İmkânsızın Şarkısı (Noruwei no Mori)
Yönetmen-Senaryo: Tran Anh Hung
Roman: Haruki Murakami
Müzik: Jonny Greenwood
Kurgu: Mario Battistel
Görüntü: Ping Bin Lee
Oyuncular: Rinko Kikuchi (Naoko), Kenichi Matsuyama (Watanabe), Kiko Mizuhara (Midori), Tetsuji Tamayama (Nagasawa), Reika Krishima (Reiko), Kengo Kora (Kizuki), Eriko Hatsune (Hatsumi)
Yapım: Japonya Asmik Ace-Fuji-Toho (2010)
Haruki Muabake’nin Türkçede de yayımlanan romanı “İmkânsızın Şarkısı”, Vietnamlı yönetmen Tran Anh Hung’un etkileyici anlatımıyla sinemaseverlerin hatıralarında yer alacak bir film gibi.
Sinemanın Vietnamlı ustası 1962 doğumlu Tran Anh Hung, etkileyici Japon yazar Haruki Murakami’nin 1987’de yayımlanan romanını kendi mekânlarında, Japonya’da sinemaya uyarladı. Bu roman, “İmkânsızın Şarkısı” adıyla 2008 yılında Doğan Kitap’tan çıkmıştı. Film, 1967 yılında açılıyor. Çocukluktan beri çok iyi arkadaş olan Naoko ve Kizuki’nin dünyasına giren Toru Watanabe, içinde trajediler olan bu hikâyeyi anlatıyor filmi izleyenlere. Watanabe, yazar Haruki Murakami’nin kendisi. Mutlu geçen bir lise çağı, Kizuki’nin intiharıyla derin bir boşluk bırakıyor Naoko’nun zihninde. Liseyi bitirdikten sonra Tokyo Üniversitesi’ne edebiyat okumak için gelen Watanabe, yurda yerleşiyor ve oda arkadaşları iyi öğrenciler. Üniversiteyi bitirince diplomat olabilecek Nagasawa, insanı çabucak etkileyebilen ve kadınlara hemen tutulmayan biri. Nagasawa, kendine sırılsıklam aşık Hatsumi’nin derin tutkusunu umursamıyor bile. Hatsumi de hikâyenin bir yerinde intihar ediyor. Nagasawa, F. Scott Fitzgerald’ın (1896 – 1940) “Muhteşem Gatsby” romanının içinden düşmüş bir bohem gibi. Watanabe’ye, “zamanın kutsamadığı kitapları okuma” diyor. “Muhteşem Gatsby”, 2004’te Bilge Kültür Sanat’tan çıkmıştı. Watanabe’nin iyi anlaştığı oda arkadaşlarından Itoh’la da Boris Vian ortak noktaları. Ama bu filmde öne çıkmıyor. Boris Vian (1920 – 1959), Fransız bilge diye anılıyor. Onun şairliği, müzisyenliği, romancılığı, oyun yazarlığı ve eleştirmenliği hayatında öne çıkanlar. Bu bilgenin eserleri hem gerçek adıyla hem de Vernon Sullivan takma adıyla Türkçede yayımlandı. Watanabe de Vian gibi güzel kızların yanında. Yönetmen, bazı anlarda Vian’ın gerçeküstücü ve varoluşçu bakışını filminde deniyor. Bu denemelerde seyirci, algı bulanıklığıyla zamansal karışıklık yaşadığını sanıyor. Filmi seyrederken bunları fark edebilirsiniz. Anlatılanlar, Watanabe’nin hatıralarından yansıyan anlar. Hatıralarda bulanık yerler olabilir. Watanabe, bir de üniversiteyi çeşitli işlerde çalışarak okuyor, hayat ve eğitim sisteminin çarkları arasında. Buralarda İsviçreli yazar ve ressam Hermann Hesse’nin (1877 – 1962) “Çarklar Arasında” eserinin ruhu var gibi. Hesse’nin bu romanı 2002’de Can Yayınları’ndan çıkmıştı. Murakami’nin bu romanın, yabancı kaynaklardaki değerlendirmelerinde bahsettiğimiz yazarlara ve eserlerine göndermeler yaptığı belirtiliyor. Yönetmen Hung, filminde bu yazarlara ve eserlerine doğrudan gönderme yapmasa da onların ruhuna dokunabiliyorsunuz.
