Etiket arşivi: The Iron Claw

Rekabetçi Düzenin Laneti

Profesyonel Amerikan güreşi dövüş ve güreş ögeleri içeren resmi ve gerçek bir rekabet sporudur. Bildiğimiz Türk usulü güreş stillerinden çok farklı olarak sakatlayıcı darbelere müsamaha gösterilen hayli sert bir gösteri formudur. Amerikan bağımsızlarından Sean Durkin’in gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkan son filmi ‘Demir Pençe / The Iron Claw’ ’70 sonlarından 90’lı yıllara uzanan süreçte Amerikan güreş tarihine damgasını vurmuş bir ailenin hikâyesini anlatıyor. Baba Jack Adkisson 5 yaşındaki ilk oğlunu talihsiz bir kaza sonucu kaybetmiş, ailenin üzerine çöreklendiğine inandığı lanetten kurtulmak için Nazi esinli Fritz von Erich adını alarak rakiplerine korku salıp en büyük olmanın peşine düşmüştür. 50’li yılların sonlarında ringlerde fırtına gibi esmeye başlamış, ancak sağ avucu ve parmaklarıyla rakibin alnına baskı uygulayarak pes ettirmeyi amaçlayan kendine özgü ‘demir pençe’ hareketi ile Texas fatihi olmasına karşın dünya şampiyonluğu altın kemerine ulaşamamıştır. Ağzından düşürmediği ‘dünyanın en güçlüsü olursak kimse bize zarar veremez’ mottosundan hareketle ve karşı konulmaz baba baskısıyla dövüş mirasını boy boy dört von Erich’e devredecek, ancak ringde yaşanan kazalar ve beklenmedik talihsizlikler aile bireylerini bir trajedi yumağının içine sürükleyecektir.

Dönem neoliberal rüzgârların estiği yıllardır. Cannes’da dünya prömiyerini yaparak ödülle dönen 2011 yapımı ilk uzun metrajı ‘Martha Marcy May Marlene’ ile sinema evrenine giren Durkin, pandemi etkisiyle çok izlenemeyen 2020 yapımı ‘Yuva / The Nest’de hırslı bir borsacının ailesini sürüklediği yıkımı 80’li yıllar Thatcher İngiltere’si fonunda anlatmıştı. Bu kez ‘derin Amerika’da geçen hikâye rekabetçi düzenin gözünü kör ettiği babanın neden olduğu yıkıma eğilirken toplumsal eleştiriden ziyade yoğun bir aile dramına odaklanıyor. Yabancı bir eleştirmenin hınzır deyişiyle ‘yılın ağır sıklet melodramı’nda profesyonel sporların en zahmetlisinden sert sahneler izliyoruz. Yaşanan kayıplar ardından anne Doris Tanrı’ya ve kiliseye sığınmayı sürdürürken, ölüme meydan okumaya kararlı baba yumruk gücünden, toksik erkeklikten medet umuyor. Olan boy boy çocuklara oluyor. Anne tarafından özenle korunan, babanın güçlü olmaları için gece gündüz antrenmana koştuğu oğlanlar hayat karşısında donanımsız büyüyememiş yetişkinlere dönüşüyor. Amerikan kapitalizminin baş tacı ettiği ataerkil aile düzeni böylece yaşanan kâbusun tetikçisi haline geliyor.

(24 Mart 2024)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Şike Ama Terfi Ettiriyor: Demir Pençe

Bazen denk geliyor, birbirini içerik veya tür olarak takip eden filmler izliyoruz art arda. Yine bir despot baba, arada kalmış anne ve kendini bulamamış çocuklar. Geçen hafta izlediğimiz Eflatun (Yönetmen Cüneyt Karakuş) da aynı olmasa da ailenin çocuğun yaşamını belirlemesini benzer bir bakış açısıyla ele alıyordu. Bu kez, bir biyografi. 70’li yılların belleklerde bıraktığı kalıcı izlerin aradan geçen bunca yıl sonra yeniden ele alınması.

Baba Fritz Von Erich (Holt McCallany), yaşamını adadığı şiddetin her türlüsünün mübah olduğu “güreş”te (Amerikan boksu) altın madalyaya (dünya şampiyonluğuna) ulaşamayınca çocuklarını o uğurda yetiştirmiş ve hepsini birer birer eğitmiş. Oğulları Kevin (Zac Efron) ve David (Harrison Dicksinson) dünya şampiyonluğu şansı için çalışacaklar, Kerry (Jeremy Allen White) farklı bir dalda olimpiyat zaferi için ve son olarak -müzikle uğraşan, duygusal- Mike (Stanley Simons), baba baskısına, daha doğru deyişle tacizine boyun eğmek zorunda kalır. Anne (Maura Tierney) inançlı ve eşi kadar hırslı olmamasına rağmen eşine söz geçiremez. Tam bir erkek egemen aile… Pam (Lily James), Kevin’e âşık olur, hızlıca evlenirler. Buraya kadar bir şey yok. Ama sorun ailenin “lanetli” olarak kabul edilmesinde… Babanın kazanma hırsa karşısında “direnemeyen” çocuklar birbiri andına ölür, bu sadece babanın hırsını biler, yapabilecek bir şey yoktur.

Tam bir aile faciası yaşanır. Gençler ne istediklerini yapabilir ne de umutlarını yeşertebilir. Gerek oyunculuklarıyla gerekse makyajla filmin o dramatik etkisini arttıran film, sadece spor filmi olmaktan çıkıp bir aile filmine dönüşüyor.

Baba Fritz’in o hiç vazgeçmediği hırsını tüm dünyayı etkileyen siyasal olaylar da destekliyor. Disk atmada ulusal takıma seçilen Kerry, Başkan Jimmy Carter’in Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali nedeniyle boykot ettiği Moskova 1980 olimpiyatlarına katılamayınca mecburen babanın boyunduruğu altına girer. O da katılınca küçük oğul Mike da ister istemez müziği bırakır. Duygusal ve yoğun bir film Demir Pençe. Hem oğulların (gerçek yaşamda, üç oğul intihar etmiş) duygu yoğunlukları hem de çözümsüzlükleri bize birer mesaj veriyor.

Göz ardı edilmemesi gereken, ebeveynlerin çocuklarının yaşamına haddinden fazla karışmasıyla ortaya çıkan trajedinin sadece kendilerini değil, bağlantılı olarak toplumu da etkilemesi.

Evet, başlıktan da anlaşılacağı üzere, bu “güreş” aslında, önceden görüşen ringe çıkan sporcularca yapılıyor. Yönetmen Sean Durkin, bir yerde, bir cümleyle (bir de atıf var) belirtiyor. Duygusal bir aile filmi izleyenler de bol aksiyonlu bir spor filmi izleyenler de beğenecektir.

22 Mart’tan başlayarak gösterimde…

(20 Mart 2024)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com