1. Eskişehir Film Günleri, 30 Mayıs – 12 Haziran 2008 tarihleri arasında Eskişehir Yapay Kanatlı Sinemaları’nda düzenleniyor. Sinema dünyasındaki yenilikleri gecikmeden Eskişehir’e getiren Kanatlı Sinemaları geçtiğimiz günlerde Bass Shaker Koltuk Titreşim Efekti uygulamasını başlatmıştı.
Film Günleri’nde gösterilecek önemli filmler arasında Benim Aşk Pastam, Kalpazanlar, Kaldırım Serçesi, Şark Vaatleri, Pariste 2 Gün, 4 Ay 3 Hafta 2 Gün, Kalbini Dinle, Cengiz Han, Persepolis gibi filmler bulunuyor.
Aylık arşivler: Mayıs 2008
Nazım Mirkelâm / Bir Yönetmen
Önce, sadece duydum, Pangaltı’da -şimdiler de kapanmış olan- Dormen Tiyatro’sunun bulunduğu pasajda, dört kişinin oturması halinde gelenin ayakta kalacağı bir büfede (Garbis’in Büfesi) her hafta toplanan bir grupun ortak noktalarının sinema olduğunu. Sonraları ben de aralarına katıldım, uzun bir süredir toplanıyorlarmış, dergi ve gazetelere haber olmuşlar, aralarından ayrılanlar olmuş, yaşamını yitirenler olmuş… Hepsi eski sinema seyircileri idi, o günlerde birbirlerine kaset alıp veriyorlardı (video), sonra cd.ler çıktı. Müzikal tutkunları vardı, westernciler, tarihi film meraklıları… Gruptan bir kişiden söz ediyorlar, Randolph Scott hayranı, lisan bilmemesine rağmen, Scott hakkında bir kitap çıktığını öğrenince, izini sürüp kitabı ABD’den getirtiyor, bir diğeri aynı hayranlığı Alan Ladd’a duyuyor, mekânın sahibi Garbis, Tyrone Power tutkunu. Hepsinin yoğun ilgi duydukları sinema alt yapıları var. İçlerinden biri Nazım Bey ise Nouvelle Vague (Yeni Dalga) öncesi Fransız Sineması meraklısı idi ve “o dönemi” gerçekten iyi bilirdi. İyi bir gözlemci idi, örneğin bir filmde kral oynayan bir oyuncunun, bir başka sahne de bir kayıkçıyı oynaması -hiç- kaçırmazdı. (Böyle bir örneği, film ve oyuncu, oynadığı rolleri de belirterek vermişti bir toplanmamızda, ben hatırımda kaldığı kadar, örnekleyebildim.)
Nazım Bey’in sinema anlayışı, “karanlık sokaklar, koşuşan ayaklar, yeraltı dehlizleri ve patlayan tabancalardır” şeklinde özetleniyor (*). Kişisel olarak bu görüşe –pek- katılmadığımı belirteyim ama unutmamak gerekir ki, her seyircinin sinema anlayışı farklılık gösterebilir. Bu anlayış ile filmleri izlerken, bu biçimde olsun olmasın yaptığı eleştiriler ile “her filmi eleştiriyorsun -kolaysa- sende bir tane yapsana” şeklinde bir eleştiri kendine yöneltilince, oturup bir senaryo yazarak, yönetip çekimini de gerçekleştirir. Kamerayı da -dikkat 8 mm-kendisi kullanır ve mutlaka oynamam gerekir diyerek, seçtiği bir rolü de kendisi oynar, (bu sırada kamerayı güvendiği bir mesai arkadaşına bırakır), seslendirmesini yaparlar.
