Türk filmlerinin yurtdışına çıkması, Binnaz’a (Ahmet Fehim / 1919) kadar dayanır ama sonrası, uzun yıllar yurtiçi gösterimlerde kalır. Seden ilk filmi Kanlarıyla Ödediler (1955) ile yurtdışı festivallere katılmak ister, film “aşırı şiddet” içerdiği için elemeleri geçemez. Nihat Aybars, A.B.D.de Hollywood Rüyası (1949 – 1956) adlı bir film çeker. Uzun yıllar sonra, yurtdışına kaçak çıkarılan Susuz Yaz (Erksan), Berlin’de Altın Ayı aldıktan sonra daha önceki kısa süreli gösteriminden sonra tekrar seyirci ile buluşturulur, -bu sefer bir Altın Ayı’sı vardır. Daha önce kazanılmış bir (gümüş) Ayı vardır (Hitit Güneşi / Eyüpoğlu – İpşiroğlu) ama o kısa metraj bir filmdir.
Zamanla yurtdışı, uluslararası festivallere katılımlar olur. Bu festivallerde elemelerin geçildiği de olur, geçilemediği de… Kırık Çanaklar (Ün), Berlin Festivali’ne katılır. Festival bünyesinde hazırlanan “Almanca” tanıtımlar Anadolu’da filmin gösterimi sırasında tanıtım tablalarında yerlerini alırlar. Ülkemizde seyirciye pek ulaşamayan Denize İnen Sokak (A. Tokatlı), Locarno, Karlovy-Vary, Venedik festivallerine katılır, mansiyon düzeyinde ödüller alır ama orada da çoğunlukla seyirciye ulaşamaz. (“Seyirciye ulaşamayan film” dediğim bu film, yurtdışı festivallere katılmış, Fransızca altyazılı bir kopyasının İstanbul’da bir yazlık sinemada oynadığını duyduğum Denize İnen Sokak, adı hâlâ çok bilinen ama kendisi ortada olmayan bir filmdir.)
Eskiden, adını duyduğumuz sınırlı sayıda uluslararası festivallere katılıp ödül almış filmler zaman zaman sinemalarımıza düşerdi. Jacques Tati’nın Mon Uncle (Dayım -bizde Amcam diye oynadı-) ile Kurosawa’nın Sichinin No Samurai (Yedi Samuray -bizde Kanlı Pirinç diye oynadı-) bu şekilde sinema seyircisine ulaşmıştı. Uluslararası festival galipleri bu filmler yanında, -niye abartıldığını bir türlü anlayamadığım- bir takım Oscar’lı (kaç tane alındığı önemli değil) filmler çok fazla ilgi gördü her zaman. Yeşilçam’ın eskilerinin bir zamanlar -bazılarının hâlâ- Oscar hayalleri kurması sanırım bundan, olasılığı varmış gibi. Bu arada hayli heyecan uyandıran Reise Der Hoffnung / Umuda Yolculuk -Xavier Köller (1990)- filminin Oscar kazanması çok şaşırtıcı idi. Senaryo Feride Çiçekoğlu, oyuncular Nur Sürer, Necmettin Çobanoğlu, Emin Sivas, Yaman Okay idi ama film İsviçre / İtalya ortak yapımı idi.
Uluslararası festivaller tarihi yazmıyorum, aradan zaman geçti, çeşitli filmlerimiz -bizim içinde giderek sayıları artan- uluslararası yarışmalara katıldı, ödüller aldı, alamadı. İstanbul’da gittikçe itibar kazanan bir uluslararası festival düzenlemeyi becerebildik ve becermeye devam ediyoruz. Bu arada Susuz Yaz serüveni tekrar yaşandı. Ülke içinde gösterimi yasaklı, yurt dışına götürülen Yol (Gören) 1982’de Cannes’da büyük ödül (Altın Palmiye) aldı. Costa Gavras’ın Missing (Kayıp) filmi ile paylaştı ödülü. Senaryoyu yazan (kurgusunu da yapan) Yılmaz Güney adı ile anılan film, sinemamızın yurt dışında başlamış olan başarılarına yeni ilâveler yapılmasına ve (daha fazla) tanınmasına / aranmasına neden oldu.
Fotoğraf, kısa film derken (hemde unutuldu denen bir dönemde siyah – beyaz) Kasaba (1997) ile uzun metraja geçen Nuri Bilge Ceylan önceki filmi Koza ile de uluslararası festivallere alıştırma yapmaya başlamıştı. Ve 2009 yılına gelindiğinde Ceylan, Cannes’da Üç Maymun filmi ile “En İyi Yönetmen” ödülünü aldı. Heyecan verici bir şeydi, öncelikle Ceylan için, saniyen “sinemamız” için. Yurtiçi ve yurtdışı festivalleri çoğunlukla dışarıdan izlediğim için -çünkü aslolan ödül değil, filmdir- Ceylan’ın en iyi yönetmenliği önemli idi ama -işin aslını bu konu ile daha fazla ilgilenen yazarlarımız bilir- bu festivalde (Cannes) her filme “tek ödül” veriliyormuş. Bu nedenle yapılan jüri değerlendirmesinde ödül sayısı kadar filme ödül verileceği sonucu çıkıyor. Tabiki yarışmaya katılan film sayısı ödül sayısından çok. Bu filmler içinden verilecek ödül sayısı kadar film seçilerek jürice değerlendiriliyor ve her birine bir ödül düşüyor. 2009’da Üç Maymun’a (Ceylan’a) “En İyi Yönetmen” ödülü uygun görülmüş -yanılıyor olabilirim ama- bu benim için, hiçbir filme birden fazla ödül verilmemesi ön kuralının bir sonucu, dediğim gibi yanılıyor olabilirim.
2011’de ise yine Cannes’a çıkartma yapan Ceylan bu kez -daha ülkemizde gösterime girmemiş olan- Bir Zamanlar Anadolu’da filmi ile “Jüri Büyük Ödülü”nü aldı (kazandı). (Eric Dardenme – Luc Dardenme kardeşlerin “Le Gamin au Vélo” filmi ile birkikte). Burada aklıma yine bir soru geliyor, bu konuların yabancısı olduğum için dilerim bilenler beni aydınlatır. Uluslararası Cannes Film Festivali’nin büyük ödülü Altın Palmiye’dir. Bu festivalde ikincilik, üçüncülük ödülü yok ama Jüri ödülleri var. Biri Büyük, diğeri sadece Ödül (Jüri Büyük Ödülü -yarısı Nuri Bilge Ceylan’a-, birde Jüri Ödülü). Böylece aynı jüri, üç filme ödül vermiş oluyor. Ama bu baştan böyle olduğu için, hiç birimizin buna itiraz etme hakkı olmaması gerekir, zaten öyle bir itirazımız da yok. Şimdi bir an önce Bir Zamanlar Anadolu’da filminin gösterime girmesini beklemekten başka yapabilecek bir şeyimiz yok. “Gösterime girmesi” diyorum, çünkü ben filmi sinemada görmekten yanayım.
(04 Haziran 2011)
Orhan Ünser