Festivaller… Festivaller…

Sinemamızın ilk festivali 1948’de yapılır. İlk olmanın tüm heyecanını ve acemiliklerini taşır. Hadi söyleyelim, sonuçta Unutulan Sır (Domaniç Yolcusu / Şakir Sırmalı) birinci seçilir. Ama ilginçlik burada değildir, ikinciliği, yönetmen ve senaryo ve de En İyi Genç Kadın ve Genç Erkek Oyuncu Ödüllerini Bir Dağ Masalı (Turgut Demirağ) kazanır.

[Turgut Demirağ ziraat öğrenimi için gittiği ABD’den “sinema eğitimi” alarak geri döner, AND Film şirketini kurar ve “Çalıkuşu”nu çekmeye karar verir fakat yapım sorunları nedeni ile gerçekleştiremez yerine bir başka Reşat Nuri öyküsü Bir Dağ Masalı’nı çeker. Bunun kahramanı da öğretmendir ama bir erkek öğretmen. Demirağ nerede ise iki filmlik çekim yapar ve bu malzemeden Bir Dağ Masalı’nı oluşturur. Bu film 1948 yılında yapılan ilk festivalde yukarıda saydığımız ödüller dışında bir başka ödül daha kazanır: En İyi Hikâye ödülü. Film gerçi bir öyküden (hikâye) uyarlanmıştır fakat ayrıca yazılmış bir senaryosu vardır ama festival jürisi senaryo yanında, hikâyeye de ödül verir, yani Reşat Nuri Güntekin’e. (Dünyada yazdığı hikâye nedeni ile, bu öykünün sinemaya uyarlanmış olması nedeni ile, bir film festivalinde ödül almış başka yazar var mıdır?!) Demirağ, Çalıkuşu’nu çekemez ama yıllar sonra 1967’de bir tane daha Bir Dağ Masalı çeker. Çeker ama renkli olan bu filmde erkek kahraman da (muallim de) kadın kahramana (muallime’ye) dönüşmüştür. Bu muallimeyi de Türkan Şoray oynadığı nedenle, dönüşen başka şeyler de vardır.]

1948’den sonra zaman zaman festival girişimleri olur ancak bunlar uzun soluklu olamaz; 1964’de bugün halâ devam etmekte olan Antalya Film Festivali ilk kez yapılır. Gurbet Kuşları (Halit Refiğ) filminin birinci seçildiği ilk yıldan sonra festival içinde festival içeren festival ikinci kez bir yıl sonra 1965’de yapılır. Aşk ve Kin (Turgut Demirağ) değerlendirme sonunda birinci seçilir. Jüri dışında bir grup yapılan değerlendirmeyi eleştirir ve sekiz kişi arasında yapılan festival sonu bir değerlendirmede Karanlıkta Uyananlar (Ertem Göreç), katılanların hepsi tarafından birinci seçilirken, festivalin birincisi, sırf festival filmlerinin değerlendirildiği bu ikinci (resmi olmayan) seçimde hiç bir katılımcı tarafından seçilen filmler listesine -hiç bir sırada- giremez.

[Bu biraz da tepkisel bir değerlendirmedir ama seçime katılanlardan bir kısmı Aşk ve Kin’i neden seçmediklerini de açıklarlar. Katılımcılardan Tanju Akerson, “dünyanın hiç bir yerinde, bir prodüktörün kendi filminin yarıştığı bir festivalde jüri azalığı yapamayacağını” söylüyor. Benzeri, festival içinde festivallik olaylar, Altın Portakal’ın ilk yıllarında sıkça görülen olaylardandır. Meraklısı, bu konudaki -piyasada ancak sahaflarda bulunabilecek- geniş bilgileri Erman Şener’in Festivaller (Ocak – 1972) adlı kitabında bulabilir.]

