İşin aslına bakarsanız, Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Erhan Kayaalp’in sinema tutkusunun boyutlarını tanımlamak için yukarıdaki başlık da son derece kifayetsiz kalıyor; Erhan Hoca’nın Nişantaşı’ndaki evinde gördüğüm manzaraya tam bir karşılık bulmak gerekirse ‘Film şeridi yiyerek hayatta kalan adam’ demek çok daha doğru olacaktır!
Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu’nda Fransızca dersi öğretmenliği yapan Erhan Kayaalp ile karşılaşana kadar, “sinema tarihi” alanındaki arşivciliğimle epeyce böbürlenen bir tavrım, hatta bu konuda gizlemeye gerek bile duymadığım muzip bir ukalâlığım olduğunu söyleyebilir(d)im. Fakat, ne zaman ki memleketimizin önde gelen film ithalât, üretim ve işletme şirketlerinden Umut Sanat’ta satış müdürlüğü yapan değerli dostum, tıpkı benim gibi bir “biriktirme delisi” olarak nâm salmış Metin Ergül, “Gururlanma Ali Murat’ım, böbürlenme sevgili sinefilim, şu sinemacılar âleminde senden ve benden daha büyük bir Erhan Kayaalp var” deyip beni yakın zamanda bir akşam vakti bu gizemli er kişinin mekânına götürdü; işte o gün bugündür tövbe istiğfar edip Kayaalp’in müritleri arasına katılmış durumdayım.
Aşağı yukarı bir 30 yıldır 8, 16 mm formatında film şeritleri ve bu formatta filmleri gösterilebilen sinema makineleri, yanı sıra da video kaset, plâk, müzik CD’si, DVD, film afişi, lobi kartı ve benzer türden bilumum görsel – işitsel malzeme biriktiririm. Dürüstçe itiraf edeyim beni bu süreçte böylesine komplekse sokan, koleksiyonculukta ulaştığı nokta itibarıyla çatır çatır kıskandıran başka bir rakiple daha karşılaşmamıştım!
“Bizi ağırlamayı murad ederse, kendisinin bir acı kahvesini içelim” diyerek ortak dostumuz Metin ile önce bir haber saldığım, “Buyursun gelsin, koleksiyoncu koleksiyoncunun külüne muhtaçtır” cevabı üzerine de geçen hafta Nişantaşı semtinin gözden ırak ara sokaklarından birindeki evine konuk olduğum Erhan Kayaalp, anadili düzeyindeki Fransızcasıyla Boğaziçi Üniversitesi’nde uzun yıllardır öğretmenlik yapan bir akademik eğitimci… Ki kendisiyle ilgili olarak okul çevrelerinde jet hızıyla bir araştırma yürüttüğümde, adının çevresinde dolaşan öğrenci nitelemeleri arasında en ön plâna çıkan sıfatın “süper öğretmen” olduğunu gözlemledim. Buna karşılık, onu böylesine onurlandırıcı bir sıfatla ananların pek çoğu, sözlerinin hemen sonuna da “Fakat, notu inanılmaz kıttır” cümlesini eklemeyi ihmâl etmiyordu. “Fransızcayı sular seller gibi öğretir” diyordu rahle-i tedrisinden geçenler, “Ancak, yaptığı sınavlarda adamı çok kötü kasar! Çünkü, mükemmeliyetçidir, döküntülüğe asla tahammülü yoktur!”
Erhan Hoca’nın, 8, 16 ve 35 mm’lik formatlarda binlerce film bobini, yanı sıra da düzinelerce sinema makinesini barındıran “sinema müzesi” görünümündeki evine girip incelemelerime başladığımda, Fransızcasının düzeyini tartabilecek bir yabancı dil bilgim olmasa bile bu mükemmeliyetçi tavrının yansımalarını her köşede bizzat gördüm.
