Can, Sundance Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü Kazandı

Yapımcılığını Defne Film Prodüksiyon ve Efekt Yapım’ın ortaklaşa yaptığı, Raşit Çelikezer’in yönettiği, başlıca rollerinde Selen Uçer, Serdar Orçin, Yusuf Berkan Demirbağ ve Erkan Avcı’nın yer aldığı Can filmi Sundance Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Yönetmen Raşit Çelikezer ödülü alırken yaptığı konuşmada, filminin küçük bir çocuğun zor günlerini anlatıldığı bir hikâye olduğunu söyledi. Ardından ödülü kızı Defne ile birlikte tüm çocuklara, yani ‘geleceğin yaratıcılarına’ ithaf etti. Üç kıtada daha bir çok festival katılacak olan Can, 16 Mart 2012 Cuma günü Tiglon Film dağıtımıyla Türkiye’de vizyona girecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Can, Sundance Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü Kazandı yazısına devam et
  • Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali

    Anadolu Üniversitesi Sinema Kültürünü Geliştirme Birimi tarafından düzenlenen, Türkiye’de “üniversite” kimliği taşıyan uluslararası uzun metrajlı tek film festivali olan Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali, 02 – 09 Mayıs 2012 tarihleri arasında kapılarını sinemaseverlere açıyor.
    Festival kapsamında gösterilecek 48 uzun metraj ve 35 kısa film ile Eskişehir yine sinemaya doyacak. 13 yıl önce “sinema günleri” olarak başlayan etkinlik, tüm Eskişehir’in heyecanla beklediği, kent dışından da sinema meraklılarını çeken bir film festivali haline dönüştü.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber, bağlantı, gösterilecek filmler hakkında geniş bilgiler ve yüksek çözünürlüklü afişlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Anadolu Üniversitesi 14. Uluslararası Eskişehir Film Festivali yazısına devam et
  • Göçmen Çocukların Hepsi Göçüp Gitti

    Ben Gazzara üç yıl önce, en sevdiği filmlerini, en beğendiği işlerini şöyle sıralıyordu: “Husbands” (1970), “Saint Jack” (1979) ve “The Killing of a Chinese Bookie” (1976). Bu üç filmin ilki ile sonuncusu sevgili dostu John Cassavetes’in yönettiği filmlerdi. “Saint Jack” ise, bir Peter Bogdanovich filmiydi. Yönetmen, Paul Theroux’dan uyarladığı 1979 yapımı filmde Gazzara’ya başrol vermişti: Singapur’da bir genelev işleten Amerikalı Jack Flowers. Genelde karakter oyuncusu muamelesi gören Gazzara için hakedilmiş bir başrol olduğu gibi, hoş da bir sürpriz.

    Ancak burada esas olan “Husbands / Kocalar”. John Cassavetes filmlerinin aktörleri, birbirine bağlı bir ekip, bir büyük aile oluşturur. Başlıca üyelerini Ben Gazzara, Peter Falk, Seymour Cassel ve elbette Cassavetes’in eşi Gena Rowlands gibi dost oyuncuların oluşturduğu bir aile. “Husbands”da da, Yunan mültecilerin oğlu John Cassavetes, İtalyan (Sicilyalı) mültecilerin oğlu Biagio Anthony (Ben) Gazzara ve Doğu Avrupalı Musevi mültecilerin oğlu Peter Michael Falk, üç iyi arkadaş olarak, üç iyi arkadaşı oynamışlardı. John Cassavetes 1989’da henüz 50 yaşındayken toparlanıp gitmişti. İyi oyunculuğuna rağmen hep Columbo olarak tanınan Peter Falk da geçen yılın Haziran’ında 83 yaşında öldü. Ekipten geriye bir tek Gazzara kalmıştı. O da 81 yaşında pankreas kanserine yenik düşüp hayata veda etti.