8 mm ile çekildiği düşünülecek olursa, böyle amatör işler her zaman yapılıyor diyebilirsiniz ama sıkı durun, bu film tam 200 (iki yüz) dakika, başka bir deyişle 3 saat 20 dakika. Beş bölümden oluşan, her bölümün farklı bir adı olan filmin adı Kara Çanta. Bölümler ise şöyle sıralanıyor: Tehlikeli Arkadaşlar (30’), Ölüm Mahzeni (45’), Dr. Korbon’un Esrarı (38’), Amansız Tuzak (32’), Şerefsiz Darbe (55’). İkinci bölüm 1970’de Hisar (Kısa) Film Yarışması’nda “teknik mükemmelliğinden ötürü” Seçici Kurul Özel Ödülü’ne lâyık görülmüş. Dördüncü bölüm “hareketlilik” bakımından diğerlerinden öne çıkıyor. 1969 yılında bitirdiği filmi 1970’de seslendiren Nazım Bey, o zamanlar 40 – 45 yaşlarında ve 20 yıldır avukatlık yapan birisi olarak, filmini -mevcut hali ile- pazarlama girişiminde bulunamıyor, yeni filmler içinde, sona ermeye başlayan Yeşilçam düzenine giremiyor. Sinema dışında edebiyat ile uğraşıyor, kaçınılmaz şekilde polisiye roman tutkunu, 12 adet polisiye roman yazıyor, yayınlanıyor bunlar. Çekilme olanağı bulamadığı senaryo yazımları ile başlayan, yazım uğraşı, senaryolar filmleşemeyince, romana yöneliyor. (**)
Şimdi bu bilinmeyen -gün ışığına çıkmayan demek daha doğru olur- sinemacıdan neden söz ettim. Yukarıda da söyledim, Pangaltı’da, Garbis’in yerinde yaptığımız söyleşiler ile bir dostluğumuz oldu, sonra Nazım Bey Bakırköy’e taşınınca, -sağlığı da el vermediği için- toplantılara katılamıyordu. O’nun ayrılmasından sonra da çözülme başladı, geçende bir gün gazetede bir yazıda öldüğünden söz edildiğini görünce araştırdım, 2007’nin son ayında vefat etmiş. Sinemamızda 8 mm olarak çekilmiş 200 dakikalık bir başka film var mı? Ben bilmiyorum. İşte böyle bir filmi, düşünüp çekimini her aşaması ile gerçekleştiren Nazım Mirkelâm’dan sözetmeden edemezdim. (Haa bir de meraklısın için not: Nazım Bey, şarkıcı Fergan Mirkelâm’ın babası olur.)
(*) Antrakt Dergisi, Sayı: 49 (Ekim – 1995), Sayfa: 53 – 55 (Söyleşi: Tarkan Kaynar)
(**) Bilgiler Tarkan Kaynar’ın söyleşisinden.
(05 Haziran 2007)
Orhan Ünser
M1 Merkez Gaziantep’te Sinepark Nakıp Ali Sinemaları Açıldı
Fiba Holding’in yatırımı olan Sinepark Sinemaları’nın ilk halkası Gaziantep’te açıldı. Gaziantep’te sinemanın doğuşuna ve gelişimine öncülük eden Nakıp Ali’nin adını taşıyan Sinepark’ın açılışı 30 Mayıs akşamı büyük bir galayla kutlandı. Açılış gecesinde, bu yıl 27. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın En İyi Türk Yönetmeni ödülünü alan Nokta filminin Gaziantep galası da yapıldı. Galada filmin yönetmeni Derviş Zaim ve başrol oyuncusu Mehmet Ali Nuroğlu da konuklar arasında yer aldılar. Sunuculuğunu Bergüzar Korel’in üstlendiği açılış ve galada Şevval Sam, Yeşilçam şarkılarıyla geceyi renklendirdi.
M1 Merkez Gaziantep’te Sinepark Nakıp Ali Sinemaları Açıldı yazısına devam et
Özen Film Sinemaları ve Filmleri
Suadiye Movieplex, Şişli Movieplex, Çemberlitaş Şafak, Beyoğlu Sinepop, Nişantaşı Movieplex, Kadıköy Broadway, Hep Seni Aradım (Wicker Park), Burada Olan Burada Kalır (What Happens, in Vegas), Münferit, Horton, Recep İvedik, 120, Sokağın Kralları (Street Kings), Don Kişot (Donkey Xote), 30 Mayıs – 05 Haziran 2008 seansları için tıklayınız.