1967 yılında yapılan 4. Antalya Festivali’nde ilk (ve tek) defa bir festivallik durum daha yaşanır. Daha önce yapılanlarda ve sonra yapılacaklarda uygulanmayan bir sistem uygulanır ve birincilik üç kategoriye bölünür: Dram Filmi / Tarihi Film / Komedi filmi. Dram dalında Zalimler (Yılmaz Duru) birinci olur. (O günlerde yapılan kurmaca filmlerin hepsinin bir dramatik yapısı vardır, film komedi filmi olsa bile ama dramların dramatik yapısı daha öne çıkar. Demekki bu birincilik seçimi dram-lar arasında yapılmış). Tarihi film dalında Bir Millet Uyanıyor (Ertem Eğilmez) birinci seçilir. [Bu filmin Muhsin Ertuğrul’un -adaşı olan filmi (1932)- ile adaşlıktan öte bir ilişkisi yoktur.] Festivale katılan diğer tarihi film yine bir ikinci çevrim olan Allahaısmarladık’tır. (Nejat Saydam). Bu kategoriye girebilecek bir başka film ise Çalıkuşu’dur (Osman Fahir Seden) ki tarihi film olmakla beraber daha çok dönem filmidir. Komedi filminin birincisi ise Güzel Bir Gün İçin’dir (Haldun Dormen). Yarışmaya katılan filmler arasında Yeşilçam ölçülerine göre komedi filmi olabilecek bir başka filmi ben bulamadım. İçinde komedi unsuru içeren filmler tabii ki var, ama o kadar. (Festivallere katılan filmler hakkında yayınlanmış çeşitli kitaplar bulunmaktadır, meraklılarının biraz araştırması gerekecek.)

Bir diğer festivalli festival 1972’deki 4. Adana Film Festivali’dir. Festival jürisi değerlendirmesini yapar ve Baba (Yılmaz Güney) filmini birinci seçer. Yılmaz Güney’de En İyi Erkek Oyuncu seçilmiştir. Sonuçlar açıklanır ve ödüller dağıtılır. Adana’yı terk etmek üzere olan jüri havaalanından geri çağrılarak, yanlışlık yapıldığı, Baba’nın aslında yarışmaya katılamaması gerektiği, değerlendirmenin hatalı olduğu, yeniden değerlendirme yapılması gerektiği söylenir ve jüri de -hiç itirazsız- yeniden bir değerlendirme yapar, Baba’yı yok sayarak ikinci olan Karadoğan’ı (Yılmaz Duru) birinci ilân eder. Üçüncü olan Yaralı Kurt (Lütfi Ömer Akad) ikinci olur, daha önce değerlendirmede olmayan Irmak (Lütfi Ömer Akad) üçüncü ilân edilir. Yılmaz Güney’den geri alınan En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Yaralı Kurt’ta oynayan Cüneyt Arkın’a verilir. Festivalin festivalliği burada bitmez, Adana’da ve İstanbul’da devam eder ama verilen ödüllerin geri alınması festivali festivale dönüştürmesi bizim için yeterlidir.

Yine Antalya’ya dönersek 1997’de 34. Antalya Film Festivali’ndeki festival festivalden sonra yaşanır. En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Köpekler Adası (Halit Refiğ) filmi ile Tanju Gürsu’ya verilir, festival biter. Bir festival olan basınımız, Gürsu’nun ödül almasını eleştirir, bu gayet normal bir şeydir. Bir oyuncuya verilen ödül eleştirilebilir ama bu eleştiri oyuncuyu başka birisi (Müşfik Kenter) seslendirmiştir diye yapılırsa, bunda bir gariplik vardır, çünkü ne daha önceki yıllarda ne daha sonra Antalya ve diğer festivallerde, ödül alan bir oyuncu sırf başkası seslendirdi diye eleştirilmemiştir. Sanki ödül alan diğer oyuncular seslendirmelerini kendisi yapmış gibi, oklar Gürsu’ya yöneltilir. Bu da eleştirmenlerin festivali…

Festivallerimize -genel olarak- herhangi bir diyeceğimiz yok ama zaman zaman festivallik festivallerimiz olmuyor değil, hem bunlar yukarıda saydıklarımla sınırlı değil. Bu ikincil festivaller, asıl festivallerin sonuçları gölgesinde zaman içinde unutulup gidecektir. Aşağıda yazacağım son festivalde yaşananlar, bana yukarıda yazdıklarımı hatırlattı, ilgi duyabilecek olanlarla paylaşmak istedim, hepsi o kadar…

Son (taze) festivalimiz (ama ilk değil, daha önce de oldu bunlar) bir festivali yapıp, sonuçlarını ilân ettikten sonra ödül töreni düzenlenmesidir ki, festivalin festival özelliğine (bence) gölge düşürür. Geçenlerde sonuçları açıklandıktan (Köprüdekiler / Aslı Özge) sonra ödül töreni yapılan festivalinin ödül törenine -sonuçta ödül alamayan- yarışma filmlerinin çalışanlarından kaç tanesi -gönül rahatlığı ile ve heyecanlı olarak- gidebilir? Festival komitesi buna -ikna edici bir- cevap verebiliyorsa, biz -bir takım ilişkilerin dışında kalanlar- boş yere yazıp çiziyoruz demektir. Başka bir deyişle, havanda su dövüyoruz.

(28 Mart 2010)

Orhan Ünser