, ülkede kötü kraliçeden daha güzel olan tek kişiyi, Pamuk Prenses’i canlandırıyor. Onu ortadan kaldırmak isteyen kötü kraliçenin aklına gelmeyen bir şey vardır: Hükümdarlığını tehdit eden genç kadın, onu öldürmesi için gönderilen Avcı’dan savaş sanatı konusunda eğitim almaktadır.
Yeşilçam, Akademisine ve Akademi Ödüllerine Kavuşuyor
Senaryo yazarları, yapımcılar, yönetmenler, oyuncular, görüntü yönetmenleri, sanat yönetmenleri…
Sadece ulusal değil, uluslararası arenada da sinemamızı onurlandıran tüm üretici ve yaratıcı güçler, Yeşilçam Film Akademisi’ni (YEFA) kuruyor.
04 Haziran 2012 tarihinde Cemal Reşit Rey Salonu’nda yapılacak ödül töreninde, Yaşam Boyu Onur Ödülü, Başar Sabuncu’ya, 2011 Gişe Kıran Ödülü Eyyvah Eyvah 2 filmine verilecek, sektör ödülleri ise törende açıklanacak.
Yeşilçam, Akademisine ve Akademi Ödüllerine Kavuşuyor yazısına devam et
Yasak Koyma! Sinema Yap, Özgür ve Demokratik Bir Toplum Yarat!
Özgür Sinemacılar Manifestosu
Hepimiz Sinemacıyız!
Aristoteles’in dediği gibi; kurmaca (fiction), bir ilişkilendirme ve yapılandırma operasyonu olarak yaşama biçim ve anlam verdiği için.
Ranciere’in altını çizdiği gibi; olgusal gerçekliği düşünebilmenin, onu önce kurgulamaktan, yani kavranılır mantıksal bir yapı haline getirmekten geçtiği için.
Bu anlamda, hepimiz kurguluyoruz.
Yaşama biçim ve anlam veriyoruz; gerçekliği algılıyor ve düşünüyoruz.
Yani, hepimiz sine-masallar anlatıyoruz.
İşte bu nedenle:
“Hepimiz sinemacıyız”, diyoruz.
Ayrıcalıklı bir olgusal sosyolojik konum ya da sadece reel bir meslek grubu olarak değil.
Tersine, herkesi özgürleşmeye davet eden bir evrensel sesleniş öznesi, bir paradoksal özneleşme ve özdeşleşme olarak: “Hepimiz Sinemacıyız”, diyoruz…
Adaletin evrensel vicdani olarak, “Hepimiz, İstanbul’da, Küçükçekmece’de, Halkalı’da, Diyarbakır’da, Lice’de, Kızıltepe’de, Uludere’de ölen çocuklarız”, diye haykırmak gibi…
Sinema şeridinin kurgusal evreninden, imgeleminden çıkıp gelen öznelerle “Hepimiz sinemacıyız” derken, özünde bir sine-masal fikir olarak biz bu çılgın topraklarda tüm farklılıklara rağmen hep birlikte yaşayabilecek ve bunu algılayıp düşünebilecek özneler; herkesi ortak insanlık paydasına davet edebilen demokratik-evrensel öznellikler yaratabilecek bir halkız diyoruz.
Yani herkes yaşamda kendi etnik kökeninin, sosyolojik-olgusal konumunun ve icra ettiği mesleğinin yanında bir de yaşamda “sinema” yaptığı için bir objektif zemin haklılığı bulanarak da “Hepimiz sinemacıyız” demiyoruz.
Bitmek bilmeyen bir savaş ortamında, yüreklerin yandığı ve duyguların kabardığı bir toplumsal atmosferde, sadece etnik, cins, ulus, din ve mezhep kimliklerinin tüm halkın özdeşleşeceği tek özne-isimler olarak yukardan aşağıya zorla dayatılmasının ötekini yok sayma; mağduriyet hissinden nefret söylemine geçmenin, ötekini yok etme mantığına, sokak linçlerine varan tehlikeli sonuçlarına dikkat çekmek için; düşünceyi ve vicdanı devreye sokan, paradoksal-demokratik-evrensel öznellik önermelerinde bulunmak gerektiği için bunu söylüyoruz…
Kısacası, “Hepimiz sinemacıyız”, diyerek, özünde bu topraklarda ne tür bir “toplum öznelliği” kurgulamakta ve düşünmekte olduğumuzu soruyoruz.
Her şeyden önce, temel bir soru olarak:
Ne yapmalı?
Ne tür bir öznellik kurgulamalı?
Bu güzel ve çılgın ülke gerçekliğini bilinçlerde ve vicdanlarda nasıl yapılandırılmalı, algılanmalı ve düşünmeli?
Bu bereketli ve acılı topraklarda yaşama ne tür biçimler ve hangi anlamlar verilmeli?
