Cinedergi 25 Yayında

Cinedergi’nin 25. sayısının öne çıkan başlıkları, Bahtı Kara ile Yeşim Ceren Bozoğlu ve Theron Patterson, Siyah Beyaz ile Nejat İşler, Denizden Gelen ile Onur Saylak. Oyuncu Jake Gyllenhaal ve Scarlett Johansson bu sayının portre konukları. Ali Ulvi Uyanık’ın görsele dayanan köşesi İşte O An, belgesel sinemanın farklı bakışı Zamanın Ruhu, Türk sinemasının nabzını tutan Sindrella, Kerem Akça’yla DVD köşesi ve Seray Şahiner ile Teşrifatçı, eleştiri, vizyon, pek yakında, albümler, kitaplar, hepsi ücretsiz sinema dergisi Cinedergi’nin yeni sayısında.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü kapak fotoğraflarına haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Cinedergi 25 Yayında yazısına devam et
  • Kanunları Sevmeyen Gangster

    DVD’de Filmler – 2

    Öncelikle final bölümünün gerçekçi olarak beyazperdeye yansıdığı ‘Ölümcül İçgüdü 2’ filmi, Fransa’nın en kanlı gangsterlerinden Jacques Mesrine’in yavaş yavaş trajik yok oluşuna gidişini anlatıyor.

    Jean-François Richet’nin ikiye böldüğü filminin devamı “L’Ennemi Public No 1: 2eme Partie – Public Enemy: Number Two – Ölümcül İçgüdü 2”, ilk film gibi yine final bölümüyle başlıyor. Fransız polisinin ve yargısının baş edemediği gangster Jacques Mesrine, komiser Broussard’ın operasyonuyla Paris’in orta yerinde öldürülüyor. Ardından hikâye kaldığı yerden devam ediyor perdede. Jacques Paris’te tutuklanmış ve mahkemeye çıkmaya hazırlanıyor. Onu tutsak etmek o kadar kolay mı? Duruşmaya gelen Jacques, mahkemenin tuvaletine konmuş tabancayla mahkemesi sürerken kaçmayı başarıyor. Sonra da soygunlarına devam ediyor kaldığı yerden. Filmin orijinal adı “L’Ennemi Puplic No 1”in anlamıysa, “1 Numaralı Halk Düşmanı” demek. Jacques, hem kolay soygunlar yapıyor hem de kolayca polise yakalanıyor. Jacques’ın hep peşinde olan bıyıksız ve yuvarlak sakallı komiser Broussard, Jacques’ı dairesinde sıkıştırınca yeniden hapse giriyor. Hapiste bu defa François Besse’le tanışıyor Jacques. François’yla dostluğunu geliştiren Jacques’ın kadın avukatı içeri tabancalar sokunca Jacques, François’yla beraber firar ediyor hemen. Polis ve mahkeme, kendilerini aşağılayan Jacques’ı “1 numaralı halk düşmanı” ilân ediyor kamuoyu önünde.

    Yönetmenin bu devam filmi, ilki kadar sert, vahşi ve kanlı. Gerilimi iyi ayarlanmış bu sert filmde aksiyonun bol olmasından seyircinin başı dönüyor bazı anlarda. Jacques’ın hayatı çok basit, ama alabildiğine de yoğun. Uykudan arta kalan zamanlarında soygunlar yapıyor, hapse düşüyor, hapisten firar ediyor, insanları öldürüyor, hatta kadınlara bile mesai ayırabiliyor Jacques. İşte bu Jacques, kendini devrimci bile görebiliyor. Kendisine “1 numaralı halk düşmanı” denmesi bile ruhunu okşuyor. Devlete karşı savaştan korkan François onu terk ederken, ortaya Charly adında bir anarşist çıkıyor. Charly, Fransa’da silâhlı devrim yapılmasından yana. Jacques, bu sıralarda kendisini aşağıladığını düşündüğü faşist bir gazeteci olan Jacques Dallier’yi kaçırıyor ve bir mağarada vahşi biçimde öldürüyor. Sonunda Jacques, 02 Kasım 1979’da yanında eşi Sylvie (Sylvia) olmasına rağmen komiser Broussard ve ekibince Paris’in göbeğinde tuzağa düşürülüp gündüz gözüyle ve trafiğin yoğun olduğu caddede kurşun yağmuruna tutularak öldürülüyor. Yönetmen, Jacques’ın katledilişini gerçekçi bir atmosferde yansıtabilmiş perdeye. Aslında Jacques, baba takıntılı ve üstelik kompleksleri de olan biri. En önemli takıntılarından biri Mesrine adındaki “s” harfinin okunması. Kendisine “Mesrine” değil, “Merin” denmesini istiyor hep.