06 Haziran 2008 Haftası
“Öldüren Cazibe”, kim ve ne denli ‘büyük’ bir isme sahip olursanız olun, pişmanlıklarla acıyan yüreğinizin sevgiye olan açlığını kısa bir süre için de olsa gidermenin, bazen tek arayışınız ve tüm bir yaşam amacınız olabildiğini duyarlıkla anlatan, ‘rafine bir sinema’: Zaman 1920’ler, yer Edinburgh ve Bayan Armstrong’un filmi A’dan Z’ye klâs mı klâs.
“En Süper Kahraman”, ‘dünyayı kurtarırken, içindeki derinliklerde kendisiyle savaşı da kazanan’ karakterleri ti’ye alırken, çizgi roman uyarlaması filmlere yakın bir kaliteyi sunma ve her tür komikliği de kesintisiz, arka arkaya kurgulama zorunluluğunun / zorluğunun üstesinden gelmiş, bol kahkaha atacağınız bir çılgınlık: “Örümcek Adam”, “Batman” ve “X-Men”i, bir de bu bakışla izlemenin çılgınlığı!
“21”, bir profesör önderliğinde beş zeki M. I. T. öğrencisinin ‘kart sayma’ yöntemini kullanarak Vegas’dan büyük paralar kaldırmasının gerçek bir öyküye yaslanıyor olması cazip olduğu için, ilginizi çekebilir: Fakat sürpriz olarak sunduğu gelişmelerin tahmin edilebilir olduğunu ve bir yerden sonra da ‘vasat’laştığını belirtmek gerek.
(30 Mayıs 2008)
Ali Ulvi Uyanık
Bu Ne Perhiz Bu Ne Lahana Turşusu
Sayın Sadi Bey,
Aşağıdaki maili Film Yönetmenleri Derneği’nin e-mail adresine yolladım ama mail hata vererek geri döndü. Bu metni yazdım çünkü yönetmenler olarak yapımcıları eleştirme hakkını kendisinde görenlerin olduğu yerde seyirciler olarak yönetmenleri eleştirme hakkımı kendimde görüyorum. Ama sizin de göreceğiniz gibi (bir e-mail atarsanız görürsünüz) bu derneğin sitesi cevap hakkı alternatifi dahi sunmuyor hiç kimseye. Uygun görürseniz kendi sitenize bu metni koyabilirsiniz. Koymasanız da benim gibi insanların bu vakalara nasıl yaklaştığını tecrübe etmiş olursunuz.
Saygılar.
*****
Sevgili Yönetmen Kardeşlerimizin Birliği,
Sitenizin kapağına “ceteris paribus” gayet haklı bir eleştiri koymuşunuz. Hakikaten bir yapımcının bu şekilde davranması sineye çekilir bir durum değil. Ama bunun başınıza (tamamiyle genel konuşuyorum) gelmesine sevinmedim dersem yalan olur. Çok iyi olmuş… “Bu ne kin bu ne kabalık” diyorsanız, “Sayenizde” derim.
