Benim kuşağıma mensup sinefillerin, “sinema kültürü”ne susamışlıklarını giderebilmek ve bu alandaki bilgi birikimlerini zenginleştirebilmek için, günlük gazetelerdeki film eleştirilerini okumak haricinde neredeyse tek bir seçenekleri vardı. O da -pek çoğu bir kaç sayı çıktıktan sonra kitlesel ilgisizlikten dolayı kapanan- aylık sinema dergilerini takip etmek…
1980’ler boyunca, hepsi de ticarî açıdan başarısızlığa uğrayan bir düzineye yakın dergi denemesine tanık olmuştuk. Ardından, 90’ların başlarında piyasaya çıkan “Sinema” ise öncüllerine göre daha yüksek biçim ve içerik kalitesiyle bu kısırdöngüyü kırmayı başararak “tuttu”.
“Sinema”nın 1994’den itibaren istikrarlı bir biçimde büyümesi ve 2000’lerin başlarında da tirajının 10 bin sınırına dayanmasının sırrı, Türkiye’de yerli film piyasasının yeniden doğuşuyla yakından ilişkiliydi elbette. Ortada, üzerinde konuşulmaya değer, cıvıl cıvıl bir sinema sektörü olunca, sinema dergiciliği de ister istemez canlanmıştı. Sonrasında ise bu dergiyi “Altyazı”, “Film+”, “Cinemascope” gibi diğer yerel örnekler ve aynı alandaki yabancı yayınların Türkçe edisyonları konumundaki “Empire” ve “Film Total” takip etti.
Sinema dergileri, birbirlerinin başarılarından cesaret alarak ardı ardına yayın hayatına atıldıkları son 10 yıllık süreçte, geçmişteki genel ilgisizlik psikolojisinin ardından şimdilerde ise bambaşka bir “rakip”le yüzleşiyorlar. O da hayatın diğer bütün cephelerinde olduğu gibi sinema alanında okurlara en hızlı ve kapsamlı bilgileri -üstelik de ücretsiz- sunan “internet ortamı”…
İnternetin amansız rekabetiyle karşı karşıya bulunan fizikî/basılı dergiler, Türk toplumunun gitgide gelişip zenginleşen sinema beğenisine paralel olarak, artık eskisi gibi 2-3 sayıda batma riskiyle karşı karşıya değiller. Hepsi olmasa bile önemli bir bölümü kendilerini döndürecek aylık tiraj ve reklâm gelirlerine ulaşabilmekte…
Ancak, bu fizikî dergilerle internetteki sanal rakipleri arasında, her yıl ikincisinin lehine gitgide derinleşen bir “tiraj” uçurumu var. Sinema dünyasındaki gelişmeleri istediği an elinin altında bulunacak “mürekkep kokulu” bir yayından takip etmek isteyen, bu anlamda geleneklerine bağlı, öte yandan toplam sayıları ise 20-30 bin kişiye ancak erişebilen çekirdek bir okur kitlesinin karşısında, internetin sağladığı hızlı, kolay erişilebilir ve sıklıkla güncellenen bilgi kaynaklarına çok daha yatkın olan yepyeni bir okur profili ortaya çıktı.
Bu taze müşteri kitlesi, belki her ayın başlarında “kâğıttan” bir sinema dergisi satın almıyor olabilir; ancak büyük bir bölümü sıklıkla sinemaya gidiyor, sinema gündemini dikkatle izliyor ve söz konusu alandaki bilgi birikimlerini geliştirebilmek için internetteki sinema sitelerini her gün hallaç pamuğu gibi atıyor.
Bunun sonucunda da internet ortamında özellikle son bir kaç yıl içinde ardı ardına pek çok sinema dergisi, portalı ve bloğu kuruldu. İlk aşamada grafik tasarım ve içerik olarak amatör bir görünüm sunan elektronik yayınlar, sonrasında ise daha özenli birer tasarıma ve alanında ehil kalemlere ev sahipliği yapmaya başladılar. Film eleştirmenliğini profesyonel bir meslek olarak benimsemiş popüler isimlerle, yakın gelecekte aynı alana girmeyi hedefleyen heveskâr gençlerin (baskılı dergilerde hiç görülmemiş bir demokrasi uygulamasıyla) yan yana yazdıkları, bu sayede de birbirleriyle pozitif bir etkileşim içine girdikleri birer “okul”a dönüştü sanal dünyadaki sinema siteleri…
Günümüzde internet ortamında içerik açısından öylesine zengin sinema siteleri var ki “Ben gerçek bir sinemaseverim” diyen birinin bunlara arada sırada da olsa göz atmadan kendini geliştirebilmesi çok zor… Aklıma hemen geliveren bir kaç örneği sıralamakta yarar var. On-line birer dergi formatında yayın yapan “Sinemalife” ve “Cinedergi” başta olmak üzere, “Sinema”, “Sinemalar”, “Sinematürk”, “Beyazperde”, “Sadibey”, “Sinema Sinemadır”, ülkemizde sinema üzerine güncel içerik sunan istikrarlı sitelerden yalnızca bir kaçı… Bunların yanında daha rafine bir sinemasever kitlesi için derin analizlere, sinema tarihi üzerine başka kaynaklarda kolay kolay bulunamayacak türden dosya araştırmalarına yer veren “Tersninja”, “En İyi 100 Film” ve “Öteki Sinema” gibi butik siteler var ki onları da âdeta birer dijital ansiklopedi olarak görmek olası… Öte yandan, muhafazakâr kesimdeki sinemaseverler de internetin bilgiyi paylaşmada sunduğu özgür ortama kayıtsız kalmadılar ve son yıllarda “Sinemüslim”, “İkinci Perde” gibi son derece stratejik öneme sahip bazı siteler ortaya çıktı.
