Bir ülke düşünün ki; zenginlik ve fakirlik en uç noktasında yaşansın… O ülkede yaşayan iki kardeş halk birbirinin dilinden hiç mi hiç anlamasın… Aynı ülkede yaşayan insanların bir kısmı, kendi vatanlarında üvey evlât muamelesi görsün. Ülkedeki şanslı (!) çocuklar özel servislerle, artık çoğu bilgisayarlı sıcak okullarına giderken, bir diğer şanssız (!) kısmı yamalı papuçlarıyla karda-kışta yürüsünler, camı-kapısı kırık derme çatma okullarda okumaya çalışsınlar. Yaşıtları matematiği, feni öğrenirken, onlar Türkçe’yi öğrenmeye çalışsınlar. Yani daha en baştan hayata yenik başlasınlar… Ve bir film düşünün ki, tüm bu trajik tabloyu öyle insani, öyle naif bir şekilde anlatsın ki biz filmi gülümseyerek izleyelim. İki Dil Bir Bavul’un yönetmenlerinden Orhan Eskiköy’e kulak kesiliyoruz…
Öncelikle tebrik ederim. İki Dil Bir Bavul’un hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyorum. Hemen her yayın organında röportajlarınızı, her gazete, dergi sayfasında filminiz üzerine yazılmış yazıları görüyoruz. Geçtiğimiz yıl Sonbahar filminde görmüştük bu tabloyu… Böyle yoğun bir ilgili bekliyor muydunuz?
Bu yoğun ilgiyi beklemiyorduk. Gündemin de etkisi oldu. Filmden malzeme çıkarmaya çalışanlarla, filmin gerçek duygusunu anlayanlar birbirine karıştı. Gerçi biz, kimin hangi niyetle film hakkında yazdığını biliyoruz. Ancak filmin ısrarla “Kürt Açılımı” ile anılıyor olması rahatsız edici… Açılımın ne olduğunu bile bilmiyoruz daha. Bir yandan da medya insanları provoke ediyor. Bizim filmimizin de bu bağlamda anılması çok üzücü…
Kürt Açılımı ile anılmasının yanında bir de filminizi Nefes filmi ile kıyaslayanlar da oldu…
Akşam Gazetesi’nden bir magazinci, Nefes filmi ile bizi kıyasladı… Bizim filmi bir de Kürt açılımı tarafına koyuyor; sonra da filmin gişe sayılarına bakıp açılımcıların filmi izlenmedi diyor. Şimdi bu ahlâksızlıkla başa çıkmak o kadar zor ki… Filmimiz 22 kopya ile çıktı. Nefes 630 salonda girdi. Şimdi kıyas kaldıracak mı bu? Bu gazeteyi alan 100 bin kişi var. Okuyanlar ne düşündüler kim bilir? Medya ve devlet elele insanları kamplaştırıyor. İki Dil Bir Bavul’un meselesi çok açık. Seyircinin ilgisi de giderek artıyor. Bu da bizi mutlu ediyor.
Peki siz ne düşünüyorsunuz, ne anlıyorsunuz “açılım”dan?
Beni umutsuz yapan şu açılım lâfı… Nereye kime açılıyoruz? Devlet, çözmesi gereken bir sorun hakkında insanların arasındaki uçurumu iyice açtı. Şimdi özellikle Türkler, Kürtlere ayrıcalıklar verileceğini düşünerek daha da sertleşti. Oysaki isyan eden bir halkın diğer halklarla eşit hale gelip gelmeyeceği sorun… İki Dil Bir Bavul da bunun için yapıldı. Eğitim en temel hak. Bir Türk 4 ayda okuma yazma öğreniyor bir Kürt belki 2 senede. Çünkü önce Türkçe öğrenmesi gerekli… Sonra o çocuklar eğitim alamadıkları için hayatlarını yönetemiyorlar. Sonra adalet duyguları sarsıldığı için isyan ediyorlar. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Şu televizyonların, gazetelerin dediklerine bu kadar inanmasak daha iyi anlayacağız birbirimizi. Yönetiyorlar bizi. Biz yönetmiyoruz yani. Çözümü isteyenler çok sayıda ama istemeyenlerin sesi daha gür çıkıyor.
Özgür Doğan ile birlikte yaptığınız kısa filmler var… Ancak insanlar sizi İki Dil Bir Bavul ile tanıdı… Film kurmaca değil de belgesel olarak gösterilseydi sanıyorum durum daha farklı olabilirdi…
Özgür ile birlikte kısa filmler yaptık. Bu filmler ödül alsalar, önemli festivallerde gösterilmiş olsalar da fark edilmediler. İki Dil Bir Bavul da belgesel olarak anılmaya devam etseydi yine fark edilmeycekti. Altın Koza’da kurmaca filmlerle yarışması filmin de bizim de fark edilmemizi sağladı. Belgesel sinema bilinmiyor ülkemizde. Belgesel hakkında çok önyargı var.