Olaya iki türlü yaklaşalım. Bir, bu memleketin sinemacıları olarak önce sinema kalitesi adına ne yapıyorsunuz, buna bakmak lâzım; örneklemiş ya Sayın Altıoklar, “Budala’nın başına yayınevi ‘kendimin yapıtıdır’ diye yazsa olur mu!” Olmaz orası tamam da “O… Çocukları” gibi bir filmi klâsik mertebesine iki dakikada nasıl yerleştiriyor hayret yani… Önce sinema adına gerçekten kaliteli şeyler yapın, sonra istediğinizi istediğinize söyleyin. Bir tarafta “Emret Komutanım: Şah Mat” diye bir acayip şeyin yapımcılığını üstlenen biri var, bir sinema eleştirmeni gayet haklı olarak bu şeyi “gerzeklik” olarak nitelemesine, “benim filmimim izlenmesini etkiledi” diye dava açıyor, sonra da böyle üst – perdeden yönetmenlere yapılan saygısızlığı eleştiriyor. Peki seyirciye yapılan saygısızlığı kim eleştirecek? Bizleri enayi yerine koyup, olmadık saçmalıkları film diye önümüze çıkarın, sonra da yapımcılara sayıp sayıştırın. Yani lütfen şöyle bir dönün, geçen iki seneye bir bakın; zırvalıktan başka bir şey görebiliyor musunuz? Bıraktım arkadaş, yerli filmlere gitmeyi, hatta korsanda dahi zerre para vermiyorum, onu bile hak etmeyen işlere imza atıyorsunuz. Bu benim seyirci olarak kalite anlayışım, ha bir de bu işin kompetanı sayılan yerlerde kıymet-i harbiyeniz nedir kısmına bakarsak; orada da pek parlak değilsiniz. 2 – 3 film bir-iki kıytırık festivalden ödülle dönmüş o kadar. Sağlam ödülle dönen de kalitesinden çok politik doğruculuk adına, kozmopolit bir Avrupa adına bir tür bağış mantığıyla mazhar olmuştur o kadar.
Gelelim ikinci kısma; yönetmenler olarak sinemanın geleceği adına ne yapıyorsunuz? Etrafınızdaki yeni nesile ne faydanız var? Para almadan eğitim filân veriyor musunuz? Yaşamınızın bir – iki saatini benim gibi bu işe hevesli yazar, çizer, yönetmen adayı insanlara onları dinlemek adına ayırıyor musunuz? Kurduğunuz yapım şirketlerini profesyonel bir şekilde yönetiyor musunuz? Şirketinize gelen mailleri okuyor musunuz? Okuduklarınıza (?) doğru dürüst şekilde dönüyor musunuz? Çektiğiniz filmlerin başarısını, yeteneğinizi gerçekten sorguluyor musunuz? Yenilgiyle karşılaştığınız zaman “Ya dur, birde ben yeni birileriyle ön yargısız, müdahale etmeden çalışayım” diyor musunuz? Richard Linklater’ın ajansının yaptığını (maillere geri dönmek, okumak vesaire) yapabiliyor musunuz?
Tabi ki yapmıyorsunuz. Öyle yakınıyorsunuz; yapımcılara böyle, işte neden memlekette yazar yetişmiyor, senarist yok vesaire vesaire… Bunlar sanki uzaydan yetişip, E. T. olarak dünyaya geliyor da hiçbir şey yapmadan her şey olsun istiyorsunuz. O kadar kendi halinde insanlarsınız ki, üyeler kısmına 70 küsur adam adı yazmışınız, bir tanesine iletişim linki koymamışınız. Siz hep parası olan insanlarla mı çalışırsınız? Parası olan bizi bulsun mu diyorsunuz? İşte bak bulmuş sizi parası olan, üstelik üzerinize çizgi bile çekmiş. 🙂
Size sizler gibi yapımcılar yakışır; ki bulmuşunuz, buna çok sevindim etik bir davranış olmasa bile…
(06 Haziran 2008)
Mete Dağhan
Tüm Şirketler
Tüm Şirketler,
23 – 29 Mayıs 2008 Haftalık (Weekly),
04 Ocak – 29 Mayıs 2008 Yıllık (Annual), Eski Yıllar Yıllık (Ex Years Releases Annual), Hafta Hafta (Week by Week) Box Office listeleri için tıklayınız. Bu listelerden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.
