Scorsese’den Sinemaya Bir Saygı

Hugo
Yönetmen: Martin Scorsese
Kitap: Brian Selznick
Senaryo: John Logan
Müzik: Howard Shore
Görüntü: Robert Richardson
Oyuncular: Ben Kingsley (Méliès), Jude Law (Baba), Asa Butterfield (Hugo), Chloë Grace Moretz (Isabelle), Helen McCrory (Jeanne), Emily Mortimer (Lisette), Sacha Baron Cohen (Müfettiş Gustav), Christopher Lee (Labisse), Richard Griffiths (Frick), Michael Stuhlbarg (Tabard), Fances de la Tour (Emilie), Ray Winston (Claude)
Yapım: GK Films-Infinitum Nihil (2011)

Sinemanın yaşayan büyük ustalarından Martin Scorsese’nin ilk dahilerden Méliès üzerinden sinemanın ilk yıllarına selâm gönderdiği üç boyutlu “Hugo” filmi, kimsesiz bir çocuğun babasının rüyasının peşine düşüşünü anlatıyor.

Brian Selznick’in 2007’de Amerika’da yayımlanmış “The Invention of Hugo Cabret” (Hugo Cabret’nin Buluşu) resimli (illüstrasyon) tarihsel çocuk kitabından uyarlanan 2011 yapımı “Hugo”, Martin Scorsese ustanın üç boyutlu çektiği muhteşem bir film. Selznick’in kurgusal kitabında bir karakalem çalışması tadını veren siyah-beyaz resim çalışmaları çok çarpıcı. Selznick’in çizdiği bu illüstrasyonlar Amerika’da ödül de kazandı. Kamera, karlar yağan Paris’in üzerinden uçarak tren garına giriyor ve saat ayarcısı kimsesiz küçük Hugo’nun peşine takılıyor. Paris, 1931… İri mavi gözlerine hüznün çöktüğü 12 yaşındaki Hugo, saatçi babasının rüyasını gerçekleştirmek istiyor. Babası yangında ölmeden önce, “automaton” üzerinde çalışıyor. O dönemlerde robot kelimesi bilinmediği için “automaton” diyorlar robotlara. Bu robot filmin de önemli bir karakterine dönüşüyor hikâye geliştikçe. Babası öldükten sonra ayyaş amcası Claude’un himayesine giren Hugo, amcası ortadan birdenbire kaybolunca tren garının saatlerini tek başına ayarlıyor. Robotu tamir edebilmek için de parçalara ihtiyacı var. O da kendine gerekli parçaları gardaki yaşlı oyuncakçının dükkânından aşırıyor. Yaşlı adam her şeyin farkında. Seyirci, çok geçmeden o yaşlı adamın sinemanın ilk dahilerinden Georges Méliès (1861-1938) olduğunu öğreniyor. Méliès, Hugo’nun defterini alıyor. Hugo defteri geri alabilmek için Méliès’i evine kadar izliyor. Hiç arkadaşı olmayan Hugo’nun arkadaşı Méliès’in vaftiz kızı Isabelle oluyor. Méliès’in sinemayı yasakladığı Isabelle, kitapların dışındaki maceraları da yaşamayı hayal ediyor. Hugo, ona macera dolu bir sinema macerası yaşatıyor salona kaçak girerek. Sinemada ünlü komedyen Harold Lloyd’un saatin yelkovanına asılı kaldığı 1923 yapımı “Safety Last!” filmi gösteriliyor. Hugo da filmin finaline doğru aynı duyguları yaşıyor despot müfettiş Gustav’dan kaçarken. Scorsese, Lumiere kardeşlerin 28 Aralık 1895 yılında Paris’te gösterdikleri “L’Arrivee d’un Train a La Ciotat-Trenin Gara Girişi”ne de selâm gönderiyor. Scorsese, bu anı öylesine göstermiyor elbette. Lumiere kardeşler bu gösteriye Méliès’i de davet etmişler zamanında. Scorsese’nin filminden yansıyan tüm sessiz klâsikleri üç boyutlu olarak görüyorsunuz perdede.

