Gençlik ve güzellik üzerine doyumsuz filmleriyle tanıyıp sevdiğimiz Paolo Sorrentino’nun 77. Cannes Film Festivali ana seçkisinde yer almış son opusu ‘Su Perisi / Parthenope’ ile bu yılı sonlandırıp yeni bir seneye merhaba diyoruz. Bir önceki filmi ‘Tanrının Eli / E Stata la Mano di Dio’ ile doğup büyüdüğü topraklara görkemli bir dönüş yapmış olan İtalyan sinemacı, açılış sahnesinden başlayarak bir kez daha Napoli kentine saygı duruşunda bulunuyor.
50’li yılların başında suyun içinde dünyaya gelen kız çocuğuna, kentin Yunan mitolojisindeki sirenlerden esinli eski ismi olan Parthenope adı veriliyor. 1968’de 18 yaşın tüm tazeliği ve çekiciliğine sahip genç kız (Celesta Dalla Porta) çevresindeki tüm erkeklerin başını döndüren bir afettir. Kendi erkek kardeşi dahil herkesin sahip olmak istediği bu muhteşem güzellik Prosper Mérimée’nin Carmen’i misali kimsenin olmayacak, etrafında yarattığı yıkıma aldırmaksızın kendini bir entelektüel olarak yeniden yaratma uğraşına girecektir.
‘Su Perisi’ kelimelere kolay sığmayan, beyazperdedeki görselliği ile izleyiciyi büyüleyen bir deneme. 53 yaşındaki Sorrentino, bizim kuşakların yeni yetmelik yıllarını sürdüğü 70’li yıllardan günümüze Parthenope’nin serüvenini kadim kentin görüp geçirdikleri üzerinden öykülemeye soyunmuş. 2021 yapımı otobiyografik ‘Tanrının Eli’ ile çocukluk ve ilk gençlik yıllarını perdeye taşıyarak kendi ‘Amarcord’unu çekmiş olan sinemacının filmi bu defa bir kadın ana karakter aracılığıyla en önemli mirasçısı olduğu Felliniyen sinemanın mucizeleri üzerinden ilerliyor.
‘Hiçbir şey bilmediğini ama herşeyi sevdiğini’ söyleyen Parthenope antropoloji eğitimi almaya başlar. Hayranı olduğu İngiliz yazar John Cheever’dan (muhteşem Gary Oldman) ölümsüz hayat dersleri alır. ‘Aşk bir gizem, seks ise cenaze törenidir’; ‘güzellik savaş gibidir, her kapıyı açar’ benzeri özdeyişler ile ‘erkeklere ilgi duymasaydım senin peşinden ayrılmazdım’ diyen eşcinsel yazar onun taze gençliğinin bir dakikasını bile çalmaktan çekinir.
Parthenope büyük bir trajedinin tetiklediği çalkantılı ama harika serüveni boyunca farklı kişilerle karşılaşır. Herkeslerden sakladığı deforme evladına kol kanat germiş antropoloji profesörü (eşsiz Silvio Orlando) onun yaşam rehberi olur. Mafyozo Roberto (Marlon Joubert) eşliğinde arka sokakların sefaleti ve Napoli’nin kralını mavi fenerler ile karşılayan, melankolik ve kederli bakışlarıyla kirli ama capcanlı kentin yoksul halkıyla tanışır. Karanlık izbelerin
yoksulluğundan kendini kurtarmış aktrisin (Luisa Ranieri) yıllar sonra Napoli halkına kibir ve sövgü yüklü söylemine, iki mafya ailesinin genç varislerinin davetliler önünde çiftleştikleri tuhaf törene tanıklık eder. Genç kadın, ‘özgürlüğün kapıdan içeri giremediği’ Katolikliğin yasaklı dünyasında San Gennaro mucizesi ile göz boyayan rahip ile birlikte olurken, dinsel ile dünyevi olanın sınırları aşılır.
‘Napoliler hayatı her gün yeni baştan keşfediyor, hayatın onların şaşırtması gerektiğine inanıyorlar. İşte ben de bunu aynen böyle anlatmak istedim’ diyor Sorrentino. Mucizelerin gerçekleştiği toprakları ‘kendi duygularına dair bir kent’ olarak tanımlıyor.
Yönetmen orta yaşlarının başlarında çektiği ‘Muhteşem Güzellik / La Grande Bellezza’ (2013) ve ‘Gençlik / Youth’un (2015) ardından yaşlılık senfonilerine bir yenisini eklerken, Parthenope’nin 70’li yaşlarına hayat veren bir dönemin çekici güzellerinden Stefania Sandrelli’nin yılların yıprattığı yüzüyle, gençliğin, güzelliğin geçiciliğini bir kez daha hatırlatır. Ancak ömür su misali akar, insanlar geçip giderken kimselere yar olmayan kadim şehir tıpkı bizim İstanbul’umuz gibi gizemini ve eşsiz güzelliğini korumayı sürdürecek, fani hayatın sonunda geriye yalnızca bir ironi kalacaktır. Sonbaharını yaşayan Parthenope’nin kentin bugününe bakarken gülümsemesi tam da bundan olmalı.
(29 Aralık 2024)
Ferhan Baran