Bir söyleşinizde, bir sonraki projenizde filme daha müdahaleci olacağınızı söylemiştiniz… Bu, kurmaca yönü ağır basan bir film yapacağınız anlamına mı geliyor?
Nuri Bilge Ceylan’la filmin nasıl hayata geçtiğini konuşurken filmi çektiğimiz köyün hayal ettiğimiz gibi bir köy olmadığını söyledim. Yani öğretmen hayal ettiğimiz olmasını istediğimiz gibi biriydi ama yazdığımız senaryodaki bir dağ köyüydü. O da bana şu cevabı verdi: “Hayal ettiğin şeyin olmasını istiyorsan kurmaca film yapmak zorundasın” Dolayısıyla müdahale gerektiren durumlar olduğunda bunu yapmak gerektiğini düşünüyorum artık.
İki Dil Bir Bavul’un bitiş tarihi ile vizyonu arasında oldukça zaman var. O zaman dilimi içinde neler yaptınız?
2008 yılında ilk gösterimi Amsterdam’da yapıldı. Sonra Türkiye için girişimlerimiz oldu. Bu arada yeni bir proje geliştirdik. Ama zamanımızın çoğunu İki Dil Bir Bavul almaya devam etti.
Benzer bir konuyu yıllar önce, Hakkari’de Bir Mevsim ismiyle Erden Kıral çekmişti. Hakkari’ye sürgün edilmiş bir öğretmenin başından geçenleri anlatan film, 5 yıl boyunca yasaklı kalmıştı…
Filmi biliyorum. Ancak sansür nedeniyle o filmde Kürtçe hiç yoktur. Kürtçe konuşulsa filmi belki bu günlerde ancak izleyebilirdik. Bizim en büyük hatamız da bu yok saymalar ve yasaklar… Bir devlet düşünelim ki vatandaşını yok sayıyor. Farklılıkları yok etmeye çalışıyor.
Neden apolitik bir öğretmen seçtiniz?
Filmdeki hiçbir karakterin politika ile ilgisi yok. Ülkemizdeki çoğunluğun da politika ile ilgisi yok. İnsanlar kendi geleceklerin belirlemek için sadece sandığa gidiyor. Devlet ne derse onu yapıyor. (Çoğunluktan bahsediyorum.) Bu köydeki tüm sorunlar aslında memleketin her yerinde olan şeyler. Hikâyenin özelinde duran Kürt sorunu ülke sorunu aslında. Birbirimizle ilgili önyargılarımız var. Onları sürekli sivriltiyoruz. Bu yüzden sorunun varlığından doğrudan etkilenen ama çözümle ilgisinin olduğunu bilmeyen karakterler var filmde aynı Türkiye’deki çoğunluk gibi.
Zülküf diğerler çocuklardan biraz farklıydı. Hepsini çok sevdik ama Zülküf’ü daha farklı bir yere koyduk… Sizin Zülküf ile ilgili düşünceleriniz neler?
Zülküf’ün hayatında hiç Türkçe kelime yoktu. Dolayısıyla öğretmenini en az anlayan kişiydi. İkinci dilin travmasını da en çok o yaşadı sınıfta… Kendi dilini bilmeyen bir yabancıyla geçirdiği zamanın yükünü en çok o çekti ve Türkçeyi de öğrenemedi bir yılda. 3 Kelime biliyordu en son “evet”, “hayır”, “tamam”. Emre nasıl Kürtçe birkaç kelime öğrendiyse Zülküf de öyle yaptı. Bu travmayı yaşatmaya hakkımız yok bu çocuklara da öğretmene de…
Söyleşi öncesinde Hıncal Uluç’un Altın Portakal için yazdığı “Utanç Festivali Bitti” yazısını gördüm. Ardından Yeni Şafak Gazetesi Sinema Editörü Ali Murat Güven’in aynı konulu yazısını okudum. Güven de Uluç gibi, giysi konusunu ele alarak ve Yılmaz Güney’in ödül alırken giydiği smokinli fotoğrafları hatırlatarak “Hanginiz Yılmaz Güney’den Daha Muhalif ve Radikalsiniz Allah Aşkına” başlıklı bir yazı yazmıştı. Smokinler ve tuvaletler bir festivale verdiğiniz değerin göstergesi midir?
Bu toplumdan bir beklentim var: Hıncal Uluç gibileri “Kör kuyularda merdivensiz bıraksın” Bir aşk şarkısının sözlerini kullandığım için çok mutsuzum Hıncal Uluç’la ilgili konuşurken… Ama onunla ilgili kurduğum hayali bir tek bu sözler anlatıyor.
(02 Kasım 2009)
Gizem Ertürk