Bakırköy’e akşamları İETT otobüsleri ile dönen Güven Bey, tek başına yaşadığı evini, iş yerinde ailesi ile birlikte yaşadığı ‘yuva’ olarak gösterir, her gün saat dörtte okuldan dönen kızı (Çiçek) telefon ederek babası ile konuşmaktadır. İşini ‘saat’ olarak dahi aksatmayan Güven Bey, bu düzeni sürdürürken masasında karısı ile kızının -aslında bir dergiden kesilmiş bir kadın ile çocuğun- fotoğrafı durmaktadır. İşyerine yeni gelen, yeni çalışanın, kapısında ‘muhasebe’ yazan Güven Bey’in yanına yerleştirilmesi bir şeyleri değiştirecektir…
O güne kadar her gün saat dörtte çalan telefonla konuşan Güven müdürünün yanında olduğundan ve telefon beklediği için huzursuz iken çalan telefonu -ister istemez- oda arkadaşı Arzu hanım açacaktır ve karşısında ‘uyandırma servisini’ bulacaktır… Daha sonra Arzu, Güven’in evinde gerçek karısının fotoğrafını görecek ve ‘insanların çok değiştiği’ konuşulacaktır bir kaç cümle ile aralarında…
Arzu’nun beş yaşında bir kızı vardır ve kocası ile ilişkileri kopma noktasına gelmiştir. Beş yıl önce bir gün, doğumuna kısa bir süre kalmış olan Güven’in karısı kocasının ısrarı ile ‘ormana’ kamp yapmaya giderken; alkolik kocasının ağırdan alması ile sancıları son aşamaya gelmiş Arzu’nun çığlıkları üzerine acele ile yola çıkan karı koca hastaneye giderken acele geçtikleri bir KAVŞAK’ta gidiş yönlerine dik olarak seyreden Güven’in kullandığı arabanın ani durmasına neden olunca, arkadan çarpan bir araba yüzünden karısını ve -doğmamış kızını- kaybeder…
Bakıcısının bir gün izin alması nedeni ile Arzu artık beş yaşında olan kızını bir gün iş yerine getirir ama Güven hâlâ -doğamamış- kızı ile ‘uyandırma servisi’ aracılığı ile her gün saat dörtte konuştuğunu “göstermekte”dir çevresindekilere… Daha başka kişilerde var, Güven’in iş yerinde -kız kardeşi ameliyat olacaktır, O’na para bulmak durumundaki- servis çalışanı ve O’nu izlemeye çalışan aynı serviste çalışan kız; kiracı olarak oturduğu evi müteahhide vermek düşüncesindeki, kızından şüphelenip döverek sokağa atan, sinir gerginliği içindeki emekli polis; Arzu’nun kaç defa tövbe ettiği belirsiz, ayrılmalarından sonra iyice kontrolünü kaybetmiş alkolikliğin eşiğindeki kocası…
Telefonda, karşısında ‘uyandırma servisini’ bulan ve masadaki fotoğrafın (anne / kız) bir yakıştırma olduğunu öğrenen Arzu, -gizliden- Güven’i araştırmaya girince, edindiği bilgilerden sonra, bir gün Güven üstüne gelince, meraklılığının doğru olmadığı ikazını alır ama şemsiyesini arabasında unutan Güven’in evine gidip, -gerçeği- anlatıp anlatmak istemediğini soracaktır, -yalnız- Güven, kimselere söylemediği şeyleri Arzu’ya anlatacaktır… Güven’in doğrudan veya dolaylı katkıları ile evi müteahhide vermekten vaz geçen emekli polis, sokağa attığı, sonradan evden kaçacak kızına almamakta direndiği telefonu alacak, muhasebenin açık vermesine neden olan servis elemanının kız kardeşi başarılı bir ameliyat geçirecek ve hastanede ziyaretlerine giden Güven -elemanına – o işin (!) çözüldüğünü söyleyecektir. Arzu ise kucağındaki çocuğu ile kendilerini kapıda şaşkın karşılayan kocasının kapısını çalar ve Güven sandıkda sakladığı defin ruhsatını çıkararak yıllardır gitmediği mezarlıkta, hamile iken ölen karısını ziyarete gider. -ilk defa MI?-
Selim Demirdelen’in yazarak yönettiği Kavşak, iyimserliği biraz öne çıkarılmış finali ile de olsa, bir kişi (Güven) aracılığı ile bize gündelik yaşamın içindeki karşılaşmaları -finalde sonuçlandırma gibi bir kolaya kaçsa da- anlatıyor.