    Richet’nin filminin görselliği ve müzikleri de gerçekten çarpıcı. Fonda duyulan muhteşem müzikleri Marco Beltrami’yle Marcus Trumpp beraber bestelemişler. 1966’da New York’ta doğan besteci Marco Beltrami, korku filmi “Scream – Çığlık” seri filmlerine yazdığı müziklerle adını duyurdu. Guillermo del Toro’nun 2004 yapımı “Hellboy”u, yine 2004’te Alex Proyas’ın “I, Robot – Ben, Robot”u, John Moore’un 2006 yapımı “The Omen – Omen 666”sı, yaratıcı kadın yönetmenlerden Kathryn Bigelow’un 2008 yapımı “The Hurt Locker – Ölümcül Tuzak”, John Moore’un yine 2008 yapımı “Max Payne” gibi bilinen filmlerine gerilimli müzikler yaptı. Filmin diğer bestecisi Marcus Trumpp, 1974’te Stuttgart’ta doğdu ve Türkiye’de pek bilinmiyor. Filmin deriniliğinde Edith Piaf’ın sesi bile duyuluyor. Filmin muhteşem görüntülerini perdeye yansıtın Robert Gantz da, Renny Harlin’in 2004 yapımı “Mindhunters – Beyin Avcıları”yla adını duyurdu. Gantz, Richet’nin “Assault on Precinct 13 – Baskın” filminde de kameraman olarak çalışmıştı. Yönetmen, bu ikinci bölümde ilk bölümdeki gibi görüntüleri birkaç parçaya bölmemiş. Bu filmin en unutulmaz bölümü belki de finali. Bu bölüm, alabildiğine dingin ve nefesleri kesen bir atmosferle perdeye yansıyor. 70’lerin ruhu dolaşıyor sanki bu anlarda.

    Ölümcül İçgüdü 2 (L’Ennemi Public No 1: 2eme Partie – Public Enemy: Number Two)
    Yönetmen: Jean-François Richet
    Senaryo: Abdel Raouf Dafri
    Müzik: Marco Beltrami-Marcus Trumpp
    Görüntü: Robert Gantz
    Oyuncular: Vincent Cassel (Jacques), Ludivine Sagnier (Sylvie), Mathieu Amalric (François), Gérard Lanvin (Charly), Olivier Gourmet (Komiser Broussard), Anne Consigny (Avukat)
    Yapım: Pathé-La Petite Reine (2008)

    (04 Mayıs 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    Bir Babanın Yüreği

    DVD’de Filmler – 1

    İngiliz Michael Winterbottom, sinemanın yaratıcı ve görsel dünyası zengin bir yönetmen. ‘Cenova’ filminde, bir trajedinin ardından bir babayla iki kızının hayata yeniden tutunmasını anlatıyor.

