Ankara Büyülüfener Sinemaları, 04 – 10 Mayıs 2012 seansları için tıklayınız.
Günlük arşivler: 30 Nisan 2012
Sinemada Belgesel Film Seyretmek, Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir
Sinema tarihimizin kaynaklarına baktığımız zaman 1934 yılında, diğerlerinin yanında, iki kısa film çekildiğini görürüz. Bunlar yönetmenliğini Nazım Hikmet Ran’ın yaptığı, Özön’ün, “kısa film” dedikten sonra “görsel denemeler” diye de vasıflandırdığı İstanbul Senfonisi ve Bursa Senfonisi’dir. Bu filmlere şimdilerde ulaşmak mümkün görülmüyor. Üzerinden geçen zaman, iki önemli depo (film deposu) yangını, filmlerin türü -“belgesel film”- olmaları… İstanbul birçok filmimize dekorluk etmiş bir kentimizdir, İstanbul Senfonisi‘nden başkaca filme, belgesel olarak malzeme olmuş mudur bilemiyorum, taa Akad Usta’nın 1990 çektiği İstanbul belgeseline kadar.
Akad’ın, TV için hazırladığı (sinema filmi değil) dört bölümlük belgesel dizi, “Doğuş” adlı giriş bölümünden sonra “dramatik – belgesel”e dönüşen bölümleri ile “İstanbul Bir Şarkıdır”, “İstanbul Bir Özlemdir”, “İstanbul Bir Kavgadır” ile devam eder. Karadeniz’den İstanbul Boğazına giriş ile başlayan, Doğuş bölümü bir belgesel olurken, her biri alt başlıklar taşıyan diğer bölümler, dramatik-likleri de içeren, İstanbul üzerine belgeseldirler. 1934’de yapılan ve Özön’ün görsel deneme dediği İstanbul Senfonisi, kısa film süresi (!) içinde İstanbul’u görselleştirirken hangi içeriği taşıyordu bilemiyoruz ama bu -bugün artık mega olmuş olan- kentimiz üzerine yapılmış ilk belgesel çalışmadır.
Belgesel filmlerin ticari sinemalarda gösterilmesi pek alışık olmadığımız bir şey ama bu son yıllarda değişiyor. Sinemamız için (seyircimiz içinde) pek ilgi çekmeyen belgesel sinema, bu icadın başlangıcından beri çeşitli biçimlerde ve farklı konularda kullanılmış ve sinemanın -kurmaca filmlerden de- önemli bir parçasını oluşturmuştur. Bizde, başlangıç dönemi yönetmenleri sinema filmi olarak bazı belgesel çalışmaları yaptılarsa da bu konuda fazla yapıt verilmemiş, sonraki dönem yönetmenleri ise aynı konuda televizyonlar (veya bir takım kurumlar) için çalışmalar yapmışlardır. Dünyada önemli sinemacıların uğraş alanı olmuş dalda, uzun yıllar bu alanda çalışmış yönetmen Joris İvens’in (1898-1989) adını anmakla yetinelim.
Sinemamızda son yıllarda çekilmiş olan bazı uzun metraj belgesel filmlerin ticari gösterime çıkmaları sevindirici bir olaydır, bir sinema olayıdır. Bunların sonuncusu ise bu hafta (04 Mayıs 2012) gösterime çıkmış olan “Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir“dir. Yönetmenliğini İmre Azem’in yaptığı film, İstanbul üzerine bir belgeseldir ama şehri anlatmak gibi bir derdi yoktur. Animasyon türündeki giriş bölümünde şehrin tarihçesi ele alınırken, günümüzde (2008 yılında) şehirde yapılan kentsel dönüşüm çalışmalarının şehri, nasıl şehir olmaktan çıkardığını anlatılmaktadır. Bu program (kentsel dönüşüm) ile nasıl şehrin yoksul bir kısım sakinlerinin yerinden edildiği, toplu konut ve sosyal konut diye yapılan binalar (daireler) ile nasıl ihtiyaç fazlası (giderek daha da artacak sayıda) daireler yapıldığı, ulaşımı kolaylaştırmak amacı ile yapılan iki boğaz köprüsünün (üçüncüsü de plânlanıyor) ulaşımı dahada sıkışık hale getirdiği (ve getireceği) gösteriliyor ve doğuracağı sonuçlar için uyarıda bulunuluyor.
Belgesel bir filmin, sırf olanları göstermenin ötesinde, olanları (gösterdiklerini) yorumlama gibi işlevi de vardır. Bu yorumlama gösterilen olaylarla ilgili olmalıdır. Ekümenopolis ise gösterdiklerinin ötesinde, yapılması plânlananlara da dayanarak -ileride- doğabilecek sonuçlardan da söz ederek, -bu bir fal bakmak değildir- toplumu bilgilendirirken, gelecekte karşılaşılabileceklere de dikkat çekmeye çalışıyor. Bu hafta “tek” sinemada gösterime giren film, ticari gösterim öncesinde bir kısım özel gösterimlerde gösterilmiş ve yurtdışı festivallere katılmış (ödüller almış), yurt içinde -dalında- SİYAD tarafından ödüllendirilmiş bir çalışma olarak, sırf bir “belgesel film” olmayı aşarak “toplumsal” özelliğini de kazanıyor. Yukarıda da yazdığım gibi, bu filmi yapmak bir falcılık değildir. Şehircilik, sosyolojik, psikolojik sonuçları ile geliyorum diyen bir sonucu belgelemeye çalışan İmre Azem ve ekibinin çalışmasının, yanılgı ile sonuçlanmasını dilerim. Her gün içinde bulunduğum, yaşadığım ve kaos’un bugün ulaştığı bir kısım olgularını gözlemlediğim şeylerin varabileceği noktaları düşününce, bu yanılgının nasıl olabileceğini tasarlayamıyorum.
Not: Bunu metnin içine yazmadım. Ben İstanbul’a geldiğimde (1983) Avcılar ile telefon görüşmeleri “şehirlerarası” yapılmak idi. Ve İstanbul’un doğu girişi ile batı çıkışı arasının 80 kilometre olduğu söyleniyordu, bugün 100 kilometreyi çoktan aştık.
(07 Mayıs 2012)
Orhan Ünser