    “Saint Jack”in yönetmeni Peter Bogdanovich, “Artık O’nun gibi aktör çıkmıyor, çok özleyeceğim,” demiş. Eh, o da neredeyse Cassavetes kadar yakından tanırdı oyuncusunu. Meslektaşı O’nu Gazzara’nın oynadığı “Opening Night”ın bir sahnesine figüranlık yapsın diye çağırmış, tiyatrodaki bir seyirci rolüyle. O sıralarda “Saint Jack”i çekmeyi plânlayan Bogdanovich, “Ben’i çok sevdim,” diyor. Filminin baş karakteri Jack Flowers’a çok uyacağını düşünmüş. Bir müddet, yeterince meşhur olmadığı için Gazzara’yı istemeyen Paramount ile boğuşmuş. Sonra Roger Corman’a başvurmuş. Gerçi üstat ucuza malettiği filmlerle bilinir ama Bogdanovich, “Bu herhalde en çok para harcadığı film olmuştur,” diyor. Senaryo üzerinde Gazzara ile birlikte çalışmışlar. “Bu aktörler yaşadığım en yoğun deneyimlerden biridir.” Paramount da oyuncusunun marifetini görüp O’nu “Bloodline”da Audrey Hepburn’la oynatmış. Böylece de ayrılıkla biten bir aşka sebep olmuşlar. Bogdanovich ile Gazzara “They All Laughed”de de birlikte çalıştılar.

    Bogdanovich’in Ben Gazzara’ya bayılmasının şaşılacak bir yanı yok. Hayattaki ilk eleştirisini, henüz okuldayken onun Calder Willingham karakteriyle Broadway’de büyük bir başarı kazandığı “End As a Man” için yazmış çünkü. Sonra O’nu, aralarında “Cat on a Hot Tin Roof / Kızgın Damdaki Kedi”nin de olduğu başka birkaç oyunda izlemiş. “Bir yerinde sürekli Maggie konuşuyordu, Brick de pencereden dışarı bakarak, “Haklısın, Maggie,” gibi şeyler söylüyordu. Ve gözünüzü ondan ayıramıyordunuz. Mıknatıs gibi çekiyordu.”

    Biagio Anthony Gazzara (arkadaşlarının deyişiyle Benny) Manhattan’dan, Aşağı Doğu Yakası’nın sokaklarından gelme afili bir delikanlı, İtalyan bir göçmenin A.B.D.’de doğmuş oğlu olarak oyunculuğa Broadway’de adım attı. Actor’s Studio ekibinden biri olarak (Cassavetes’le oradan arkadaş), Broadway’e “End as a Man”in Jocko de Paris’iyle girdi. Sonra 1955 Mart’ında Tennessee Williams klâsiği “Cat on a Hot Tin Roof”ta, Burl Ives’ın alkolik oğlu Brick’i oynamaya başladı. Maggie ise, “Dallas”ın Miss Ellie’si Barbara Bel Geddes’ti. Elia Kazan yönetiyordu. Oyun 1956 Kasım’ına kadar oynadı ama Ben Gazzara 1955 sonbaharında başlayan bir başka Broadway oyunu için kadrodan ayrıldı. “A Hatful of Rain”de uyuşturucu müptelâsı Johnny Pope’u oynadı ve Tony Ödülü kazandı.

    Zaman zaman bize boyu daha kısaymış gibi gelse de (hatta sık sık Ben Kingsley ile karıştırılsa da), Ben Gazzara 1.82 boyunda esmer, yakışıklı bir aktördü. 2004 yılında 23. Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne geldiğinde de bu tariflerin geçerli olduğunu gördük ama siyah saçları kırlaşmış, tepede iyice seyrelmişti. Ancak o zengin, kalın sesi değişmemişti. Dört paket sigaradan puroya geçmenin yararını görmüştür belki. Gene Manhattan’da ama bu sefer Yukarı Doğu Yakası’nda yaşıyordu. Sag Harbor’da bir evi, İtalya’da bir villâsı varmış, yılın yarısını burada geçiriyormuş. İtalyan filmleri çevirirken buraya alışmış. “O filmler, İtalyanlar’ın sevdiği, ama İtalya dışına çıkmayan filmlerdi,” diyordu. “Olsun… İnsan kendisini nerede seviyorlarsa, oraya gider.”