Kayaalp, 1960 yılında, bu iki katlı apartman dairesinde doğmuş ve bütün çocukluğu da yine aynı evde geçmiş. Apartmanın tamamına sahip olan babası zaman içinde bazı katları satılığa çıkarsa da sonuçta en üstteki iki kat Hoca’ya miras kalmış ve o da bunları birbirine bağlayarak ileride iyice zıvanadan çıkacak olan “hobi”si için kendisine genişçe bir alan oluşturmuş. “Bal dök yala” görünümdeki bu evde sigara içilmesi kesinlikle yasak; çünkü her köşede nadide bir sinema makinesi, adları sinema tarihine altın harflerle yazılmış filmlerin özel koruyucu naylonlar içindeki makaraları ve yüzlerce parça sinemasal hatıra eşyası muhafaza ediliyor. Bütün bu koleksiyonu koruyabilmek içinse doğal olarak tavizsiz bir sterilizasyon şart…
Her şey, Kayaalp’in ilkokuldayken kendisine karne armağanı olarak bisiklet alan babasına, “Ben bisiklet falan istemiyorum, git bunu geri ver, bana bir sinema makinesi al” demesiyle başlamış. Babasının ona Sirkeci’deki bir mağazadan satın aldığı Avusturya malı Eumig marka 8 mm’lik sessiz sinema makinesinden itibaren de bugünlere kadar gelmiş koleksiyonculuğu…
Ancak, içinde bulunduğumuz günler itibarıyla, Erhan Hoca’ya artık bu iki katlı krallığın da yettiği söylenemez; çünkü evin içinde dolanırken bir şeyleri devirmemek ya da çarpmamak için ciddi ciddi sıkıntı çekerek adımlar atıyoruz. Ev sahibi ise ortamın sıkışıklığına o kadar alışkın ki en dar yerlerden bile ustalıklı beden manevralarıyla geçerek aradığı her şeye saniyeler içinde kolayca ulaşıveriyor. Çünkü kendisi için bu malzemeler, onun hayat alanını dolduran ıvır zıvırlar değil, hayatının ta kendisi! O yüzden de onlardan arta kalan bölümlerde düzenli bir hayat yaşamaya son derece antrenmanlı…
Evde, sayıları net olmamakla birlikte, farklı formatlarda 50’ye yakın sinema makinesi, 8, 16 ve 35 mm formatlarında 2000 dolayında film ve sayılamayacak kadar çok afiş, lobi kartı, eski kamera, fotoğraf makinesi, boş makara ve benzeri optik-mekanik malzeme bulunuyor.
Hoca’ya “Buralar artık iyice dolmuş, siz de maşaallah daha gençsiniz, bu toplama işi böyle devam ederse ilerleyen yıllarda tavan çökebilir, ne yapmayı düşünüyorsunuz?” dediğimde, “Çöktüğü yere kadar devam!” cevabını veriyor kıs kıs gülerek, “Benim bunca malzemeyle başka bir eve taşınma faslımı düşünebiliyor musun? Asıl o zaman çökerim ben, yeni bir evde bütün bunları yerli yerine koymak hayatımın bundan sonraki bölümünü topyekün işgâl edecektir! O yüzden de yerimden hiç kıpırdamıyorum.”
Favori yönetmeni Stanley Kubrick
1970’li yılların başından bu yana aralıksız film şeridi, film makinesi ve sinemasal hatıra eşyaları biriktiren Erhan Kayaalp’in koleksiyonunda, bugün artık değme koleksiyoncuların bile iç çekerek inceledikleri birbirinden nadide parçalar birikmiş durumda… Sözgelimi, sinema tarihinin ikonik oyuncularından “Şarlo” nâmlı Charles Spencer Chaplin’in hayattayken kullandığı orijinal kartivizitlerinden biri bu sinema mabedinin ana salonunda, duvarda çerçeveli olarak duruyor. Stanley Kubrick’in kült filmi “2001”e ait dev boyutlarda bir poster ise aynı salonda sergilenen bir başka nadide parçayı oluşturmakta…
Kayaalp’e, benim de favorilerim arasında yer alan bu muhteşem filmin öyle her zaman her yerde bulunamayacak olan 1968 tarihli özel baskı posterini nasıl temin ettiğini sorduğumda, “2001’in 1970’lerin ilk yarısında Beyoğlu – Emek Sineması’nda yapılan 70 mm’lik özel gösteriminden kalma” cevabını veriyor. Türkiye’de 70 mm’lik film gösterebilen tek salon olarak hatırlanan Emek’te, anılan dönemde “2001”, “İrlandalı Kız”, “Büyük Yarış”, “Batı Yakasının Hikâyesi” gibi bazı destansı filmler 70 mm’lik geniş perde formatında gösterilmişti. İşte, “2001”in bu akıllara zarar posteri de ta o günlerdeki gösterimin ardından, Kayaalp’in yakın arkadaşı olan sinema makinistinin bir jesti olarak duvardaki yerini almış.
