Vicdan

Yaşı cumhuriyetle bir olan Alkazar Sineması’nı bir Cumartesi gecesi hınca hınç dolu görmek acayip keyifliydi. Her şeyden önce bunu söylemeliyim. Beyoğlu’nun emektar sinemalarına hem yazılı hem de görsel basında dikkat çekilen son zamanlarda, böylesi bir tablo uzun zamandır hasretle beklediğim bir andı. O gün, güzelim sinemalara her gidişimde “umarım bir kişi daha gelir” diye kasap kedisi gibi kapıya baktığım günlerden biri değildi. Artık kimse kıymetli popusunu asırlık gıcırtılı koltukların üzerine koymak istemiyor. Modern zamanların insanlarının, alışveriş merkezlerinin diskotek havasındaki sinemalarında uçuk derecede pahalı biletleri ve biletlerden de daha pahalı mısır ve içecekleri afiyetle yediğini ve bu kültür mirası sinemalarımızın bir-iki kişiyle oynattıkları filmleri düşündükçe mideme kramplar giriyor. O anı yaşarken neler çektiğimi anlatamam. Her neyse, dedim ya bu o günlerden biri değildi. Yaşlı salon, koltukları doldukça sanki gençleşiyor ve bütün görkemi ve ihtişamıyla yükseliyordu. İster filmi böylesi bir kültür salonunda izleme duyarlılığı ister Vicdan’ın cazibesi… Sebep ne olursa olsun o gece kalabalık bir sinema izleyicisi vardı. Film daha başlamadan bütün salonu derin bir mısır hışırtısı sarmıştı bile. Işıklar söndü ve biz Vicdan ile başbaşa kaldık.

Üçüncü sayfa haberlerinin ete-kemiğe büründüğü bir film Vicdan. Oldukça bize has, ısrarla görmezden ve duymazdan geldiğimiz hem toplumun hem de hukukun, uğruna işlenen cinayetleri meşru gördüğü “namus” kavramına incelikli bir yaklaşım sergiliyor. Hikâyenin en başından beri aşık olduğu kadın yerine daha namuslu, itaatkar, ezik… olarak gördüğü diğer kadınla evlenmesinden bunu görebiliyoruz.

Ancak adamın evlendikten sonra dahi cinsel bir tutku ve şevk ile bağlı olduğu kadın ile yine aynı niyetle birlikte olmaktan bir sakınca görmeyecek kadar yoksun bir insan Mahmut.

Bir süre sonra kocası ve çocukluk arkadaşı arasındak ilişkiyi öğrenen Songül, Aydanur’un vicdanına öyle naif bir yolla sızıyor ki iki kadının çatışmasına dönecekmiş gibi görünen film, dayanışmaya dönüşüveriyor. İki kadın bir olup karşılarındaki erkeği saf dışı bırakmaya ve özgürleşmeye çalışıyorlar ama bu hiç de kolay olmuyor, olamıyor.

“Vicdanlarınız sizi itham etmezse, başkalarının ithamının hiç bir değeri yoktur”, demişti Pierre Jeanne… Oysa ülkemizde “vicdan” pek işlemiyor. Hele cinayeti namus kılıfına sokup bunun meşru olduğunu düşünen insanlar varken, bir vicdan azabından bahsetmek söz konusu bile değil.

Öyle de oluyor… Tıpkı gerçek hayattaki gibi adam birkaç yıl sonra şartlı tahliye ile salıveriliyor. Bu da hukuk vicdanı… Ancak Aydanur’a olan tutkusu biraz olsun törpülenmemiş hatta daha da artmış bir halde olan Mahmut yeniden Aydanur’un peşine düşüyor. İşte bu noktadan sonra film oldukça yüzeyselleşiyor. Birçok şey üstünkörü geçiliyor ve apar topar bir son geliyor ardından. Bilmemiz gereken daha çok şey olmalı diye düşündüm filmi izlerken. Ama olmadı. Evet, sinemada yönetmen sadece göstermek istediklerini gösterir. Bu hem yönetmeni özgürleştirir hem de biz izleyenleri üzerinde kafa yormaya, hayal kurmaya iter. Ama bu filmde bilinmeyenler, uç noktalar biraz fazlaydı.

Vicdan’ın görselliği cezbedici. Kurgusu harika. Sırf bu iki sebebten bile izlebilir bir film ama daha fazlası var tabiki. Film, hiç diyalog olmasaymış bile çok güzel akıp gidebilirmiş gibi geliyor bana. Zaten diyalog oldukça az. Ancak varolan sözler, pek de üzerine düşünülmemiş gibi çoğu zaman da yersiz ve gereksiz geliyor. İnsan böyle bir filmden daha vurucu replikler bekliyor ama gelmiyor. Bence Vicdan’ın tek eksiği senaryosunun zaafları.

Bir de söylemeliyim ki filmle ilgili söylenen biraz Kader biraz 2 Genç Kız birleşimi gibi eleştirilerin çok yersiz ve yıkıcı olduğunu düşünüyorum. Evet, Kader türünün ve zamanın başyapıtı bence. Ancak her hırsı ve tutkuyu gördüğümüz filmi Kader ile mukayese etmenin ya da her lezbiyenliğe ya da kadın duygusallaşmasına giden bir noktada 2 Genç Kız gibi yargısına varılmasını anlamsız..

(13 Ekim 2008)

Gizem Ertürk