Sinema – Tarih Yine Buluştu

11-17 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilecek 12. Sinema – Tarih Buluşması’nda çoğunluğu yeni, hem kişisel hem de toplumsal tarihi anlatan keşfedilmesi gereken filmler var. Filmler Beyoğlu’ndaki Alkazar Sineması’yla Fransız Kültür Merkezi’nde gösteriliyor. Filmlerin seanslarıysa 12.00, 14.00, 16.30, 19.00 ve 21.00. Festival, bilet fiyatlarını tam 5 TL, öğrenci 4 TL olarak belirleyerek pahalı tutmuş.

İstanbul Sinema – Tarih Buluşması, 12. yılında Türkiye ve Avrupa’nın ortak mirasını ve bu mirasın uçsuz bucaksız zenginliğini keşfe çıkmaya hazırlanıyor. TÜRSAK’ın düzenlediği, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla gerçekleşen İstanbul Uluslararası Sinema – Tarih Buluşması, hem kişisel hem de toplumsal tarihi anlatan filmleri gösteriyor. Dünyanın dört bir yanından gelen filmlerin buluşacağı festivalin bölüm başlıklarından şöyle: “Avrupa Kültürleri Buluşması”, “Yeni Keşifler”, “Dünya Festivallerinden”, “İnsan Hakları”, “Beyazperdenin Tanıklığı: Polonya Sinemasına Bakış…” Gösterimler, 11 – 17 Aralık tarihleri arasında Beyoğlu’ndaki Alkazar Sineması’nda ve Fransız Kültür Merkezi’nde olacak. Film seanslarıysa 12.00, 14.00, 16.30, 19.00 ve 21.00’de. Biletlerse tam 5 TL, öğrenci 4 TL olarak belirlendi. Festival ilk düzenlendiği yıllarda ücretsizdi. Şimdiyse pahalı.

Alkazar’da…

Festival, 11 Aralık’ta Alkazar Sineması’nda, Alex van Warmerdam’ın 2009 yapımı Hollanda-Belçika ortak yapımı “De Laaste Dagen van Emma Blank – Emma Blank’ın Son Günleri”yle başlıyor. Warmerdam’a, Hollanda’nın çılgın yönetmeni denilirken filmi de kara mizah başyapıtı olarak değerlendiriliyor. İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nin yönettiği “Darbareye Elly – Eli Hakkında”, yıllar boyu Almanya’da yaşamış Ahmet’in ülkesini ziyaret edişini anlatıyor. Alman yönetmen Matthias Emcke’nin “Phantomschmerz – Acının Hayaleti”, şehirli bir maceracının hayatına kamera çeviriyor. Michele Placido’nun 66. Venedik Film Festivali’nde “Altın Aslan” için yarışan filmi “Il Grande Sogno – Büyük Düşler” filmi de festivalde. Bu filmin hikâyesi 1968’de geçiyor: 68 kuşağı, özgür aşk, eylemler, emekçiler ve birçok şey var. Arjantinli yönetmen Juan Jose Campanella, “El Secreto de sus Ojos-Gözlerindeki Giz” filminde gizem, gerilim ve romantizmi buluşturuyor. Antonio Steve Tublen ve Alexander Brøndsted’ın ortak yazıp yönettikleri “Original-Orijinal”de kasvetli havadan dolayı depresyondaki Henry, arkadaşının kendisini İspanya’ya davet etmesiyle üzerine çöken kasvet dağılıverir. 1981 doğumlu Mona Achache, ilk yönetmenlik deneyimini “Le Herrison-Kirpi” filmiyle yaşıyor. Genç yönetmen Achache, Costa-Gavras’ın 2009 yapımı “Eden a L’Ouest-Cennet Batıda” da oynamıştı. Achache, filminde bir apartmandaki “tuhaf” insanları mizahi bir dille yansıtıyor. Sinemanın büyük ustalarından Francis Ford Coppola’nın “Tetro”su da gösteriliyor. Coppola, bu son filminde siyah-beyaz ve renkli çalışmış. Bu yapıta, Coppola’nın en kişisel fimi deniliyor. Denis Dercourt’un yönettiği “Demain des L’Aube-Şafakta Düello”, bir piyanistin kriz dönemlerini izliyor. Hint sinemasının önemli yönetmenlerinden Mira Nair’in son filmi “Amelia” da festivalin öne çıkan filmlerinden. Bu filmde Hilary Swank, Richard Gere, Ewan McGregor, Christopher Eccleston gibi ünlü oyuncular performans gösteriyorlar. Bu film, efsanevi kadın pilot Amelia Earhart’ın hayatının peşine takılıyor. Macar sinemasından gelen yönetmen Viktor Oszkar Nagy’nin ilk filmi “Apaföld-Buruk Hasat”a, “Oedipal bir gerilim etrafında örülen bir baba-oğul öyküsünü, aşırılığı dışlayan bir üslûpla” yansıtıyor deniliyor. 2005 yapımı “C. R. A. Z. Y. – Çılgın” filmiyle bilinen Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallee, “The Young Victoria – Genç Victoria” filmiyle festivalde. Filmin yapımcıları arasında ünlü yönetmen Martin Scorsese’nin de olduğu filmin hikâyesi 19. yüzyılda geçiyor. Filmde İngiliz Sarayı’ndaki entrikalar ve iktidar savaşları öne çıkıyor. Macar sinemasından gelen Aron Matyassy’nin “Utolso Idok – Kayıp Geçmiş”i taşradaki hayatlara bakıyor. Polonya sinemasından “Swinki – Domuzcular”ı Robert Glinski yönetmiş. Filmin hikâyesi, Almanya – Polonya sınırındaki bir kasabada geçiyor. İsveç filmi “Flickand – Bir Kız”ı Fredrik Edfeldt yönetti. Filmde küçük kızın anne – babası yardım için Afrika’ya giderken onu da teyzesinin yanına bırakırlar. Çapkın teyze sevgilisiyle geziye çıkınca küçük kız tek başına kalır. Bu film, gösterildiği her yerde heyecan yaratmış.