Méliès’in rüya dünyası…

Hugo, Isabelle’i garda kendi yaşadığı saatlerin olduğu yere götürüyor. Orada robotu çalıştıracak kalp şeklindeki anahtarın Isabelle’in boynunda asılı olduğunu gören Hugo, robotu çalıştırmayı başarıyor ve robot Méliès’in 1902 yapımı “Le Voyage dans la Lune-Aya Seyahat” filmindeki ikonlaşmış resmini çiziyor. Bu film, sinema tarihinin de ilk bilimkurgularından. Ayrıca Méliès (Melyes okunuyor) bu ve bazı filmlerini elle boyayarak sinemanın ilk renkli filmlerine de katkı sağladı. Méliès, sihirbazlığından gelen numaralarını sinemada denemiş ve başarmış. Sadece bununla kalmamış, sinemanın ilk özel efektlerini ve hilelerini de bulmuştu. Sinemada yapılan birçok şey onun hayal gücünden geliyor. Sinemada “bindirme” ve “örtü” teknikleriyle “zincirlemeli geçişi” bu üstat bulmuştu. Sinemaya küskün Méliès, hayatının kadını ve eski oyuncularından Jeanne’la evlenmiş, mutsuzluk içinde yaşayan bir ihtiyar. Gardaki oyuncakçı dükkânını da filmlerini satarak kurmuş. Hugo ve Isabelle, “Sinema Akademisi Kütüphanesi”nde sinema tarihçisi Rene Tabard’la tanışıyorlar. Tabard, Méliès’in öldüğünü sanıyor ama çocuklar onu Méliès’e götürüyorlar. O andan itibaren Méliès’e ve sinemaya bir “hommage”, yani “saygı sunuşu” başlıyor. Méliès’in Jules Verne’den uyarladığı 1907 yapımı “20.000 Lieues Sous les Mers-Denizler Altında 20.000 Fersah” filminin setinden de anlar yaşıyor perdeye. Méliès filmlerini kurduğu Star Film’in stüdyolarında çekti hep. Elbette Scorsese’nin bu filminde küçük küçük hikâyeler de yansıyor perdeye. Garın, savaşta ayağından yaralanmış duygusuz polis müfettişi Gustav’ın, güler yüzlü çiçekçi kız Lisette en büyük aşkı. Ona nasıl ulaşacağını bilemiyor Gustav. Madam Emilie, aşk için destek oluyor Gustav’a. Elbette çörekçi Frick de Madam Emilie’ye tutkun. Isabelle’in vaftiz annesi Jeanne da hikâyeye anlam katıyor, hem de nasıl!..

Etkileyici mekânlar…

Kasvetli görünen Montparnasse Tren Garı, görsel anlamda gerçeküstücü ve dışarumcu yansıyor perdeye. Bu gar, gerçeğine uygun olarak setlerde yaratılmış ve de çok inandırıcı. Kendinizi o gardaymış gibi hissediyorsunuz. Filmin setleri Londra’daki Shepperton Stüdyoları’nda kurulmuş. Hugo’nun saatleri ayarladığı yüksekteki mekândan garın görsel anlamda derinlikli yansıyan fotoğrafları insanı tam anlamıyla büyülüyor. Bir de bu film üç boyutlu olunca büyü daha da çoğalıyor. Scorsese, 1930’lardaki Paris’ten de görüntüleri yansıtıyor filminde. Asıl büyüleyense kamera. Hugo’nun yaşadığı yerde Hugo’yu takip eden bu kamera dar geçitlerden ve merdivenlerden süzülüyor adeta. Büyük kameraman Robert Richardson, görsel anlamda öğretici fotoğraflar oluşturmuş. Elbette fonda duyulan senfonik müzikler de etkiliyor. Tüm oyuncu performanslarına övgü gönderirken Méliès’e ruh katan Ben Kigsley, Hugo olan Asa Butterfield ve Isabelle’in hayat dolu coşkusunu perdeden gönderen Chloë Grace Moretz bu filmin her şeyi. İnternette ünlenmiş Sacha Baron Cohen, Gustav kompozisyonuyla kendini gerçekten aşmış. Scorsese’nin sinemaya tüm aşkını yansıttığı bu filmin Oscarlara aday olma ihtimali var. Bu özel filmi kendinize armağan edin.

(Bu yazı 02 Aralık 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)

(02 Aralık 2011)

Ali Erden

[email protected]