4. Altın Bamya Ödülleri

Altın Bamya Akademisi ön jürisi 2011 yılında sinemalarda gösterime giren yerli sinema filmlerini değerlendirerek 4. Altın Bamya Ödülleri adaylarını belirledi. Ayrıca, Altın Bamya Ödülleri – İzleyici Bamyası Ödülü sinemasever seyircilerinin etkinliğin web sitesinden 01 Şubat – 16 Mart 2012 tarihleri arasında yapacağı online oylama ile tesbit edilip sahiplerine verilecek. Altın Bamya Ödülleri, Türk sinemasında kadınlarla ilgili yanlış mitlerin, algıların, cinsiyetçi bakışların sinemada yeniden üretilip temsil edilmesine ve bu ayrımcılığın kanıksanır kılınmasına, kadınlara dair alanların gittikçe daraltılmasına bir eleştiri, bir karşı duruş, bir söz söyleme isteğiyle ortaya çıktı.

4. Altın Bamya Ödülleri yazısına devam et

2. Uluslararası Engelsiz Film Festivali

Mind the AD – İstanbul tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Uluslararası Engelsiz Film Festivali, 21 – 26 Mayıs 2012 tarihleri arasında hayata geçiyor. Engellilik, iş göremezlik konusunda kısa ve uzun metrajlı filmlerle toplumda farkındalık yaratmayı ve bu bilincin güçlenerek yayılmasını sağlamayı hedefleyen Uluslararası Engelsiz Film Festivali, “herkes için eşit yaşam koşulları, eşit saygı ve adalet” ana temasıyla çalışmalarını sürdürmeye başladı. Ulusal alanda yarışma düzenlenecek olan festivalde En İyi Kısa Film, En İyi Senaryo ve Jüri Özel Ödülleri verilecek.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Diğer haber, bağlantı ve yüksek çözünürlüklü afişlere haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    2. Uluslararası Engelsiz Film Festivali yazısına devam et
  • Tenekeci, Terzi, Asker, Casus

    Yılın en heyecanla beklenen filmlerinden biri, Gary Oldman’a şanlı meslek hayatının ilk Oscar adaylığını da getiren, “Tinker Tailor Soldier Spy” ya da John Le Carré okurlarının bildiği adıyla “Köstebek”ti. Yaklaşık bir aydır meraktan ölen birkaç kişi birbirimize ne zaman gösterileceğini sorup duruyorduk. Aslında “Köstebek”e aşina olup olmamayı kitapla sınırlamamak gerek, çünkü TRT’de de yayınlanan 1979 yapımı BBC mini dizisini de hayli izleyen vardı. Oysa, Ekşi Sözlük’teki bir maddeye göre, ilk bölümün yayınlandığının ertesi günü Günaydın Gazetesi’nde “Hiçbir şey anlamadık” başlıklı bir yazı çıkmış. Belki de Günaydın Gazetesi’ni tanımlayıcı mahiyette bir cümledir. Çünkü yaklaşık beş saatlik bir diziydi, hikâyesini gerine gerine anlatıyordu. Thomas Alfredson’un 127 dakikalık filminin ise böyle bir lüksü yok.

    Ama oyuncular açısından, diziden geri kalmıyor. Alec Guinness, dizinin George Smiley’sinde parlak meslek hayatının en iyi performanslarından birini sunmuştu. Filmin Smiley’si Gary Oldman için de aynı şey söylenebilir. Öyle incelikli bir oyun sunmuş ki, rakipleri Dujardin ve Clooney’nin baskın varlıklarına rağmen, keşke Oscar’ı alsa diyoruz. Özellikle Karla ile karşılaşmasını anlattığı bölümde, filmin Peter Guillam’ı Benedict Cumberbatch’in (tesadüf işte: üçer bölümlük “Sherlock” ve “Sherlock 2” BBC mini dizilerinin Sherlock’u) geri çekilmiş, Pişekâr kıvamında oyununun da katkısıyla, cidden muhteşemdi.

    M16’dan uzaklaştırılmış arşivci Connie Sachs (Kathy Burke), onu yanına oturmaya çağırdığında sadece sol ayağı ile alt bacağının bir kısmını gördüğümüz halde, bunu yapmayı nasıl da istemediğini ama yapmak zorunda olduğunu biz mükemmelen anlatıyor. Bu hareket bana, “Tinker Tailor Soldier Spy”ın Kontrol’u John Hurt’ün bir başka filmdeki benzer bir hareketini hatırlattı. “Partners”da masa başında çalışmayı yeğleyen polis karakteri Kerwin, gay cinayetlerini çözmek için Ryan O’Neal’in Benson’ı ile ‘ortak’ olur. Kerwin, müdürün kapısının önünde iskemleye oturmuş çağrılmayı beklerken durumdan haberdar değildir. Biz de onun gay olduğunu bilmeyiz. Ama emsâlsiz John Hurt bedeninin üçte birini arkadan gördüğümüz bir sahnede sadece bacak bacak üstüne atıp, üstteki bacağının pantalon paçasını yukarı çekişiyle bunu bize anlatmıştı.

