23 Nisan 2010 Haftası

“Ödül Peşinde”, flört + evlilik toplam 15 aylık bir geçmişleri olan boşanmış çiftten, kumar tutkunu eski polis / yine kumar tutkunu yeni ödül avcısı bir dağınık tip olan adamın, hırslı gazeteci karısını bir küçük suçtan dolayı yakalayıp yargıya teslim etme ‘savaşı’nı, komedinin – hareketin merkezine alıyor. Zaten, erkek olanı kadınların seyretmekten müthiş zevk aldığı Gerard Butler, kadın da heykel gibi vücuduyla erkeklerin düşlerine yerleşmiş Jennifer Aniston. Bu tür bir film için hayli uzun süresinde (110 dakika), bizler gibi, beklentisi keyifli sinema anları olanlar için de, çok sayıda renkli mekân ve küçük rollere yazılmış, mizahın gerçekten parladığı diyaloglar / durumlar mevcut. Meselâ, bileğinden kelepçeyle karyolaya bağlı Jennifer Aniston’ın odasına giren kat hizmetleri görevlisinin esprisini unutamam (ne olduğunu gidip öğrenin bir zahmet) … Evet, mısır patlaklarını öğütürken hayli eğleneceğiniz bir film.

“Kapımdaki Casus”, 6 yaşından başlayarak, savaşmayı sanat kılan Uzakdoğu sporları, müzik / dans gibi dallarda komple bir eğitimden geçen, bugün 56 yaşında olmasına karşın genç bir oyuncu denli dinamik performanslar sergileyen, duraksamaksızın çalışan ve oyuncu olarak yüz filmi devirmiş Jackie Chan’in, bu çok sempatik akrobatın yepyeni filmi. Neden bu cümle? Bu filmi izleme nedeni çok açık olduğu için: Jackie Chan’in aksiyonu! Ancak, başka bazı filmlerinde olduğu gibi ifrata kaçılmamış. Üç afacan çocuk sahibi komşusu kadınla evlenmek isteyen casus rolünde, küçüklerin komik yaramazlıklarıyla cambazlıkları dengelenmiş. İşin içine bir de ‘kötü ve beceriksiz Rus mafyası tipleri’ eklenince, formül tamamlanmış. Kafanızı -ailece de- boşaltmak için uygun: Çıktıktan sonra sıkı bir filme gitmek şartıyla tabii.

“Gözlerindeki Sır”da, bir emekli sorgu müfettişinin yazmaya başladığı roman aracılığıyla, uzun yıllar önce bizzat soruşturduğu bir tecavüz – cinayet vakası odağında, romantikliğin, sağlam arkadaşlığın, faşizm ruhunun, şüphelerin ve saf sevginin iç içe geçtiği, yoğun bir insan gerçekliğine savrulmaktayız. Kuşkusuz zor bir uyarlama ve altından büyük oranda kalkılmış. Sinema sanatının kazanç hanesine armağan edilmiş bazı sahneleri de yok değil (Stadyumda geçen çok uzun plân – sekans gibi; istasyondaki veda gibi). Fakat Güney Amerika Sineması’nın benzersiz büyüsü, seyredeni bu kez komple kavrayamıyor, film yer yer hantal ve uzun hissedilebiliyor. İzledikten sonra, “tamam, gayet iyi” diye geçirseniz de içinizden, eksik kalıyor bir şeyler. Ne bileyim; başka bir Arjantin filmi olan, yine Yabancı Dilde Oscar ödülü kazanmış ve 25 yıl sonra bile belleğinizden zerre silinmemiş “La Historia Oficial – Resmi Tarih” gibi iz bırakmıyor… Ama önemli tabii; görülmesi gerekli… Finalde, zavallı yüreği ıstırap dolu bir faşist eskisine üzülebilir, bundan dolayı kendinize şaşabilirsiniz üstelik.

“Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?”, kuzeyin buzul diyarında, sisli ormanlara, kıyıya şiddetle çarpan dalgalara sahip, doğal ışıkların her dokuyu capcanlı kıldığı Vikinglerin ülkesinde, ırkının savaşçı ve heybetli görüntüsünü zerre yansıtmayan cılız ergen Hiccup (Hıçkıdık) ile öldürmeye programlandığı düşmanı bir ejderhanın, sevmeye evrilen ilişkisi … Aslında, Viking köyüne saldıran farklı türlerdeki tüm ejderhalarla iletişim kurmak ve onları sevmek olası. Yeter ki, size düşman olarak öğretilenle savaşmadan önce anlamaya çalışın, anlamaya çalışmadan önce de tanımaya – temas kurmaya çalışın. Öyle bir animasyon ki, hem fantastik, hem gerçekçi ve hem mizahi, hem de dramatik … Yaşattığı serüven duygusu da, her anlamda baş döndürücü: Hıçkıdık’ın, enfes siyah renkli ve bir aerodinamik harikası olan ejderhasıyla uçuşları -hele 3 Boyutlu izlenirse- başınızı döndürecek nitelikte. Ergenlik çağındakiler için ideal bir film.

(21 Nisan 2010)

Ali Ulvi Uyanık

[email protected]