    İtalyan filmi dedik de, o festivalin yıldızı olmasını üç Cassavetes filmi : “Kocalar / Husbands” (1970), “Çinli Bir Bahisçinin Ölümü / The Killing of a Chinese Bookie” (1976) ve “Açılış Gecesi / Opening Night” (1977)) ile bir İtalyan filmine, Marco Ferreri’nin Ornella Muti’li “Sıradan Delilik Öyküleri / Tales of Ordinary Madness”ına (1981) borçluydu. Kendini alkol ve seksin koynunda kaybetmiş şair Charles Serking’i oynuyordu. Striptiz kulübü sahibi Cosmo Vitelli ile de “The Killing of a Chinese Bookie”nin başrolündeydi. Hani unutur ya da Kingsley ile karıştırır gibi olursak diye, damardan Ben Gazzara…

    Ama belki de ‘meşhur’ olmayışının nedeni, onun tercihlerinde yatıyordur. “İdealist olduğum için öyle çok film teklifini geri çevirdim ki,” diyordu. “Saftım. Fırsatlardan pek yararlanamadım. Eğer bugün aynı şansa sahip olsam, hepsini kabul ederdim, çünkü sizi nereye götüreceğini bilemezsiniz.” Kim bilir, belki de en çok “Road House”taki (1989) biseksüel kötü adamıyla hatırlanan Gazzara gene de iyi etmiş diyoruz. Yoksa aktör olarak aynı saygınlığa sahip olamayabilirdi. Son yıllarda da, “The Thomas Crown Affair”deki rolünü saymazsak, gene bağımsız cenaha meyil göstermişti: “Buffalo ’66”, “Happiness”, “The Big Lebowski” ve Spike Lee filmi (gene çete reisi) “Summer of Sam”. “Dogville”i de unutmuyoruz, tabii. Bu sayede, birlikte çalıştığı ilginç yönetmenlerin arasına Lars von Trier’i de katmış oldu.

    İlk oyunundan uyarlanan “The Strange One”da (1957), sorunlu askeri öğrenciyi bir kez daha oynadı (ilk filmi). İki yıl sonraki “Anatomy of a Murder”da ise (1959) bir başka askeri, James Stewart’ın avukat karakterini kandıran Teğmen Manion’u canlandırıyordu. Kitabını önceden okumuştuk, heyecanla filmi bekliyorduk. Hayli bekledik, malûm o zamanlar filmler geç gelirdi ama hayalkırıklığına uğramadık. Bu film onun bir yıldızla ilk kez oynayışıymış. James Stewart’la birbirlerini pek sevmişler, başbaşa yemekler yemişler. Onun ciddiyetini, disiplinini ve çalışkanlığın takdir ettiğini söylerdi. Stewart da Gazzara’nın yeteneğine hayran kalmıştı.

    Ama “The Strange One”ın Jocko’sunu kimseye kaptırmadığı halde, diğer iki oyun beyazperdeye aktarılırken rollerine sahip çıkamadı. Brick’i sinemada Paul Newman oynadı (Doğrusu çok da iyiydi), “A Hatful of Rain”in (1957) başrolü ise bir yıl önce Don Murray’e nasip olmuştu zaten. Gazzara, ülkesi A.B.D.’de en çok, yukarıda bahsi geçen “Road House” ile (televizyonda en sık oyanayan filmiymiş) ve TV dizisi Run for Your Life’ın (1965-68) Paul Bryan’ı olarak tanınıyor. Biz ise, diğer performanslarını da inkâr etmesek bile, onun Cassavetes’li filmlerini hasretle anıyoruz.