Bahçelievler’de oturan, baba baskısındaki delikanlı, kendisine tutkun Van’lı kız ile birazda arkadaşlarının gaz vermesi ile ilişki kurar ve babasının tepkisi ile karşılaşır. Alkollü ilken yaptığı trafik kazasından babasının ilişkileri nedeni ile -kendilerinin çözümleyemediği- trafik raporundan kurtulur. Askere gitmemek için, ilgilenmediği açık öğrenimde okur görünmektedir, babasının iş yerinde bir şey yapmazken gönderildiği Gebze’deki şantiyede yetkiyi ele geçirirse yeteri kadar bilgisi olmadığı konularda bile nasıl baskıcı olduğunu gösterecektir. Geliştirdikleri ilişki sonunda evlenmeyi bile düşündüğü kızı, babasının kabûl etmemesi nedeni ile kendinden uzaklaştıracak ve bu sırada akrabalarınca memleketine götürülünce kurtulmuş olduğuna sevinecektir. Kısa süren Gebze -“sürgün” mü demeli?- günlerinden sonra zaten içinde olduğu ÇOĞUNLUKa -sağlam- bir dönüş yapacaktır.
Seren Yüce, Çoğunluk filminde, “öyküsüz” bir film ile karşımıza çıkıyor. Filme öyküsüz diyorum, bu uzun yıllar Yeşilçam filmlerinde derdin “çoğunlukla” öykü anlatmaktan kaynaklanmış olmasından geliyor. Anlatılmak istenen öykünün tutarlı olup olmaması önemli değildi o dönem ama bu olgu hep vardı. Yeşilçam döneminde gündelik yaşamı anlatmak pek itibar edilmeyen bir olgudur. Yüce filminde gündelik yaşamdaki kişilerin davranışları ile anlatısını sürdürürken, büyük sözler söylemeden -oysa bu önemli- bir dönem içinde bulunulan düzenin dışınına bilinçsiz olarak çıkılmasının olanaklı olmayacağını gösteriyor.
Bir akşam yemeği sofrasında bitirilen filmde her akşam eve dönen kişiler belli bir ritüel ile ayakkabılarını çıkarırlar Yüce bunu her defasında tekrarlatıp filmine yerleştirmiş ve bu böylece sürüp gidecektir. Bir takım ilişkilerle değiştirilen rapor sonucu, trafik kazasında hasar gören taksinin, şoförünün, kasko sigortayla yetinmesinin neden olunmasından sonra, şoförün Gebze’ye gelip “kaderine razı” olduğunu söylemesi ve -bir anlık geçici pişmanlığın- duyulması ile duygusallaşan film, şantiyedeki diğer davranışlarla gerçekçiliğine tekrar dönecektir.
Çoğunluk gerçekci finali ile sonuçlanırken, sıra dışı -karşılarındaki kişilerce beklenmeyen davranışlarda bulunan- Güven Bey’in neden olduğu olaylar ile giderek romantikleşen bir sonuca ulaşır Kavşak. İki yeni yönetmen, Yüce ve –Anlat İstanbul’daki skecini gözardı etmeksizin- Demirdelen, ilk filmleri ile sinemamızda büyük lâflar etmeden, gösterişe kaçmadan ama bir çok şeyi içinde barındıran çalışmaları ile izlenilmeyi hak ediyorlar.
(24 Ekim 2010)
Orhan Ünser