Sinemanın Kalbi Cannes’da, Cannes Beyazperde’de
Ali Hakan ve Alin Taşçıyan’ın sunduğu Beyazperde’de bu hafta Cannes izlenimleri yer alıyor. Fuaye Sohbet’te geçtiğimiz hafta vizyona giren Boleyn Kızı ile Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı filmleri üzerine yorumlar yapılıyor. Programda 15. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali direktörü Fevzi Acevit ile festival programı ele alınıyor. Vizyondakiler bölümünde Yetimhane, Düello, Sex and the City, 88 Dakika, Chiko, Yasak Bölge, Shine A Light ve Ölümcül Oyunlar’dan ilk görüntüler ekrana geliyor. Yönetmenliğini Ediz Gülten’in, yapımcılığını Merve Genç’in yaptığı Beyazperde, 30 Mayıs Cuma saat 20:00’de 24’te.
Sinemanın Kalbi Cannes’da, Cannes Beyazperde’de yazısına devam et
Umut Sanat Filmcilik
Umut Sanat Filmcilik, 23 – 29 Mayıs 2008 Haftalık Box Office listesi için tıklayınız.
Geniş Ekran’da Bu Hafta
Vizyona yeni giren filmler, gösterimi devam edenler, sinema terimleri köşesi ve DVD tanıtımları Geniş Ekran’da izleyici ile buluşmaya devam ediyor. Bu haftanın konuğu Yapımcı – Yönetmen Serpil Boydak. Boydak, Geniş Ekran’a Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin gerçekleştirdiği Sentezler toplantısını, Türk Sineması’ndaki değişime neden olan bağımsız sinemacıları ve Türk Sineması’nın sorunlarını anlattı. Bilge Andaç’ın hazırlayıp sunduğu Geniş Ekran her Pazar saat 10:10’da TV 8 ekranlarında.
Geniş Ekran’da Bu Hafta yazısına devam et
Altın Koza “Limon Ağacı”yla Açılacak
15. Altın Koza Film Festivali’nin açılışı, yönetmenliğini Eran Riklis’in yaptığı İsrail, Alman ve Fransız ortak yapımı Limon Ağacı’yla yapılacak. Son yılların dikkat çekici yönetmenlerinden olan Riklis’in yönettiği 2008 yapımı film, Berlin Film Festivali’nde Panorama Bölümü’nün vitrini seçilmiş ve 20.000 gibi rekor bir oyla İzleyici Ödülü almıştı. Film, Filistinli dul Salma’nın limon ağaçları için yeni komşusu İsrail Savunma Bakanı’yla giriştiği mücadeleyi ve bakanın karısı ile aralarında gelişen dostluğu anlatıyor.
Altın Koza “Limon Ağacı”yla Açılacak yazısına devam et
Hülya Avşar Stüdyosu’nun Konuğu Fatih Ürek
Hülya Avşar Stüdyosu, 30 Mayıs Cuma günü 19:30’da eğlence ve show dünyasının en ünlü isimlerinden Fatih Ürek’i konuk ediyor. Hülya Avşar, Ürek’e “Sahnede kıyafetlerinle mi ön plâna çıktın?”, “Zeki Müren’e olan hayranlığından dolayı mı sahnelere yöneldin?”, “Gece hayatında seni rahatsız eden şey nedir?”, “Şimdiki seyirci kitlesi nasıl?”, “Eğlence hayatı nereye gidiyor ve insanlar nasıl eğleniyorlar?”, “İbrahim Tatlıses’le aranda kırgınlık var mı?”, “Hadi Hadi şarkısı neden bu kadar tutuldu?” sorularını yöneltecek.
Hülya Avşar Stüdyosu’nun Konuğu Fatih Ürek yazısına devam et
Gala, Sezonu Değerlendiriyor
Ünlü sinema yazarları Atilla Dorsay ve Sevin Okyay, geçtiğimiz sezonun değerlendirmesini yapmak üzere bu hafta Gala’ya konuk oluyorlar. Nuri Bilge Ceylan’ın, Cannes Film Festivali’nde, Üç Maymun adlı filmiyle En İyi Yönetmen ödülü almasını ve çok konuşulan filmlerine parmak basacaklar. Bu sezon Gala’nın son konukları ise, Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi’nin ekibinden yönetmenler Hasan Yalaz ve Emre Akay, oyuncular Gülüm Baltacıgil ve Tuğra Kaftancıoğlu olacak. Gala programı 30 Mayıs Cuma akşamı saat 22:30’da sadece TürkMax’ta.