    (05 Şubat 2012)

    Sevin Okyay

    İlhan Kantarcı’yı Kaybettik

    Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı, tiyatro ve sinema oyuncusu İlhan Kantarcı, 27 Ocak 2012 Cuma günü geçirdiği kalp krizi neticesi hayatını kaybetti. Sersem Kocanın Kurnaz Karısı, Rumuz Goncagül ve Ağaçlar Ayakta Ölür oyunlarıyla hatırlanan İlhan Kantarcı sinemada Behzat Ç.: Seni Kalbime Gömdüm filminde de rol aldı. Sanatçının cenazesi 29 Ocak 2012 Pazar günü (bugün) saat 10:30’da Ankara Büyük Tiyatro’da düzenlenecek törenin ardından Kocatepe Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Karşıyaka Mezarlığı’na defnedilecek. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    İlhan Kantarcı’yı Kaybettik yazısına devam et
  • 4. Altın Bamya Ödülleri

    Altın Bamya Akademisi ön jürisi 2011 yılında sinemalarda gösterime giren yerli sinema filmlerini değerlendirerek 4. Altın Bamya Ödülleri adaylarını belirledi. Ayrıca, Altın Bamya Ödülleri – İzleyici Bamyası Ödülü sinemasever seyircilerinin etkinliğin web sitesinden 01 Şubat – 16 Mart 2012 tarihleri arasında yapacağı online oylama ile tesbit edilip sahiplerine verilecek. Altın Bamya Ödülleri, Türk sinemasında kadınlarla ilgili yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışların sinemada yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına, kadınlara dair alanların gittikçe daraltılmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı.

    4. Altın Bamya Ödülleri yazısına devam et

    2. Uluslararası Engelsiz Film Festivali

    Mind the AD – İstanbul tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Uluslararası Engelsiz Film Festivali, 21 – 26 Mayıs 2012 tarihleri arasında hayata geçiyor. Engellilik, iş göremezlik konusunda kısa ve uzun metrajlı filmlerle toplumda farkındalık yaratmayı ve bu bilincin güçlenerek yayılmasını sağlamayı hedefleyen Uluslararası Engelsiz Film Festivali, “herkes için eşit yaşam koşulları, eşit saygı ve adalet” ana temasıyla çalışmalarını sürdürmeye başladı. Ulusal alanda yarışma düzenlenecek olan festivalde En İyi Kısa Film, En İyi Senaryo ve Jüri Özel Ödülleri verilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber, bağlantı ve yüksek çözünürlüklü afişlere haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Uluslararası Engelsiz Film Festivali yazısına devam et
  • Tenekeci, Terzi, Asker, Casus

    Yılın en heyecanla beklenen filmlerinden biri, Gary Oldman’a şanlı meslek hayatının ilk Oscar adaylığını da getiren, “Tinker Tailor Soldier Spy” ya da John Le Carré okurlarının bildiği adıyla “Köstebek”ti. Yaklaşık bir aydır meraktan ölen birkaç kişi birbirimize ne zaman gösterileceğini sorup duruyorduk. Aslında “Köstebek”e aşina olup olmamayı kitapla sınırlamamak gerek, çünkü TRT’de de yayınlanan 1979 yapımı BBC mini dizisini de hayli izleyen vardı. Oysa, Ekşi Sözlük’teki bir maddeye göre, ilk bölümün yayınlandığının ertesi günü Günaydın Gazetesi’nde “Hiçbir şey anlamadık” başlıklı bir yazı çıkmış. Belki de Günaydın Gazetesi’ni tanımlayıcı mahiyette bir cümledir. Çünkü yaklaşık beş saatlik bir diziydi, hikâyesini gerine gerine anlatıyordu. Thomas Alfredson’un 127 dakikalık filminin ise böyle bir lüksü yok.

    Ama oyuncular açısından, diziden geri kalmıyor. Alec Guinness, dizinin George Smiley’sinde parlak meslek hayatının en iyi performanslarından birini sunmuştu. Filmin Smiley’si Gary Oldman için de aynı şey söylenebilir. Öyle incelikli bir oyun sunmuş ki, rakipleri Dujardin ve Clooney’nin baskın varlıklarına rağmen, keşke Oscar’ı alsa diyoruz. Özellikle Karla ile karşılaşmasını anlattığı bölümde, filmin Peter Guillam’ı Benedict Cumberbatch’in (tesadüf işte: üçer bölümlük “Sherlock” ve “Sherlock 2” BBC mini dizilerinin Sherlock’u) geri çekilmiş, Pişekâr kıvamında oyununun da katkısıyla, cidden muhteşemdi.

