Dünyanın en büyük sorunu, kim ne derse desin, göçmenlik, mülteciler, sığınmacılar… Hangi nedenle olursa olsun -ki, ister ekonomik, ister siyasal, ister ekolojik nedenlerle, isterse umut yüklü- insanlar zorunlu olmadıkça göçmenliği seçmezler. ABD Gümrük ve Sınır Muhafaza (CBP) verilerine göre Amerika Birleşik Devletleri’ne geçen düzensiz Türk göçmenlerin sayısı 2021’de 6 bin 945’e çıktı. Resmi rakamlara göre 2022’nin tamamında ise bu sayı 21 bin 698 oldu. Yani göçmenlik sadece bizim ülkemizin değil tüm dünyanın en temel sorunlarından biri… Küresel ısıtma sürdüğü, petrol gibi fosil yakıtlar kullanıldığı sürece kuraklık ve susuzluk artacak, buna da bağlı olarak göçmenlik artacak.
Gerçekliği böyle belirledikten sonra, hemen tüm ülkelerde olduğu gibi gelişmiş sayılan Avrupa ülkelerinde de göçmenler hep “öteki” olarak görülecek. Hatta öyle ki, bir “öteki” ile diğer “öteki” çatışacak, alan ve itibar kazanmak için. İşke Ren Altını (Rheingold) bu “ötekiler savaşı”nın öyküsü…
Fatih Akın, bir otobiyografiye uzaktan dayanarak, Xatar olarak da bilinen (en kolay adlandırma olarak) girişimci Giwar Hajabi’nin hikâyesini anlatıyor Rheingold’da.
Fatih Akın da bir “öteki”, öyküsünü ele aldığı ünlü gangster, müzisyen, rapçi Xatar da… Kendi yaşadıklarının, aslına bakılırsa diğerlerinin yaşadıklarından pek bir farkı olmasa gerek. Aynı dışlanmışlık, aynı küçümseme, aynı sömürü ve aynı aşağılama… Geriye kala kala ayakta kalabilmek için tek bir seçenek kalıyor.
Rap müziği…
Öteki olmaya, itilmişliğe, aşağılanmaya karşı ya asimile olacaksınız ya da direneceksiniz. Bunun ilk örneklerini müzikte görüyoruz: Rap, belki de ilk başkaldırı hali. Bir anlamda günümüz cazı.
Fatih Akın, bu örneklerin ilklerinden, belki de en başarılılarından birinin öyküsünü anlatıyor.
Filmde birçok açık uç var. Ne oldu, nasıl oldu, niye öyle oldu gibi. Giwar Hajabi’nin babası, ünlü orkestra şefi nasıl oldu da (veya niye) eşini, evini, çocuklarını terk etti? Burada, Buñuel’e kulak vermek gerekir: “Bir filmde bir şey iki kez gösteriliyorsa, anlamı farklıdır” diyor usta. Filmin başında, orkestra içinden bir virtüöz saygın müzikçi Eghbal Hajabi’ye gülümser. Aynı gülümsemeyi bir kez daha görürüz, ama bu kez Bonn’da ve Humeyni İran’ından kaçıp, hapislerden geçtikten sonra yeniden müzikle ilgilenmeye başlayan Eghbal evini terk eder.
Ya hep ya hiç!
Filmin çıkışını oluşturan anı/yaşam öyküsünün adı da “Ya Hep Ya Hiç”tir. Hiçbir çıkış yolu bulamamışsanız ya da kaybedecek bir şeyiniz yoksa gözünüzü karartır en olmadık işlere bile girersiniz. Zaten film boyunca Xatar’ın bu seçimlerinin izini sürüyoruz.
Giwar da öyle yapıyor. Porno kasetçilikten yakalanınca uyuşturucu ticareti yapıyor, kendisini soyanlara karşı dövüş dersleri alıp, bulunduğu yerin “reis”i oluyor. Bir arkadaşı kendisini “Amca” (Uğur Yücel) ile tanıştırır. Akın, Yücel ile birlikte Yılmaz Güney’e bir göndermeyle selam verir burada. “Amca” Xatar’ın okumasını ister… Güney’in ünlü “Umutsuzlar” filminde, çözüm olarak söylediği “Orospu olacaksa, okumuş orospu olsun.” sözünü anımsatıyor. Ancak “Amca” Güney’i bir adım ileri taşır, gözünü kırpmadan kendisine karşı gelen adamı öldürür, hem de herkesin önünde.
Uzun ve karmaşık…
Ren Altını, evet, uzun… hiçbir yönetmen onca emek verip çektiği sahneyi, hatta planları atamaz, emeğine acır. Belki onun için iyi bir kurgucunun filmi son haline getirmesi daha doğrudur. Ancak, film sarkıyor mu, hayır, sıkıyor mu, yine hayır, ama uzun mu, evet uzun.
Baba Eghbal Hajabi evini terk etmese böyle olur muydu sorusu takılıyor ister istemez insanın aklına. Erkek egemen dünyada (müzisyenliğinin verdiği özgüveni de eklerseniz) babanın eşine ve çocuklarına uzak durması, onlarla (eskiden olduğu gibi) ilgilenmemesi de aslında bir “öteki”leştirme öyküsü. Baba, müzisyen olmanın getirdiği saygınlıkla toplumda (veya bulunduğu yerde) kabûl görüyor olsa da gidişatı belirleyen oluyor. Hapishanede görüştüğü Xatar ile diyaloğu belirleyici bu anlamda.
Fatih Akın’ın ne anlattığı veya anlatamadığı üzerine bir tartışma yaşanıyor. Filmde birçok belirsizlik var. Akın, eğer bir biyografi anlatıyor olsaydı, bu değerlendirmeler haklıydı… Ancak Akın, ötekilerin dışlanmışlıklarını, hayattan koparılmalarını anlatıyor. Ötekiler, hiçbir şeyi tam olarak yaşa(ya)madıkları için hayatlarının da tam olmadığını vurguluyor. Hem öyle olmasa Fatih Akın filmi olur muydu Ren Altını?
07 Temmuz’da gösterimde…
(04 Temmuz 2023)
Korkut Akın
[email protected]