Yunanistan komşu bir ülke, tarihin bir döneminde Osmanlı topraklarında kalmış, oraların yaşayanları o zamanlar Osmanlı taba’sından sayılıyor. Fransız Devrimin dünyada oluşturduğu dalgalar nedeni ile başlayan milliyetçilik akımları oralarda da kendini gösterir ve Yunanistan adını alacak topraklar Osmalıdan ayrılır. Tarihin o dönemleri teknolojik olarak sinemanın icat edildiği günler olur ve bizim tarihimiz açısından, önce saraya giren sinema giderek önce gösterim yolu ile halka ulaşacak, sonra konulu film üretimi sıraya girecektir. Aynı günlerde benzer çalışmaların Yunanistan’da da olduğunu, aynı süreçlerin orada da yaşandığını ve Yunan Sineması denebilecek oluşumun başladığını söyleyebiliriz. Sinemamızın başlangıç dönemlerinde Yunanlılarla yapılmış ortak yapımlar (Beyoğlu Güzeli, Kimon Şarlo İstanbul’da), hatta bazı kaynakların Türk filmi olarak gösterdiği (Fena Yol) filminin -daha oluşmamış- Yeşilçam düzeninde gerçekleştirildiği hakkında bilgilere sahibiz.
Sinemalarımızda o zamanlar gösterime girmiş Yunan filmleri olabilir. Bu konudaki eksik bilgiyi gidermeye henüz sıra gelmedi. Sinema tarihimiz tamamlanmayı / araştırmayı gerektirecek birçok bilgi boşluğu ile dolu. Yine de adı ülke sınırlarını aşan bir Cacoyannis’in adı bizde de duyulmuş, filmleri azımsanacak sayıda da olsa gösterim olanağı bulmuştur. (Bu arada bizde Uçurum adı ile gösterilmiş bir Yunan filmi ile Aliki Vuyuklaki’nin oynadığı Dayak Cennetten Çıkmadır filminin bizde hayli ticari başarı kazandığı anımsadığım bilgiler.)
Bütün bunların sonunda önce yurtdışı festivallerde görülmüş filmleri ile basınımıza yansıyan Angelopoulos’un yapıtları kısıtlı gösterimlerle de olsa seyircilere ulaşmaya başladı ve hatırı sayılır (sayısının azlığı? -ne kadardır- bunu öğrenmek olanağı var mıdır!) bir seyirci oluşturdu. Bunların bir kısmını sinema sektörünün içinde olanların oluşturması hiç önemli değildir. Aslında, Angelopoulos’un sinemasının ağır tempolu anlatışı, uzun süreli plânları, kameranın nerede ise hareket etmiyormuş gibi hareket etmesi, en önemlisi tüm bu anlattığı şeylerin tarihi, toplumunun -insanlarının da- sorunlarını inceler (gösterir) olması değerlendiriyordu sinemasını. Günümüzün yaşayan sayılı sinema-cılarından (“ustalarından” demiyorum, ustalığı yadsıyacak cürete sahip değilim) olması bunların sonucu idi. (Bana göre) sinemacı olmak salt film çekmekle kazanılabilecek bir sıfat değildir, -Angelopoulos’unkilerle sınırlı değil ama- başka özellikleri de beraberinde bulundurmayı gerektiriyor. (Tüm filmlerini ele aldığımız zaman -birçoğunu da kendisi de beğenmiyor- görünümü başkadır ama sinemamızda Akad’ın usta ünvanını yadsımak mümkün müdür? – İşte…) Angelopoulos da sinemanın yaşayan en büyüklerindendi. En üzüntü verici şey de çekimlerine başladı yeni bir film çalışması sırasında -film dışında- olan bir kazada yaşamını yitirmesidir. Bunu söylediğim zaman, Alican Sekmeç “O filmi tamamlarlar” dedi. Bu doğrudur, o film tamamlanır; Angelopoulos çekmeye başladığına göre yazın aşamasının bitmemiş olduğunu düşünmüyorum -sinema salt yazın aşaması değildir, elbette- ama… Angelopoulos’tan sonra kim tamamlarsa tamamlasın, yazın aşaması bitmiş (!) filmi Angelopoulos’un kafasındaki düzeni ile tamamlaması mümkün değildir.
Yukarıda yazdığımı tekrar edeceğim; Angelopoulos salt Yunan sinemasının değil, sinemanın yaşayan (ve halen çalışan / ürün veren) bir sanatçısı olarak doldurulamayacak bir boşluk (“ve filmlerini”) bırakarak aramızdan ayrıldı.
(28 Ocak 2012)
Orhan Ünser