    M16’dan uzaklaştırılmış arşivci Connie Sachs (Kathy Burke), onu yanına oturmaya çağırdığında sadece sol ayağı ile alt bacağının bir kısmını gördüğümüz halde, bunu yapmayı nasıl da istemediğini ama yapmak zorunda olduğunu biz mükemmelen anlatıyor. Bu hareket bana, “Tinker Tailor Soldier Spy”ın Kontrol’u John Hurt’ün bir başka filmdeki benzer bir hareketini hatırlattı. “Partners”da masa başında çalışmayı yeğleyen polis karakteri Kerwin, gay cinayetlerini çözmek için Ryan O’Neal’in Benson’ı ile ‘ortak’ olur. Kerwin, müdürün kapısının önünde iskemleye oturmuş çağrılmayı beklerken durumdan haberdar değildir. Biz de onun gay olduğunu bilmeyiz. Ama emsâlsiz John Hurt bedeninin üçte birini arkadan gördüğümüz bir sahnede sadece bacak bacak üstüne atıp, üstteki bacağının pantalon paçasını yukarı çekişiyle bunu bize anlatmıştı.

    Pek tanınan takma adıyla John Le Carré ya da John Moore Cornwell / James David Cornwell, Soğuk Savaş yıllarında, SSCB’nin istihbarat teşkilâtı baş düşman iken casustu. Oxford mezunu yazar hem Britanya’daki etkinliklerden sorumlu M15’te, hem de ülke dışındaki olaylardan sorumlu M16’da çalışmıştı. 1964’te üçüncü romanı “The Spy Who Came In From the Cold / Soğuktan Gelen Casus”un başarısı üzerine casusluğu bıraktı. Kitabında anlattığı “Köstebek” olayına da birinci elden vakıf. M16’nın üst kademesinde yer alan ama SSCB adına çalışan casusların yabancısı değil. O dönemde İngiliz Gizli Servisi’nde Cambridge mezunu iki taraflı casuslar, faaliyet gösteriyordu. Le Carré içlerinden en tehlikelisini, Kim Philby’yi tanıyordu.

    Kitabı okumamış, diziyi de görmemiş olsanız bile, “Tinker Tailor Soldier Spy”ın yönetmeni ve kadrosu merakınızı uyandırmıştır. Filmi, “Let the Right One In/Gir Kanıma” (2008) ile tanıdığımız Tomas Alfredson yönetmiş. Kadrosu da tıpkı zamanında mini dizinin olduğu gibi, genelde seçkin İngiliz aktörlerden oluşuyor. Yönetmen de filmin Noel partisinde, çakırkeyif bir konuk olarak rol almış. Bu arada, aşağıda bahsi geçmeyen önemli bir karakterde, kaçak ajan Ricky Tarr’da Tom Hardy’nin nefis oyununu da unutmayalım.

    Ancak kahramanımız, Smiley. Göze çarpmayan, çarpmayı da sevmeyen, zeki, gözlemci, orta yaşlı, gözlüklü, kendi halinde bir adam. George Smiley, John Le Carré’nin Karla Üçlemesi’nin ilk kitabı “Köstebek”in merkezindeki kişi. En büyük özellikleri, görevini her şeyin üstünde tutması ve bir ihanet ortamında sadakate inanması. Her şey, onun sağ kolu olduğu Kontrol’un, ajanlardan Jim Prideaux’yu (Mark Strong) zor bir görevle Çekoslovakya’ya yollamasıyla çığırından çıkar. “Aramızda çürük bir elma var,” der Kontrol. M16’ya takılan isimle Sirk’in üst kademelerindeki beş kişiden birinin Sovyet casusu, teşkilâtlarının başındaki Karla’nın adamı olduğunu düşünür: Tinker/Tenekeci (Percy Alleline/Toby Jones), Tailor/Terzi (Bill Haydon/Colin Firth), Soldier/Asker (Roy Bland/Ciaran Hinds), Poor Man/Yoksul Adam (Toby Esterhase/David Dencik) ve kendi sağ kolu Smiley (Beggar Man/Dilenci). Ne yazık ki, İngiliz saflarına geçeceği sanılan general bir palavradan, olay da komplodan ibarettir, Prideaux vurulur.

