Fransa’da “20. Türk Sinema Günleri” 03 Aralık’ta

Fransa’nın Strasbourg kentindeki, L’Odysee Sineması’nda Quinzaine du Cinéma Turc adıyla düzenlenen Türk Film Günleri, 03 Aralık Çarşamba günü Can Dündar’ın Mustafa adlı filmiyle başlayacak. Türklerin yoğunlukta olduğu Strasbourg kentinde, 20. kez düzenlenen Türk Sinema Günleri’nde, Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülü kazanan Üç Maymun filmiyle birlikte Türk sinemasının son dönem filmleri gösterilecek. 30 Aralık’a kadar sürecek olan Türk Sinema Günleri kapsamında, Türk yönetmen ve oyuncuların katılımıyla açık oturumlar da düzenlenecek. (Haber: Serpil Boydak.)

  • Gösterilecek filmler hakkında geniş bilgilere haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Fransa’da “20. Türk Sinema Günleri” 03 Aralık’ta yazısına devam et
  • Hayatın Tuzu’nun Afişi Hazırlandı

    Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği ve Levent Ülgen, Güzin Çorağan, Görkem Kanbolat ile Şener Kökkaya’nın oynadığı Hayatın Tuzu’nun afişi hazırlandı.
    04 Eylül 2009′da Fikirtepe Film tarafından vizyona çıkarılacak filmin konusu şöyle: Medine, altmışlı yaşlarına merdiven dayamış dul bir kadındır. Artık birer yetişkin olan çocukları ise hâlâ annelerinden kopamamıştır. Şehsuvar, Bitlis’in tarihi camilerinden birinde imam, Sırrı tütün fabrikasında işçidir. İstanbul’da işleri kötü giden küçük oğlan Harun, bir süre için Bitlis’e gelmiştir. En küçük çocuk Meryem ise ÖSS hazırlık öğrencisidir. Bitlis şehri, tüm bu insanları cendereye almış gibidir.

  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü afişe haberin devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Hayatın Tuzu’nun Afişi Hazırlandı yazısına devam et
  • Hayatın Tuzu, Filmi İlk Gösterimini 3. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali’nde Yapıyor

    Yönetmenliğini Murat Düzgünoğlu’nun yaptığı, senaryosu Ender Özkahraman’a ait Hayatın Tuzu filmi Türkiye’deki ilk gösterimini 28 Kasım – 04 Aralık tarihleri arasında düzenlenen 3. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali’nde yapacak. 29 Kasım’da yarışma filmleri kapsamında izlenebilecek film, geçtiğimiz Nisan ayında, Bitlis ve çevresinde çekildi. 35 mm. formatında ve sesli olarak gerçekleştirilen film, yurtiçi ve yurtdışında önemli festivalleri gezdikten sonra vizyona girecek.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Frozen River

    Kanada’nın Amerika sınırına yakın bir yerde, bir siyah ve bir beyaz kadının yolları kesişiyor. Biri kumarbaz kocasının açtığı yaraları onarmaya, çocuklarına kol kanat germeye çabalıyor. Beyaz bir kadın ve tek başına. Diğeri kocasının ölümü sonucunda küçücük bebeğiyle ortada kalmış bir kadın. Ölen kocasının ailesi ise bebeğini ondan çalmış, görmesine bile tahammül edemiyorlar. O da siyah bir kadın ve yalnız. Hayat onları yasadışı göçmen taşıma işi yapmaya mecbur etmiş. Donmuş bir ırmak üzerinde taşıdıkları hayatlar, tıpkı kendi hayatları gibi her an soğuk sulara gömülebilir, dibe vurabilir. Fakat ikisi de zor durumda ve hayatlarını kazanmak için hem bu işi yapmaya hem de birbirlerine ihtiyaçları var. Tabi başlangıçta birlikte bir şeyler yapma fikri hiç hoşlarına gitmiyor. Zamanla beyaz kadının eksiğini siyah kadın tamamlamaya başlıyor, siyah kadınınkini de beyaz kadın. Birbirini hiç tanımadan set çeken bu iki kadın zamanla bu seti kendilerinin değil de düzenin çekmiş olduğunun farkına varıyorlar. Birbirlerini tanımaya başladıkça afallıyorlar ve kalpleri yumuşuyor. Çünkü ikisi de insan, ikisi de kadın, ikisi de anne! Ne de olsa kameranın arkasında bir kadın duruyor! Bu faktörü de belirtmek gerekli.

    Sundance Film Festivali Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi Courtney Hunt tüm bu aşamaları telâşsız ve kasvetli bir şekilde sunuyor. Frozen River, yakın zamanda izlediğimiz Kean Loach’un İşte Özgür Dünya – It’s a Free World’u ile de benzerlik gösteriyor. Tabii Frozen River’in It’s a Free World’un olgunluğunda bir film olmasını beklemek haksızlık olurdu. Ancak bu yine de Hunt’un geleceğine büyük ve güçlü bir ışık yaktığı gerçeğini değiştirmiyor.

    Bence önemli bir nokta da filmin ABD yapımlı olması. Amerika’da yapılmış politik bir iş –hangi alanda olursa olsun- Avrupa’da yapılandan daha çok dikkat çekiyor, ses getiriyor.

    Geçenlerde Milliyet Sanat Dergisi’nde Naim Dilmener’in Müzikal Günce sayfalarındaki Kasım ayı yazısının başlığı gözüme çarptı. Başlık, oldukça vurucu ve içi doluydu. Çöken kapitalizm müziği mi kollayacaktı? diye soruyor Dilmener ve şöyle devam ediyor: Megavizyon kapandı. Koca zincirin şubeleri tek tek kapandı. Beyoğlu ve Bakırköy Carousel şubelerinde ‘kapı-duvar’ artık. NTV’nin Lifestyle Müzik, TRT 2’nin Kent Yaşam ve Rengahenk programlarının içinde yer alan bölümlerini hep burada çektik. Müdürden tezgâhtarına kadar bütün personel çok anlayışlı, çok misafirperverdi. Çok da bilgili; ki bu devirde, işin en zor kısmı bu. Ama yetmiyormuş demek ki. Kapitalizm çöküyor; çökerken plâkçıyı-kitapçıyı mı kollayacaktı?

    Kapitalizm düşerken sinemayı da kurtarmaz elbet. Ancak ben günümüz sineması ile ilgili ütopik hayaller kuruyor bir zamanlar çiçek çocuklarının müzik ile değiştirmeye çalıştıkları dünyanın bir de sinema yoluyla değiştirilmesinin denenebileceğini umuyorum. Kim bilir belki de sinema, çöken kapitalizm, hem müziğin hem de sinemanın özüne dönmesini sağlar.

    (27 Kasım 2008)

    Gizem Ertürk