69. Cannes Film Festivali yarışma seçkisinin en güzel filmlerinden ‘Aquarius’un sinemalarımızdaki gösterimi başladı. Daha önce If Bağımsız Filmler Festivali’ne konuk olmuş, önümüzdeki ay başlayacak 36. İstanbul Film Festivali’nin Bienal ile işbirliği sonucu ‘iyi bir komşu’ temalı filmler seçkisinde yeniden izleyici karşısına çıkacak olan 2012 yapımı ‘Komşu Sesler / O Som Ao Redor’ ile tanıyıp sevdiğimiz Kleber Mendonça Filho’nun ikinci uzun metrajı bu.
Bir önceki filminde olduğu gibi, yönetmenin çocukluğunun geçtiği Brezilya’nın kuzeydoğusunda, Atlantik Okyanusu’na nazır sahil kasabası Recife’de geçiyor hikâye. Film adını ana karakterin yaşadığı, orada üç çocuğunu büyüttüğü apartman binasından alıyor. 60’lı yaşlarını süren entellektüel Clara’nın yaşamının birçok önemli anına tanıklık etmiş 1940’lardan kalma eski apartman dairesi, paha biçilmez anılarla doludur. Raf raf kitaplar, plaklar, duvardaki resimler, posterler bir dönemin kültürel zenginliğini gözler önüne sermektedir. Çevresi tarafından Dona Clara hitabıyla saygı gören sıkı bir kadındır Clara. İlerlemiş yaşına karşın denizden sahile çıkışı gözüpek bir Bond kızı edasındadır. Özgür ruhu, 68 kuşağından teyzesi Lucia’dan mirastır ne de olsa. İkamet ettiği apartmanın o dönemin çiçek çocuklarını konu alan ünlü ‘Hair’ müzikalinin açılış şarkısı ile aynı adı taşıması bu yüzden anlamlıdır.
Sorun, kentsel dönüşüm tezgâhı altında tarihi ‘Aquarius’ binasının emlak simsarları tarafından ele geçirilerek yıkılmak istenmesiyle patlak verir. Politikacılarla arasını iyi tutmuş büyük bir emlak şirketi binadaki diğer kat maliklerini teker teker ikna etmiş, sıra Clara’nın şirin apartman dairesini satın almaya gelmiştir. Kendi çocukları dahil çevresindeki herkes inşaat şirketinin cazip teklifini kabul etmesini ister ondan. Ancak onun geçmişini ve anılarını yok etmeye hiç niyeti yoktur. Eski binanın yerine kondurulacak cam ve çelikten yeni rezidans fikrini anında reddeder. Müteahhitlik firmasının yurt dışında eğitim görmüş genç patronu ve ekibinin türlü yıldırmalarına karşı tek başına bir direniş başlatır. Bu zorlu süreçte hem geçmişini kapı dışarı etmek isteyen bir toplumu, hem kendini keşfe çıkacaktır.
Film eleştirmenliğinden gelen Filho, mükemmel bir karakter incelemesine imza atmış ‘Aquarius’ ile. Uzunca bir aradan sonra sinemaya dönüş yapan, ‘Örümcek Kadının Öpücüğü’, bizde gösterime girmemiş ‘Dona Flor ve İki Kocası’ benzeri klasiklerle ülkesinde haklı bir şöhrete sahip olan Brezilya sinemasının efsanevi yıldızı Sonia Braga ile gayet verimli bir iş birliği gerçekleştirmiş. Filho’nun eski mesleğine hoş bir nazire olarak emekli müzik eleştirmenini canlandırıyor Braga. İyi müziğin her çeşidine vurgun, Brezilyalı anıtsal besteci Heitor Villa-Lobos hakkında kitap yazmış olması tutkuyla Queen dinlemesine engel değil. Stanley Kubrick’in para pul sahibi olmanın boşunalığı üzerine destansı başyapıtı ‘Barry Lyndon’ın kocaman afişi süslüyor evinin duvarını. Yok edilmeye çalışılan tarihin bu hüzünlü kutsamasında, bir haysiyet portresi olarak klasikleşeceği muhakkak bir performansa imza atıyor büyük oyuncu.
Film aynı zamanda yolsuzluğun ve boşvermişliğin doruğa çıktığı Brezilya’nın ve ona benzer ülkelerin ahvalinin eşsiz bir metaforu niteliğinde. Çok uzaklara gitmeye gerek yok, kendi ülkemizde kentsel dönüşüm adı altında şehrin ve toplumsal hafızanın nasıl tahrip edildiğine hüzünle isyan ettiğimiz bir dönemden geçmiyor muyuz bizler de. ‘Biz mekânımızla bütünleşiyoruz. Anılarımız kimliğimizi oluşturuyor. Binayı yıkmakla birkaç kuşağın kültürünü ve yaşamını yok ediyorsunuz, anılarını siliyorsunuz’ diyor yönetmen. Bir diğer söyleşisinde, 1952’de hizmete girmiş Recife’nin muazzam Sao Luiz Sineması’nın geçen yılki hüzünlü kapanışından dem vuruyor. Onca itiraz ve isyana karşın yıkılan tarihi Emek Sineması geliyor aklıma. İşgal ve yıkıma karşı soylu direnişin hikâyesi olan bu güzel film aracılığıyla, çakma Emek’i savunanlardan hesap sormak istiyorum.
(20 Mart 2017)
Ferhan Baran