    “Köstebek/Mole”, bir düşmanın gizli servisine nüfuz etmiş, halen orada çalışan kıdemli bir casus demek. Cambridge Casusları’nın varlığına karşın, gelmiş geçmiş en ünlü Köstebek de herhalde John Le Carré’nin köstebeğidir. “Tinker, Tailor, Soldier, Spy”ın senaryosu, başarılı bir karı-koca senaryo ekibinin: Bridgitte O’Connor ile Peter Straughan’ın imzalarını taşıyor. O’Connor ne yazık ki artık hayatta değil, film de ona ithaf edilmiş. Onlar ve yönetmen Alfredson, genelde yazarın ustaca yaratılmış dünyasını beyazperdeye başarıyla nakletmişler. Gene de bazı ayrıntılar hiç içimize sinmedi. Örneğin, Karla’nın sadece bir an arkadan gösterilmesi çok yerinde bir tercih ama Ann için yapılan benzer tercih olumlu sonuç vermemiş. Ann geçmişteki bir Noel partisinde çeyrek yan ve arka plândan gösteriliyor. Ama bu Ann, kitaptaki karakterle hiç ilgisi olmayan biri. Güzel ve aristokrat genç bir İngiliz hanımdan çok, İspanyol (giysi ve saç seçimi) dansözlerini andırıyor. Hatta İspanyol konsomatrisleri de böyle oluyordur herhalde. Macaristan’daki çekimlerin kitaptaki gibi ormanda değil, bir kafede, sokakta olması heyecan katsa da bu bölüm de hayli farklı. Hepsi bir yana da, gizli evin şifresi niye değişmiş acaba? Hangi havalandırma çıkışı, kapıya bırakılmış iki süt şişesinin yerini tutabilir?

    Neyse, bunlar kitabı çok seven birinin itirazları. Okumadınızsa eğer, böyle koşuşturmacasız, kovalamacasız ama gerilimi yüksek bir casusluk filminden çok hoşlanabilirsiniz. Ona bakarsanız, biz de çok hoşlandık.

    (04 Şubat 2012)

    Sevin Okyay

    Köprüde Buluşmalar’da Ödül Alan Babamın Sesi, Rotterdam’da Yarışıyor

    29. Uluslararası İstanbul Film Festivali kapsamında düzenlenen Köprüde Buluşmalar’da iki ödül kazanan Babamın Sesi, 25 Ocak – 05 Şubat 2012 tarihlerinde yapılan 41. Rotterdam Film Festivali’nin ana yarışmasına seçildi. Perişan Film yapımı Babamın Sesi, proje aşamasında katıldığı Köprüde Buluşmalar çerçevesindeki Film Geliştirme Atölyesi’nde T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından verilen 10.000 ABD Doları ödülün yanı sıra Melodika tarafından verilen Ses Post Prodüksiyon Destek Ödülü’nü de almıştı.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Arka Pencere Dergisi’nden Angelopoulos Özel Sayısı

    Arka Pencere Dergisi, 118. sayısında, kapağına büyük sinemacı Theo Angelopoulos’u yerleştiriyor. Tunca Arslan, köşesinde, Kuzey Kore – Güney Kore sınırındaki bir köyde gördükleriyle, favori Angelopoulos filmi Leyleğin Geciken Adımı (To Meteoro Vima Tou Pelargou) arasında paralellikler kurduğunu anımsıyor. Vizyon filmleri eleştirileri arasında Artist, Berlin Kaplanı ve Karanlıktan Korkma yer alıyor. Derginin 118. sayısı, bir Angelopoulos alıntısıyla sona eriyor: “Tüm zorlukları, düşkırıklıkları ve sıkıntılarından ötürü, film çekmek nihayetinde insana özgü bir serüvendir.”