Onunla küçük anlar…
Üniversiteye başladığında, batının 68 kuşağının ruhu Tokyo’ya da ulaşıyor. Üniversite gençliğinin sokak eylemleri sürerken, Watanabe geride bıraktığı Naoko’yla karşılaşıyor birden. Naoko, yirmi yaşına giriyor. Watanabe, doğum gününde ona, görmesek de, Beatles’ın içinde “Norwegian Wood” şarkısının olduğu albümünü doğum günü hediyesi olarak veriyor. Naoko’nın evi, “Norwegian Wood” şarkısındaki gibi ahşap yapı. Şarkıdaki genç, kızla olmayı düşünürken hayal kırıklığı yaşıyordu. Hung, şarkıdaki hayal kırıklığını siliyor, Naoko’yla Watanabe sevişiyorlar. Yönetmen, bu sahneyi sade yansıtışla veriyor. Sadece iki gencin yüzündeki acı ve hazzı gösteriyor yakın çekimle. Sonra Naoko birden çekip gidiyor. Bir zaman sonra Naoko’dan mektup alıyor Watanabe. Naoko, Kobe’ye dönmüş. Daha sonra da Kyoto’nun ormanlarının içindeki sanatoryuma yatmış. Watanabe, Naoko’yu ziyarete gittiğinde Thomas Mann’ın (1875 – 1955) “Büyülü Dağ” romanını okuyor. Bu roman, Can Yayınları tarafından 1998’de iki cilt olarak yayımlanmıştı. Watanabe de, sanatoryumda bir tür iç yolculuk yaşıyor. Orada, Reiko’yla da tanışıyor. Reiko da tedavi görüyor ve orada insanlara müzik dersi vererek kendi sorunlarından da uzaklaşıyor sanki. “Norwegian Wood” şarkısını gitarıyla ilk Reiko’nun sesinden duyuyor seyirci. Beatles’ın şarkısında ormana vurgu yoktu. Ama, Hung’un filminde orman zihindeki boşlukları da dolduruyor. Watanabe, Kizuki’nin intiharını da anlamaya çalışıyor. Bilemediğimiz, kadınlara özgü bir şeyden Naoko ve Kizuki beraber olamamışlar hiç. Sonra Kizuki intihar ediyor. Watanabe’nin hayatına capcanlı ve hayat dolu Midori de giriyor bir zaman sonra. Midori de Yunan tragedyası derslerine takılıyor. Midori, sevgilisi olduğunu söylemesine rağmen Watanabe’nin dünyasına birdenbire giriveriyor ve aşkın ateşini Watanabe’nin kalbine atıyor. Midori, Watanabe’nin hayatının aşkı belki de. Bu hayat dolu kız, bir erkeğin şefkatli aşkını arıyor sanki Watanabe’de. Midori’nin anlattığı hikâye kadınların bilinçaltında hep olan şeyler miydi? Kız, sevgilisinden çilekli turta istiyor. Oğlan, turtayı arayıp buluyor. Sonra kız turtayı istemediğini söylüyor. Oğlan turtayı pencereden atıyor. Sonra oğlan, “aptalım biriyim, sen haklısın” diyor. İşte böyle olunursa, kadınlara karşı şefkatli aşık oluyormuş erkekler. Tanrı’nın mucizeleri gibi kadınların da gizemlerine sual olunmuyor herhalde. Watanabe, Naoko öldükten sonra, farkında olmadan kalbini kırdığı Midori’nin yeniden sevgisini kazanmak için verdiği mücadele de aşk için umut gibiydi.