    Blackburn şehrinde 1961 yılında doğan İngiliz yönetmen Michael Winterbottom, sinemanın yaratıcı ve çarpıcı yönetmenlerinden biri. Sinemaseverler, bu iyi yönetmeni ilk defa yazar Thomas Hardy’nin “Jude the Obscure” romanını sinemaya uyarlamasıyla tanıdı daha çok. 1997 yapımı “Jude”, yönetmenin en iyi filmlerinden biri. Hardy’nin bu romanı İletişim Yayıncılık tarafından “Adsız Sansız Bir Jude” adıyla Mart 2008’de yayımlanmıştı. Winterbottom’ın filmlerinde karakterler daha bir derinlikli öne çıkıyor. Onun filmini seyrederken sanki hikâye yokmuş hissine de kapılabilirsiniz. Elbette hikâye var. Hatta ne kadar karakter varsa o kadar hikâyesi var filmlerinin. Biçim dili de karakterler gibi hemen fark ediliyor filmlerinde. Kamera da bir karakter gibi onun filmlerinde. Winterbottom’ın gördüğümüz son filmi “Genova – Cenova” filminde de tüm bunlar var. Çoğu filminde olduğu gibi şehirler ya da mekânlar da baş karakterler gibi filmin ruhunu oluşturuyor Winterbottom’da. Yönetmen, İtalya’yı, özellikle Liguria kıyılarının içinde yer alan Cenova’yı bir başka aşkla seviyor. Bir liman şehri olan Cenova’nın bir de Portofino balıkçı kasabası var, şarkılar yazılmış üzerine. Winterbottom, “Cenova” filminde Portofino’ya hiç uğramıyor ve yazık oluyor. Cenova, ayrıca Cenevizlilerin şehri. Bir de Amerika’yı keşfeden Kristof Kolomb’un doğduğu yer. Cenova, İngilizcede “Genoa” (Ceneviz) anlamına geliyor. Tam bir açıkhava müzesi gibi. Daracık sokaklardan geçerken kasvetli bir atmosferin içindeymiş gibi hissederken birden kendinizi Akdeniz güneşinin altında buluveriyorsunuz bu şehirde. Her sokağından ve binasından tarih akıyor bu Cenova şehrinin. Bir de perdede bu inanılmaz güzellikteki şehri piyano tınılarıyla sinemaskop olarak seyretmek muhteşem bir duygu ayrıca.

    Trajedi ve hayat

    Anne ve iki kızı, karlar altında yol alıyorlar arabayla. Bu eğlenceli yolculuk, küçük kız Mary’nin farkında olmadan yaptığı bir hata bir trajediye neden oluyor. Öğretim görevlisi baba, yetişme çağındaki kızı Kelly ve küçük kızı Mary’yle beraber bu travmadan çıkabilmek için Cenova’ya taşınıyor. Baba Joe, üniversitede ders verirken, kızları da bu tarih kokan şehirde acıyı unutmak piyano dersi alıyorlar. Onların bu şehirde en büyük yardımcıları Joe’nun üniversiteden arkadaşı Barbara. Kelly, dar sokakları ve denizi muhteşem bu şehirde kendine bir İtalyan sevgili bulmakta gecikmiyor. Ya Mary? Küçücük kalbiyle suçluluk duygusunu yaşayan Mary, annesinin hayalini görüyor sürekli. Rüyalarında da annesi var hep. Bu film belki de küçük bir kızın suçluluk duygusu üzerine. Büyüme çağındaki Kelly de, bu Akdeniz şehrinde aşkı da tadıyor ve cinselliğini de yaşıyor. Film, sıradan ve günlük hayatı yansıtıyor sadece. Hayatın kendisini. Kültürler, diller ve ülkeler, şehirler farklı olsa da insan insandır çünkü. Filmi seyrederken hayatın belgeseline tanık oluyormuşsunuz duygusunu yaşıyorsunuz hep. Filmdeki tüm oyunculuk performansları da göz dolduruyor. Baba Joe’ya hayat veren Colin Firth’ü, Peter Webber’in 2003 yapımı “Girl with a Pearl Earring – İnci Küpeli Kız” filmindeki ressam Vermeer karakteriyle de anımsanabilir belki. Winterbottom, görsel dünyası ve sinematografik anlatımı çok zengin bir yönetmen.

    Bu filmin senaryo yazarlarından yönetmen Laurence Coriat, Winterbottom’la daha önce 1999 yılında “Wonderland – Harikalar Diyarı” filminde de çalışmıştı. “Cenova” filminin 1979 doğumlu Danimarkalı kameramanı Marcel Zyskind de, Winterbottom’ın son dönemlerde çektiği birçok filmin gözleri oldu. Zyskind, Winterbottom’ın 2003 yapımı “Code 46” filminin iki kameramanından biriydi ve işbirlikleri bu filmle başladı. Zyskind, 2004 yapımı “9 Songs – 9 Şarkı”, 2005 yapımı “Tristram Shandy: A Cock and Bull Story – Uyduruk Bir Öykü”, 2006 yapımı “The Road to Guantanamo – Guantanamo Yolu”, 2007 yapımı “A Mighty Heart – Güçlü Bir Yürek” filmlerinde de Winterbottom’ın kameramanlığını yaptı. Zyskind, senaryo yazarları Frank Cottrell Boyce ve Laurence Coriat gibi sinema yoldaşlarından biri şimdi Winterbottom’ın.