Ülkemizde halihazırda en popüler baskılı sinema dergisinin tirajı 10 bini bile bulmazken, internette bu tirajı yalnızca bir tek günlük tıklamasında elde eden düzinelerce sinema sitesi var. Aynı kategorideki yayınların günlük ziyaretçi rakamları ABD, İngiltere, Hindistan ya da Japonya gibi internetin bizden çok daha yaygın olarak kullanıldığı ülkelerde yüz binlere ulaşmakta…
İnternet yayıncılığı bütün dünyada almış başını giderken, ülkemizde ise gerek film yapımcıları / dağıtıcıları, gerekse filmlerin üretim sürecinde aktif görev alan oyuncu, senarist ya da yönetmenler arasında bu karşı konulmaz teknolojik gelişmeyi “doğru okuyamayan” arkaik bir kitlenin varlığı göze çarpıyor.
Bunlar, basın gösterimleri ve galalarda internet yayıncılığını temsil eden yazar ve editörleri görmezden gelmekte inatla direnirken, kamera arkası ya da önündeki kimi sektör çalışanları da söz konusu yayınlardan gelen söyleşi taleplerine burun kıvırıyorlar. Hepsi değil elbette, ancak ciddi sayıdaki bir sinemacı kitlesi için “internet medyası” hâlâ önemsiz bir tanıtım mecraı kimliğinde…
Hoş, sektörün temsilcileri bu durumda da Sinema Yazarları Derneği’nin tutumu çok mu farklı sanki?
Türkiye’de aktif olarak sinema kültürü üreten, sinema sanatı üzerine yazıp çizen en az 300 dolayında editör-yazar bulunmaktayken, SİYAD’a göre ülkenin bu alandaki entelektüel potansiyeli topu topu 80 kişiden ibaret… Ki bu seçkinci tutumun mesleğimizi kısırlaştıran ve demokratik çok sesliliği boğan negatif etkisine geçmişteki pek çok yazımda da ısrarla değinmiştim.
Türkiye’de yerli film üretim şirketleri, yabancı filmlerin dağıtıcıları, yapımcılar, yönetmenler, senaristler, oyuncular, filmlerin tanıtım faaliyetlerini yürüten ajanslar ve muhtelif meslek örgütleri internet yayıncılığını basit, önemsiz ya da değersiz gördükleri sürece, beş temel ayaktan oluşan (gazeteler, dergiler, televizyonlar, radyolar, internet ortamı) “sinema gazeteciliği”nin çok önemli bir ayağı hep eksik kalacaktır. Mantığa uygun hiç bir gerekçesi olmayan bu dışlayıcı tavır da sanal dergileri, portalları ve blogları gönüllü olarak kurup bin bir güçlük içinde belli bir popülariteye ulaştıran editörlere değil, iletişim çağının gereklerini yakalayamayan demode sinemacılarımıza zarar verecek.
Yönetmen Darren Aronofsky’nin, son filmi “Şampiyon”a ilişkin en kapsamlı röportajlarından birini Amerikan internet dergisi “AV Club”a verdiği, pek çok Batılı sinemacının bu tür portallarda yayımlanan haber ve söyleşilerini tanıtım adına nimet saydığı bir çağda, Türkiye’de daha elektronik posta adresi bulunmayan yönetmenler ve oyuncularla karşılaşmaktayız. Eh, henüz e-posta edinmede manzara böyle olunca, bu kişilerin ulusal/uluslararası ölçekteki hayranları ve sinema tarihi araştırmacıları için -bir kaç ayrı dilde- “resmî hayran sitesi” hazırlatma noktasındaki genel bilinç düzeyini ise hiç gündeme getirmiyorum bile…
Sevgili Türk sinemacıları; amacınız yapıtlarınızı ve mesajlarınızı çok daha geniş kitlelere ulaştırmak ise internet yayıncılığının gücünü yok sayarak, yalnızca kendi aranızda eğlenebileceğiniz bir oyun oynarsınız. Yol yakınken “dar alanda paslaşma”yı bırakıp bu yeni yayıncılık türüyle uzlaşmayı denemelisiniz.
Tabiî, bu uyarım Türk sinema medyasını yalnızca (tirajına ya da ratingine göre belirlenmiş) beş gazete, üç televizyon ve iki dergiden ibaret sayan, propaganda vizyonu açısından çağın gerisinde kalmış dağıtıcı şirketlerimize de! (Bu yazının aslı yenisafak.com.tr’de yayınlanmıştır.)
(22 Mart 2009)
Ali Murat Güven