Sinema sanatının büyük ustalarından Theo Angelopoulos’u kaybettik. Sinema sanatını görüntülerle üretilen bir şiire dönüştüren Theo’yu yakından tanımak, benim hayatımın en değerli anılarından biridir. Cannes’de, Berlin’de, Selânik’de ve İstanbul’da kısa süreli de olsa buluşmalarımızın konusu her ne kadar filmlerinin Türkiye dağıtımı ile ilgili olsa da, karşımda oturan kişinin yaşayan bir sinema efsanesi olduğunu biliyorum. Filmlerini satın aldığım bir efsane ile fiyat konuşmanın rahatsız edici ve utandırıcı birkaç saniyesi içinde, üzerime çöken mahcubiyetle terden sırılsıklam olurdum.
Filmleri uzun olduğu için, genellikle Atina vizyonundan çıkan kullanılmış kopyaları ithâl ederdik. Theo bize vereceği kopya için bezdirici bir özen gösterirdi. Atina’da en temiz kopyayı seçmek için montaj masasının başına kendisi oturur ve üç saatlik kopyayı neredeyse santim santim gözden geçirdikten sonra bize uygun olanı tespit ederdi. Theo pozitif kopyaların uzun ömürlü olması için lâklanmasını sağlamıştır. Bu nedenle genellikle tek kopya olarak aldığımız filmleri görüntü kalitesi bozulmadan sinemalarda uzun süreli olarak gösterebildik…
Theo, sinemayı ticaret, sanayi ve para olarak algılayanlar için, filmleri “iş” yapmayan Yunanlı bir sinemacıdır. Filmlerinin “iş” yapmadığı doğrudur. Hiçbir filmine on bin adet bilet kesildiği görülmemiştir. “Ağlayan Çayır”ı dört bin kişi izlemiştir. Olsun. O seyirciler benim için çok değerlidir. Düşünsenize bu ülkede sanatla, sinemayla ekmeğini kazanan insan sayısı herhalde on binin çok üstündedir. Theo’dan habersiz, hatta bir kare filmini görmemiş bir yığın yönetmen tanıyorum. Theo’ya sinir olan birçok yönetmen de tanıyorum. Hatta çok ünlü bir yönetmenimiz, Theo İstanbul’a geldiği günlerde Beyoğlu Sineması’nın merdivenlerinden aşağı inerken arkadan çelme takıp yuvarlamak istediğini bana itiraf etmiştir. Bu kızgınlık ve öfke niyedir hiç anlamış değilim. “O’nun uzun plânlarına dayanamıyorum” diyenin hiç değilse mesleki (!) bir mazereti var. Ya diğerlerinin? Öte yandan tüccar sinemacıların taptığı Amerikalı yönetmen Steven Spielberg “Ben sinemayı Theo Angelopoulos’dan öğrendim” diyebilmiştir.
O’nun sineması ile dünyanın, insanın ve yaşamın ne menem bir şey olduğunu anlamaya çalışanlar bu ölümü derin bir hüzün, içten bir kederle karşıladılar. Bunu biliyorum. Çünkü bunu O’ndan öğrenmişlerdi. Sayıları çok değil ama çok değerliler. Hepsi O’nun modern bir Homeros olarak sinema ile yazdığı şiiri kalplerinin en derininde hissettiler. Kırk yıl içinde onaltı unutulmaz destan yazan Theo şimdi artık Olimpos’dan bizi seyrediyor.
Theo’nun en sevdiği Türkiyeli yönetmenin Zeki Ökten olduğunu bizzat bana söylediği için ikisi ile ilgili sevimli bir anıyı naklederek bitireyim. Selânik’de yaptığımız uzun bir kahvaltı sırasında sigaramın bittiğini fark ettim. Masada Grek Film Müdürü sevgili Voula ve Theo’nun eşi de vardı. Theo’nun önündeki Yunan sigarasından bir tane istedim. Theo yüzüme bakıp paketini kendi önüne çekti. “Ben sigaramdan vermem, karımınkinden iç” dedi. Voula ve Alexsandra gülmeye başladılar. “Theo” dedim. “Senin sevdiğin Zeki Ökten var ya, O senden daha cimridir. Sadece sigara vermez, gazı bitmesin diye çakmağını bile sakınır”. Theo kahkahayı bastı. Ruh ikizi ile suç ortaklığı yapması çok hoşuna gitmişti.
Sabahattin Çetin
(25 Ocak 2012)