Gala, Sezonu Değerlendiriyor yazısına devam et
İzmir Karaca Sinemaları
İzmir Karaca Sinemaları, 30 Mayıs – 05 Haziran 2008 seansları için,
İzmir Karaca Sinemaları yazısına devam et
Beni Orada Arama / I’m Not There
Nefesiniz sağlam değilse boğulabilirsiniz… Çünkü film çok derin sularda bir yerlerde sizi Bob Dylan’ın hayatından inciler toplamaya çağırıyor. Yaşarken efsane olmuş bir rock yıldızının hayatına bir parça da olsun girebilmek adına filmi izlerken çaba göstermelisiniz. Algılarınız açık ve zihniniz mümkün olduğunca gündelik telâşlardan sıyrılmış olmalı ki; Dylan’ın şairane dünyasında kendinize yer bulabilin.
Film asla bir biyografi değil. Tam olarak kurmaca da sayılmaz elbette ama Dylan hayranları için hem görsel hem de işitsel bir müzikâl niteliğinde olduğu su götürmez bir gerçek. Yani Factory Girl’de Edie Sedwick’i tanıdığınız gibi, Bob Dylan’ı tanımanız imkânsız. Filmin adı da bu kaygıyla olsa gerek zaten Beni Orada Arama.
Müzisyenin hayatının 7 farklı döneminin 6 farklı oyuncuyla anlatıldığı
film; sınırları oldukça zorlamış. Tabii izlerken sizin de sınırlarınız oldukça zorlanıyor. 6 oyuncunun en baskın karakteri Cate Blanchett. Filmde Blanchett’a en geniş alan verilmiş. Blanchett bu geniş alanı karelere bölmüş ve hiçbirini hoyratça kullanmamış. Dylan’ın kadınsı ve naif yönünü de başarıyla ortaya çıkarmış. Dylan’ın diğer Prostest, anarşist ve hatta geleneksel yönlerini de kullanmakta oldukça başarılıydı.
Film bir tarafından da Dylan’ın ilk başlardaki prostocu ve eylemci kimliğinden uzaklaşarak maddi tutkuların peşine düştüğü iddialarına önemle eğiliyor. Bu belki de Dylan’ın zamanında yapmayı reddetiği savunmanın yönetmen Todd Haynes tarafından yıllar sonra yaptığı bir savunma, günah çıkarma ya da bir eylem.
Kendini asla bir kalıba sokmak istemeyen Dylan’ın hayranları tarafından değiştiğinin düşünülmesi belki de bu yüzden. Çünkü insanlar hayranı oldukları sanatçıları içlerinde bir yerlerde mumyalarlar ve sonsuza dek öyle kalmalarını isterler. Filmde; “Artık folk şarkıcısı olarak anılmak istemiyorum” ya da “Bir şarkıyla dünyanın değişmeyeceğini anladım” vs. gibi sözler sarf etmesi ilk bakışta çok sert ve itici olarak algılanabilir. Ancak detayına inildiğinde Dylan’ın insanların evlerinde bir odaya kapanıp müziklerini dinlemeleriyle hiçbir yere varılamayacağını anlamasını görüyoruz. Yani bunun tam bir kandırmaca olduğunu düşünüyor. Onları kendilerine getirmek için tehlikeli bir yololan yaptıklarını inkâr etmeyi deniyor. Yani kendisini imha ediyor. Bob Dylan’ın parçalarını bazen sigara izmaritlerinin arasından bazen yemyeşil çimenlerin arasından topluyorsunuz. Ve son parça hâlâ ondan saklı. Çünkü Dylan hâlâ hayatta ve son parçayı içinde bir yerlerde saklıyor.
(03 Haziran 2008)
Gizem Ertürk