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Arka Pencere Dergisi’nden Angelopoulos Özel Sayısı yazısına devam et
  • 23. Ankara Uluslararası Film Festivali Ön Eleme Sonuçları Belli Oldu

    Dünya Kitle İletişimi Araştırma Vakfı’nca 15 – 22 Mart 2012 tarihleri arasında yapılacak olan 23. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin Ulusal Kısa Film ve Ulusal Uzun Film Yarışmalarının öneleme sonuçları belli oldu. 23 filmin başvurduğu Ulusal Uzun Film Yarışması’nda yönetmelik koşullarına uyan 16 film, ön seçici kurul tarafından değerlendirmeye alındı.
    Yapılan değerlendirme sonucu Aşk ve Devrim, Canavarlar Sofrası, Entelköy Efeköy’e Karşı, Güzel Günler Göreceğiz, Hicaz, İz, Mar, Nar ve Yangın Var adlı 9 filmin Ulusal Uzun Film kategorisinde yarışmasına karar verildi.

  • Basın Bülteni
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Ulusal Uzun Film Yarışması filmleri hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    23. Ankara Uluslararası Film Festivali Ön Eleme Sonuçları Belli Oldu yazısına devam et
  • 12. Uluslararası İzmir Film Festivali

    12. Uluslararası İzmir Film Festivali’nin, 21 – 28 Nisan 2012 tarihleri arasında düzenleneceği belirtildi. 1989 – 2000 yılları arasında Uluslararası İzmir Film Festivali olarak düzenlenen ve İzmir’in sinema alanında önemli bir açığını kapatan etkinlik, Başbakanlık Tanıtma Fonu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İzmir Kalkınma Ajansı destekleri ve İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı ile Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü işbirliğiyle onbir yıl sonra yeniden hayata geçiriliyor ve sinemaseverlerle tekrar buluşuyor Festival programında Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması, Kısa Film Ödülleri, dünya sinemasından örnekler, atölyeler, sergiler ve söyleşiler yer alacak.

    12. Uluslararası İzmir Film Festivali yazısına devam et

    Selen Uçer ve Serdar Orçin, Sundance’ta UCLA Film ve Televizyon Okulu’nun Dekanı ile Tanıştı

    Can filminin başrol oyuncuları Selen Uçer ve Serdar Orçin, Sundance Film Festivali bünyesinde verilen özel bir davette Amerika’nın en önemli sinema ve televizyon okullarından UCLA’nin Dekanı Teri Scwartz ile tanıştı. Filmleri koruma, restore etme ve arşivlemede çok önemli bir işlev üstlenen UCLA Film ve Televizyon Okulu’nun adına verilen bu davette Dekan Teri Schwartz, Selen Uçer ve Serdar Orçin’e Sundance’te olmalarının önemli bir deneyim olduğunu, Can’ı izlemek istediğini söyledi. Dekan Schwartz, ayrıca Türk sinemasının hayranı olduğunu da sözlerine ekledi.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Selen Uçer ve Serdar Orçin, Sundance’ta UCLA Film ve Televizyon Okulu’nun Dekanı ile Tanıştı yazısına devam et
  • Ruhi Su Belgeseli Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit’te

    Beşiktaş Belediyesi’nin, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Belgesel Sinemacılar Birliği’yle birlikte gerçekleştirdiği Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit etkinliği Ruhi Su belgeseliyle devam ediyor. Türk Halk Müziği sanatçısı Ruhi Su’nun hayatını konu alan, yönetmenliğini Hilmi Etikan’ın üstlendiği belgesel film, 01 Şubat 2012 Çarşamba günü saat 19:00’da Beşiktaş Belediyesi Levent Kültür Merkezi Onat Kutlar Sinema Salonu’nda ücretsiz gösteriliyor. Belgeselde, tüm engellere rağmen türkülerini söylemekten vaz geçmeyen Ruhi Su’nun ödün vermeyişi ve dünya görüşünü sürdürmesi anlatılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Ruhi Su Belgeseli Bir Belgesel, Bir Gazeteci, Çay ve Simit’te yazısına devam et