Görüntüler ve müzikler muhteşem…
Hung’un kamerası, insana gerçekten heyecan veriyor bu filmde. Dışarıdan yansıyan gün ışığı, estetik olarak etkileyici. Yumuşak ışık kullanan Hung, sıcak renk tonları oluşturmuş çoğu anda. Orman bölümlerindeyse ışık biraz sertleşiyor ve renk kontrastları da fark ediliyor. Yönetmenin kamera kullanımı da, ilk filmi 1993 yapımı “Miu du du Xanh – Yeşil Papayanın Kokusu”nun dinginliği ve 1995 yapımı ikinci filmi “Xich lo – Bisikletçi”deki öfkesi arasında gidip geliyor. Ormanda, Naoko’yla Watanabe’yi kayarak takip eden kamera, bilinmeyenler ortaya çıktığında, birden kuş gibi havalanıyor, takla atar gibi dönüveriyor. Filmi festivalde görenler, bu sahneyi bütün olarak gördüler hiç kesilme olmadan. Sanki bu kamera Watanabe’nin zihninin içindeymiş gibi. Görsel anlamda, belleklerde kalacak bir an daha var filmde. Watanabe’nin, Naoko’nun ölümüyle boşluğa düştüğü andaki sahneler çarpıcı yansıyor. Okyanus kıyısında dalgalar kayaları öfkeyle döverken, fonda Jonny Greenwood’un “Quartertone Bloom” tınıları duyuluyor. Keman ve çello tınıları iç içe geçip kafanızın içinde dolaşıyor sanki. Watanabe, Naoko ve Midori’nin aşkı arasında kendini kederli bir boşluğun içerisinde de buluyor bazı anlarda. 1954 doğumlu Tayvanlı Ping Bin Lee, önemli kameramanlardan. Tayvanlı büyük usta Hou Hsiao-hsien’in filmlerinin gözü de oldu kameraman Lee. Bu filmdeki sinemaskop çerçeveleri ilham verici. Ayrıca, bu filmdeki bütün oyunculara övgü gönderiyoruz. Filmin diyalogları ve kelimeleri derin. Bu filmde, gerçekten Uzakdoğu’ya özgü bilgelik, sakinlik ve bir kabûlleniş var. Elbette müzikler. Romanın ve filmin adının aldığı Beatles’ın “Norwegian Wood” şarkısı da son jenerikte duyuluyor. “Norwegian Wood” şarkısı, Beatles’ın 1965’te yayımlanan ilk albümü “Rubber Soul”da yer aldı. Hindustani müziğinin en önemli enstrümanı olan sitarı da George Harrison çalmıştı. Alternatif ve deneysel rock grubu İngiliz Radiohead’in gitaristi 1971 doğumlu Jonny Greenwood’un Johann Sebastian Bach’ın (1685 – 1750) kıyılarında dolaşan müzikleri, Hung’un filminin ruhuna çok şey katmış. Greenwood’un gitar, piyano, keman ve çello tınılarını ruhunuzda hissediyorsunuz. 1968’de Almanya’da kurulmuş, deneysel rock yapan, ama prograssive ve psychedelic rock sularında da dolaşan Kölnlü Can müzik grubunun “Mary, Mary, So Contrary” (Monster Movie albümü 1969) ve “Bring Me Coffee or Tea” (Mango Tongo albümü, 1971) yanında daha önceleri filmlerde kullanılmış şarkıları da duyuluyor bu filmde. Hung’un, “Can Soundtrack” albümünden kullandığı şarkılar da şunlar: “Don’t Turn the Light On, Leave Me Alone” (Leon Capetanos’un komedi filmi Cream – Schwabing – Report, 1971) ve “She Brings the Rain” (Thomas Schamoni’nin bilimkurgu filmi Ein Grosser Graublauer Vogel, 1971). “İmkânsızın Şarkısı”, insanın hatıralarında kalacak filmlerden. Hung’un filmi, 30. Uluslararası Film Festivali’nde gösterilmişti.
(Bu yazı 05 Ağustos 2011 tarihli Taraf Gazetesi’nde yayınlanmıştır.)
(05 Ağustos 2011)
Ali Erden
sinerden@hotmail.com