    Cenova (Genova)
    Yönetmen: Michael Winterbottom
    Senaryo: Laurence Coriat-Michael Winterbottom
    Müzik: Melissa Parmenter
    Görüntü: Marcel Zyskind
    Oyuncular: Colin Firth (Joe), Perla Haney-Jardine (Mary), Willa Holland (Kelly), Catherine Keener (Barbara), Hope Davis (Marianne)
    Yapım: Film4-Revolution Films (2008)

    (04 Mayıs 2010)

    Ali Erden

    [email protected]

    Prensesin Uykusu

    Çağan Irmak’ın yönettiği ve Çağlar Çorumlu, Sevinç Erbulak, Genco Erkal ile Alican Yücesoy’un oynadığı Prensesin Uykusu, 19 Kasım 2010′da Cine Film dağıtımıyla Most Production – Imaj tarafından vizyona çıkarıldı.
    Bir kütüphanede memur olarak çalışan Aziz, kendi küçük dünyasında sakin ve huzurlu bir hayat sürdürmektedir. Bir gün, Seçil ve 10 yaşındaki kızı Gizem, Aziz’in oturduğu apartmana taşınır. Aziz’in yeni komşularıyla renklenen hayatı, küçük kızın daldığı uzun uykuyla gölgelenir. Gizem’in daldığı uyku sebebiyle bu insanlar birlik olup, kaderi değiştirmeye çalışırlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • sadibey.com yazarlarının eleştirileri, diğer basın bültenleri ve haberlere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Prensesin Uykusu yazısına devam et
  • 07 Mayıs 2010 Haftası

    “Takiye: Allah Yolunda”, yurt dışında yaşayan (özellikle Almanya) saf Müslümanları ‘helâl yatırım’ söylemiyle kandırıp paralarını toplayan şirketlerin içyüzüne eğilmeye çalışırken, neler anlatacağı, nasıl öyküleyeceği, hangi türe meyledeceği konusunda netleşemediğinden, ‘çarşamba pazarı’na dönüyor… Bizim de beynimizi yiyip bitiriyor. Herhalde, devlet güçleri ve istihbarat örgütlerinin güdümünde, radikallikten uzak inanç sahibi olmanın faziletlerine dem vuruyor… Uyaralım, dublajın da etkisiyle heder olabilirsiniz!

    “Iron Man 2”, sürekli dünya barışı güvencesini, silâh üretimi konusunda ‘tövbekâr’ olan zengin iş adamı Tony Stark’ın, ‘taklit edilemez komplike silâh – zırh’ının sırrını devletle paylaşmamasına bağlamasına rağmen, pahalı biçimsel numaralarını silâhların oyunlarıyla sağladığından ‘soğuk’ hissettiriyor. Ancak, süper kahraman egosuyla dalga geçerken hayli yaratıcı olabilen Stark’ı ‘yorumlayan’ Robert Downey Jr., ‘metallerin şiddeti’ne dayanabilmenizi sağlıyor. Bir de, ‘hüzün yüklü zeki düşman’ Rus Ivan Vanko’da Mickey Rourke rol çalıp duruyor ki, izlenir yani.

    “Aşkın Son Mevsimi”, evrensel kıstaslarda en büyük roman kabûl edilen “Savaş ve Barış”ın yazarı, ölümünün yüzüncü yılı olan 2010’da anılan Tolstoy ile ona 48 yıl karılık / asistanlık yapıp bir düzine çocuk vermiş Kontes Sofya Andrevena Tolstsoy aşkının fırtınalı dönemine, yazarın son günlerine ‘heyecanlı’ bir tanıklık… Dış etmenlerin etkisiyle ‘nehir gibi coşan’ bir olaylar silsilesi. Şaşırtıcı derecede mükemmel Helen Mirren, bu aşkın gücünü ve güzelliğini belirleyen karakterde, Beyaz Rus olan büyükbabası sayesinde damarlarında dolaşan Rus kanını, tam mânâsıyla ‘ateşlemiş’!

    (04 Mayıs 2010)

    Ali Ulvi Uyanık

    [email protected]