    Pek tanınan takma adıyla John Le Carré ya da John Moore Cornwell / James David Cornwell, Soğuk Savaş yıllarında, SSCB’nin istihbarat teşkilâtı baş düşman iken casustu. Oxford mezunu yazar hem Britanya’daki etkinliklerden sorumlu M15’te, hem de ülke dışındaki olaylardan sorumlu M16’da çalışmıştı. 1964’te üçüncü romanı “The Spy Who Came In From the Cold / Soğuktan Gelen Casus”un başarısı üzerine casusluğu bıraktı. Kitabında anlattığı “Köstebek” olayına da birinci elden vakıf. M16’nın üst kademesinde yer alan ama SSCB adına çalışan casusların yabancısı değil. O dönemde İngiliz Gizli Servisi’nde Cambridge mezunu iki taraflı casuslar, faaliyet gösteriyordu. Le Carré içlerinden en tehlikelisini, Kim Philby’yi tanıyordu.

    Kitabı okumamış, diziyi de görmemiş olsanız bile, “Tinker Tailor Soldier Spy”ın yönetmeni ve kadrosu merakınızı uyandırmıştır. Filmi, “Let the Right One In/Gir Kanıma” (2008) ile tanıdığımız Tomas Alfredson yönetmiş. Kadrosu da tıpkı zamanında mini dizinin olduğu gibi, genelde seçkin İngiliz aktörlerden oluşuyor. Yönetmen de filmin Noel partisinde, çakırkeyif bir konuk olarak rol almış. Bu arada, aşağıda bahsi geçmeyen önemli bir karakterde, kaçak ajan Ricky Tarr’da Tom Hardy’nin nefis oyununu da unutmayalım.

    Ancak kahramanımız, Smiley. Göze çarpmayan, çarpmayı da sevmeyen, zeki, gözlemci, orta yaşlı, gözlüklü, kendi halinde bir adam. George Smiley, John Le Carré’nin Karla Üçlemesi’nin ilk kitabı “Köstebek”in merkezindeki kişi. En büyük özellikleri, görevini her şeyin üstünde tutması ve bir ihanet ortamında sadakate inanması. Her şey, onun sağ kolu olduğu Kontrol’un, ajanlardan Jim Prideaux’yu (Mark Strong) zor bir görevle Çekoslovakya’ya yollamasıyla çığırından çıkar. “Aramızda çürük bir elma var,” der Kontrol. M16’ya takılan isimle Sirk’in üst kademelerindeki beş kişiden birinin Sovyet casusu, teşkilâtlarının başındaki Karla’nın adamı olduğunu düşünür: Tinker/Tenekeci (Percy Alleline/Toby Jones), Tailor/Terzi (Bill Haydon/Colin Firth), Soldier/Asker (Roy Bland/Ciaran Hinds), Poor Man/Yoksul Adam (Toby Esterhase/David Dencik) ve kendi sağ kolu Smiley (Beggar Man/Dilenci). Ne yazık ki, İngiliz saflarına geçeceği sanılan general bir palavradan, olay da komplodan ibarettir, Prideaux vurulur.

    “Köstebek/Mole”, bir düşmanın gizli servisine nüfuz etmiş, halen orada çalışan kıdemli bir casus demek. Cambridge Casusları’nın varlığına karşın, gelmiş geçmiş en ünlü Köstebek de herhalde John Le Carré’nin köstebeğidir. “Tinker, Tailor, Soldier, Spy”ın senaryosu, başarılı bir karı-koca senaryo ekibinin: Bridgitte O’Connor ile Peter Straughan’ın imzalarını taşıyor. O’Connor ne yazık ki artık hayatta değil, film de ona ithaf edilmiş. Onlar ve yönetmen Alfredson, genelde yazarın ustaca yaratılmış dünyasını beyazperdeye başarıyla nakletmişler. Gene de bazı ayrıntılar hiç içimize sinmedi. Örneğin, Karla’nın sadece bir an arkadan gösterilmesi çok yerinde bir tercih ama Ann için yapılan benzer tercih olumlu sonuç vermemiş. Ann geçmişteki bir Noel partisinde çeyrek yan ve arka plândan gösteriliyor. Ama bu Ann, kitaptaki karakterle hiç ilgisi olmayan biri. Güzel ve aristokrat genç bir İngiliz hanımdan çok, İspanyol (giysi ve saç seçimi) dansözlerini andırıyor. Hatta İspanyol konsomatrisleri de böyle oluyordur herhalde. Macaristan’daki çekimlerin kitaptaki gibi ormanda değil, bir kafede, sokakta olması heyecan katsa da bu bölüm de hayli farklı. Hepsi bir yana da, gizli evin şifresi niye değişmiş acaba? Hangi havalandırma çıkışı, kapıya bırakılmış iki süt şişesinin yerini tutabilir?

    Neyse, bunlar kitabı çok seven birinin itirazları. Okumadınızsa eğer, böyle koşuşturmacasız, kovalamacasız ama gerilimi yüksek bir casusluk filminden çok hoşlanabilirsiniz. Ona bakarsanız, biz de çok hoşlandık.

    (04 Şubat 2012)

    Sevin Okyay