Fransız Kültür’de…

Pornografi sınırlarını zorlayan filmleriyle tanınan Fransız kadın yönetmen Catherine Breillat’nın “Barbe Bleue – Mavi Sakal”ı da festivalde. Joe Berlinger’ın “Crude – Ham” belgeseli de gösteriliyor. Yapımı üç yıl sürdüğü belirtilen belgesele sinema – gerçek şöleni deniliyor. Belgeselde Amazonlara içeriden bir bakış yapılıyor. “Fixer: The Taking of Ajmal Naqshbandi – Aracı: Ajmal Naqshbandi’nin Kaçırılışı” da bir belgesel. Bu belgeseli de Ian Olds yönetmiş. Belgesel, Afgan bir tercümanla Amerikalı bir gazetecinin iş ortaklığı üzerinden gelişiyor. Ajmal, bir İtalyan gazeteciyle beraber Talibanca kaçırılıyor ve trajediler başlıyor. Abla – kardeş arasındaki “aşk” hikâyesini anlatıyor gibi duran “Daniel ve Ana” gerilim filmini Michel Franco yönetti. Rebecca Cammisa’nın “Which Way Home – Evden Uzakta” belgeselinde ABD’nin Meksika sınırına duvar örmesini anlatıyor. İranlı yönetmen Behnam Behzadi’nin “Tanha do bar Zendegui Mikonim – Ölmeden Önce” dramında, yirmi yıl önce üniversitedeki siyasi eylemleri nedeniyle tıptan atılan Siamak’ın hapisten sonraki anları yansıyor perdeye. Zeki Demirkubuz’un 1997 yapımı “Masumiyet” filmi de festivalde. Bu film, sinema tarihinin en acı veren en “tuhaf” aşk filmlerinden. Polonya sinemasının yaşayan büyük yönetmenlerinden Krysztof Zanussi’nin “Cwal – Dört Nala” filminin hikâyesi 1950’lerin ilk yarısında geçiyor. Bu filme otobiyografik deniliyor. Barbara Attie ve Janet Goldwater’ın ortak yönettikleri “Mrs. Goundo’s Daughter – Bayan Goundo’nun Kızı” belgeseli, küçük kızıyla sığınma ve sağlık hakkı için ABD’de verdiği mücadele anlatılıyor. Polonyalı yönetmen Maciej Dejczer’in “300 Mil do Nieba – Cennette 300 Mil” filminde, 1985’te bir kamyon arkasında Kopenhag’a kaçak giden iki kardeşin hikâyesi anlatılıyor. Zeki Demirkubuz’un 2006 yapımı “Kader”i de gösteriliyor. “Kader”, “Masumiyet”in ilk hikâyesi gibi. 2005 yapımı “La Petite Jerusalem – Küçük Kudüs” filmiyle hatırlanan Karin Albou’nun “Le Chant des Mariees – Evlilik Şarkısı”nda 1942 yılındaki Tunus yansıyor. Meryem ve Nur, tüm dinlerin birlikte yaşadığı yıllarda aynı evde yaşayan iki genç kız. Meryem okula gidiyor. Nur gidemiyor. Nur, Meryem’e imrenir. Ve sonra Naziler Tunus’a girer. Büyük Polonyalı yönetmen Andrzej Wajda’nın 1992 yapımı “Pierscionek z Orlem w Koronie – Kartal Taçlı Yüzük”ü de festivalde. Yıl 1944… Varşova Alman işgâlinde. Varşova Gettosu’ndaki direnişte yenilenler Naziler tarafından sınırdışı edilir. Anne Aghion’un “My Neighbor My Killer – Komşum, Katilim” belgeseli Ruanda’daki katliamlara bakıyor. Polonya sinemasından gelen “Wszystko co Najwazniejsze – Ailem, Her Şeyim”i Robert Glinski yönetti. 1939’da, Polonya’nın Nazi işgâlini öngören Polonya Yahudisi Alexander Wat, ailesini de yanına alarak Wat, Ukrayna’ya kaçar. Ukrayna’da Polonyalılarla karşılaşır, ihanete uğrar, ailesiyle beraber Kazakistan’da kolektif bir çiftliğe gönderilir ve burası Nazi kampları gibidir.

(09 Aralık 2009)

Ali Erden

sinerden@hotmail.com