Kutsallıklar adına yaşanan akıl tutulmaları ve öfke selleri içinde süren savaşların, etnik katliamların, bombalamaların, sokak linçlerinin, karanlık ölümlerin; vücutlara belli bir yaşam tarzını her türlü iktidar zoruyla kanla kazımaya çalışma narsizminin; daha doğmamış yaşamları dahi ana rahminde devlet jinekologluyla dizayn etme histerisinin kaynağı olan özdeksel-aynılık-kimliklerinin baskıcı hiyerarşik dünyasını mı kurgulamalıyız?
Yoksa düşüncede yakılan özgürlük kıvılcımlarıyla duyarlılıkta yaratılan eşitlik hisleriyle tüm kimliklerde öznel-ihtilaller yaratan, özgür, eşit ve çoğulcu bir biçimde bir arada yaşamaya davet eden bir demokratik toplum öznelliği ve evrensel bir aidiyet duygusu mu tasarlamalıyız?
Önce kafalarda ötekiler yaratan, sonra öfke seli içinde kabararak bu ötekilere yaşam hakkı tanımayan; emir komuta zinciri içinde uygun adımlarla yürüyen, her türlü farklılıklara kin ve nefretle bakan, linççi bir toplum öznelliği mi kurgulamalıyız?
Yoksa tüm kimliksel var oluşların duyarlılığında, kimliklerin kendi kendilerini ve dünyayı algılama imgelemlerinde; farklılıkları tasarımlama biçimlerinde öznel-özgürleşmeler yaratan bir kurgulamayla hiçbir kimlik etiketi, hiç bir hiyerarşik biçim, hiç bir emir komuta zinciri ve iktidar gücü tarafından dayatılamayan, meşrulaştırılmayan bir adilâne-demokratik yurttaşlık öznelliği, bir ortak-insanlık paydası kurmacası mı yaratmalıyız?
Kısaca “Hepimiz sinemacıyız”.
Çünkü zaten hepimiz her halükârda kurguluyoruz.
Sinemasallar anlatıyoruz.
Bir fikir, bir inanç çerçevesinde, yaşama ve gerçekliğe bir biçim ve bir anlam veriyoruz.
Ama bu güzel ve çılgın ülke topraklarında hep birlikte özgür, eşit, mutlu ve barış içinde çoğulcu bir yaşam için ne tür öznel kurmacalar tasarlanmalıdır?
Hangi Sine-Masallar anlatılmalıdır?
Önce bu temel soruyu sormalıyız.
Tek tip toplum kışlaları, sadece her türlü güce ve apoletlere itaat eden hazır kıta modelleri mi tasarlanmalı?
Uygun adımlarla yürüyen toplumsal mangalar mı kurgulanmalı?
Sadece kendi hastalıklı kendisiyle-aynılık narsizminde bir yaşam motivasyonu gören; mağduriyet ve nefret söylemi arasında sıkışıp kalmış, ancak ötekilere ve farklılıklara karşı düşmanlık duyguları ve histerik savaş çığlıklarıyla kendini var edebilen iktidarsız ve tekrarcı bir gençlik mi dizayn edilmeli?
Haydi, kızlar askere, diyen; popülizmin ucuz sosuna batırılmış, vicdan ve akıl tutulmaları mı yaratılmalı?
Yoksa yaşamı barış ve mutluluk temelinde biçimlendiren öznelliklerle herkese açık olarak tasarımlanan evrensel bir ortak-insanlık paydası mı tasarlamalıyız?
Yani uygun adımlar yerine, her daim kendi adalet duygusunun, vicdanının ve zihninin aykırı adımlarıyla yürüyebilen; kendi insani prensipleriyle ve inançlarıyla yaşamını biçimlendirip anlamlandırarak hissedip, düşüp yaşayabilen, özgür ve eşit bireylerden ve yurttaşlardan oluşan demokratik öznellikler dünyasını mı kurgulamalıyız?
Seçim özgür sinemacıların…
Yani tüm yurttaşların…
“Hepimiz Sinemacıyız”
(02 Haziran 2012)
Metin Gönen
Arka Pencere Dergisi, Romy Schneider’i Hatırlıyor
Arka Pencere Dergisi, 135. sayısında, kapağına Romy Schneider’i yerleştiriyor. Tunca Arslan, Trendeki Yabancı köşesinde, 30. ölüm yıldönümünde Romy Schneider’i hatırlıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Moonrise Kingdom, Siyah Giyen Adamlar 3, Kan ve Aşk, Edepsiz Kız, Canavarlar Sofrası ve Sevimli Kedi İş Başında yer alıyor. Dikkat çekici hatırlatmalar bulacağınız Arka Pencere Dergisi’nin 135. sayısı bir Alfred Hitchcock alıntısıyla sona eriyor: “Dağıldığınızı hissediyorsanız, hemen denenmiş ve doğrulanmış yöntemlere el atmalısınız.”
Arka Pencere Dergisi, Romy Schneider’i Hatırlıyor yazısına devam et