Söz Kubrick’ten açıldığında Erhan Hoca, bu yönetmenin kendisinin de favorisi olduğunu belirterek, “Böyle bir adamın en verimli döneminde ölmesi ne kadar da acı bir durum” diyor, “Çağının ötesinde bir sinemacıydı; daha uzun yıllar boyunca da çağının ötesinde kalmayı sürdürecek. O benim sinema dünyasındaki tartışılmaz favorimdir.”
Bu sözlerini ben de başımla onaylıyorum. Çünkü, çocukluğumda izlediğim ilk filmi “Dr. Garipaşk”tan itibaren hayatımı değiştiren ve bana sinema sanatını delicesine sevdiren Kubrick’i unutabilmek, aynı şekilde benim için de mümkün değil. Beyazperdenin bu büyük ustası, 7 Mart (1999) tarihinde, yani benim doğduğum gün hayata gözlerini yummuştu. İngiltere – Hertfordshire’daki evinde öğle uykusuna yatarak ve bir daha hiç uyanmayarak… O tarihten beri de her yaş günümde, bana ekmek paramı kazandığım bu mesleğin ilhamını verdiği için müteveffa Kubrick’e gönülden bir selâm gönderirim.
Ev ortamında 35 mm’lik profesyonel sinema makinesi!
Erhan Kayaalp’in, her köşesi makineler, filmler ve hatıra eşyalarıyla dolu iki katlı evinin salonunda, görenlere “Artık bu kadarı da çok fazla!” dedirten bir bölüm var. Salonuna yıllar önce bir “makine dairesi kabini” yaptıran Hoca, içine tek kişinin zorlukla girebildiği bu özel odacığa, ticarî sinema salonlarında kullanılan türden 35 mm’lik bir sinema makinesi yerleştirmiş. Uzun yıllardan beri de her Cuma akşamı, öğrencileri ve dostlarından oluşan 20 – 30 kişilik bir kitle saat 22:00 dolaylarında evin salonuna toplanıyor; erken gelenler koltuklara, geç kalanlar ise yerlerdeki minderlerin üzerine yayılarak tam karşılarındaki beyaz duvarda 35 mm formatında sinema filmleri izliyorlar. Hoca sinema atmosferi elde etme noktasında işi öylesine ileri bir noktaya vardırmış ki film başlamadan önce makinenin yanındaki bir ses kayıt cihazından salona üç kez “gong” sesi veriliyor ve filmden önce duvarı kaplayan otomatik perde açılıyor! Ayrıca, kullanılan ses sistemi de 4 kanallı “Dolby Surround”…
Evde, özel naylon poşetlerin içinde korunan 500 dolayında 35 mm film olmasının yanı sıra, ithalâtçı şirketlerdeki dostlarının kendisine ödünç olarak verdikleri yeni tarihli filmlerin makaraları da sürekli gidip gelerek binlerce filmlik bir trafiğe yol açıyor.
Kayaalp’in düzenlediği bu haftalık gösterimlere katılmanın ise herhangi bir ücreti yok. Tek kural, sinemayı “video projeksiyon” yerine 35 mm film şeridinden izlemenin ayrıcalığının farkında bir sinemasever olup, Hoca’yı “Ben de geliyorum üstad, lütfen yerimi ayırın” diyerek önceden aramanız…
Fotoğraflar: Metin Ergül
(10 Ocak 2011)
Ali Murat Güven
Yeni Şafak Gazetesi Sinema Editörü
[email protected]