İşte, okulda, sokakta, yaşadığımız her yerde bir aradayız; kim neci, ne yapar, neyi niye yapar bilemediğimiz gibi gizli saklı yapıldığında da saptayamayabiliriz. Hırsız da, yalancı da, kötü niyetli olan da var muhakkak. Temkinli oluyoruz o nedenle, kapımızı kilitliyoruz, pek tanımadığımızla sıkı fıkı olmamaya çalışıyoruz. Ama ya o(nlar) aynı işyerinde birlikte çalıştığımız insanlarsa… İki seçenek çıkıyor önümüze: ya sessiz kalacağız ya da itiraz edeceğiz.
İlker Çatak’ın, Almanya’nın Oscar adayı da gösterilen filmi “Öğretmenler Odası” tam da bu ikilemi anlatıyor. Tabii, benim yukarıda yazdığım kadar basit değil çözümü bulmak. Mahalle baskısı belirleyici. İnsanların sosyal, dini ve etnik (özellikle artan göçmenlikle birlikte ırkçılığa varan) durumları karar vermede en önemli etkenlerden. Bir de yönetimin (bunu sadece bir okul, bir işyeri, bir fabrika olarak alabileceğimiz gibi ülke olarak da düşünebiliriz) “aman tatsızlık çıkmasın” düşüncesiyle, muhafazakâr tutumu da eklenince çözüm giderek daha da zorlaşıyor. Hemen baştan söyleyeyim: Kürt sorununun çözümlenememesi de aynı nedene bağlanıyor. Egemen erk işine geldiği kimi zaman barışçıl kimi zaman savaşçıl oluyor.
Matematik ve beden eğitimi öğretmeni Carla, (ayrımcılığı ortadan kaldıracak “günaydın” uygulaması ile 0,9 ile 1 arasında bir sayı var mı sorusu da gösteriyor ki, sorgulayıcı bir eğitim taraftarıdır) okula yeni gelmiştir. Sınıfı, Türk, Kürt, Arap, Polonyalı, Hristiyan, Müslüman öğrencilerden oluşuyor. Çocuklar arasında -aslına bakarsanız- çok kolay çözümlenebilecek bir hırsızlık, etnik kimliği nedeniyle bir çocuğun üzerine atılıyor. O çocuğun yapmadığı belirlense de, okul yöneticileri ve onu suçlayan öğretmenler (hatta veliler bile) özür dilemekten kaçınıyor; kaldı ki okulun “sıfır tolerans” kararı var.
İhkak-ı hak
Bizim ülkemizde sürekli yapılmak istenen (genellikle de yapılan) kendi işini kendin gör mantığıyla hüküm vermek ve ceza kesmek, hukukta kabûl gören bir şey değil. Hukukçu olmadığım için nerede ve nereye kadar doğrudur, nereden sonra “suç” oluşturur, bilemiyorum. “Sallandıracaksın Taksim’de, bak bakalım bir daha yapıyorlar mı” diyenler, bin yıllardır aynı suçların işlendiğini nedense göz ardı ediyor. Şimdi bizde idam yok, ama varken, onlarca insan asılırken de cinayetler işleniyordu, soygunlar yapılıyordu… Demek ki, başka bir şey yapmak, düşünmek gerek.
Carla, okul yönetiminin ve öğretmenlerin bu duruma göz yummasının hata olduğunu kanıtlamak için gizli kamerayla çekim yapar ve bir kişinin hırsızlık yaptığını belirler. Ancak o, bir Almandır ve okul yönetimi gibi veliler de o “hırsız”dan yanadır. Düğüm orada daha da sıkılaşıyor… gizli kamerayla çekim yapmasının yanlış olduğu belirtilerek (her ne kadar hırsız kadın okuldan uzaklaştırılmışsa da) Carla’ya karşı da tavır alınır. Karla’nın da bir göçmen olduğunu belirtmem gerekiyor mu, neden suçlandığını anlatmak için…
Her şeye rağmen Carla, iyiden, idealist diyebileceğimiz kadar doğrudan, ama özellikle de çocuklardan yana davranmayı sürdürür. Yönetime ve arkadaşlarına anlatmaya çalışır. Kopya çeken, arkadaşını döven, hatta kendisinin bilgisayarını kanıt yok etmek adına kaçırıp atan çocuğa karşı aynı davranır.
Bir yere kadar…
Burada aklımıza gelen bir soru var… Sineklerin Tanrısı romanını (en azından filmini) biliyorsunuzdur. Yazarının Nobel aldığı bu romanda, çocukların içlerindeki iktidar hırsıyla akla gelmeyecek kadar kötü olabileceği anlatılıyordu. Sonradan kurgu olduğu belirtilen bu romanda yaşananların gerçeği yansıtmadığı Rutger Bregman’ın, “Çoğu İnsan İyidir” kitabında anlatılıyor.
Bir okul, bir derslikteki öğrenciler, öğretmenler üzerinden anlatılsa da, “Öğretmenler Odası” üzerinde yaşadığımız dünyanın, ülke iktidarlarının, yönetim sistemlerinin eleştirisi olarak gösteriyor kendisini.
Evet, usul esastan önce gelir. Evet, yalanla dolanla, gizli kamerayla, işkenceyle elde ettiğiniz kanıt/itiraf üst mahkeme tarafından geçersiz sayılır ve davanın yeniden görülmesi istenir. Suçlamanın haklı ve geçerli bir temele oturması istenir. Sanık (veya hükümlü) belki de o fiili işlemiş olabilir, ancak iddia makamının daha farklı deliller sunması istenir. “Öğretmenler Odası”nda da, benzer bir durum söz konusu… Konu yüzeysel gibi gözükse de alabildiğine derin ve gerçekten çok, hatta çoktan da çok önemli.
Böylesi bir durumda (bizim ülkemizdeki siyasiler edinilmiş bilgileriyle kendilerince karar varırlar ve halk da bunu kabul edebilir, ama gerçeklik hiç de böyle sürmüyor) ne yapılması gerektiğini tartış(tır)an “Öğretmenler Odası”nın izlenmesi ve çerçevesinin genişletilerek tartışılması (yerel seçimler öncesi, oy kullanmadan) gerekli, bence.
Filme gelince… Yine Aytekin Çakmakçı’yı anmadan geçemeyeceğim. Ünlü ve gerçekten de başarılı görüntü yönetmeni Aytekin, “Bir filmde görüntüyü, kamera hareketini, oyuncunun oyununu görmüyorsanız (unutuyorsanız), film sizi taşıyorsa, o filmin kameramanı doğru iş yapmıştır.” diyordu. Erken kaybettik, doğanın kucağında yine kamera elinde görüntü peşinde koşuyordur muhakkak.
02 Şubat’tan başlayarak gösterimde…
(29 Ocak 2024)
Korkut Akın