İngiliz sinemacı Edgar Wright imzalı ‘Dün Gece ‘Soho’da / Last Night in Soho’ bir büyüme öyküsü olarak başlıyor. İngiltere kırsalında büyükannesi ile birlikte yaşayan Eloise (ya da Ellie), Londra Sanat Üniversitesi’ne bağlı Moda Yüksek Okulu’ndan aldığı bursla yıllar önce kaybettiği annesinin gerçekleştiremediği hayallerinin izini sürmeye kararlıdır. Aynada kendisine gülümseyen annesi ile vedalaştıktan sonra metropol cangılının yolunu tutuyor. Üniversite yurdunda barınamayacağını anladığında Londra’nın eski yerleşim bölgelerinden Soho’da eski bir binanın çatı odasına yerleşiyor. Ev sahibi yaşlı bayan Collins’in özgün dekorasyonuna hiç dokunmadığı küçük odası, pirinç başlıklı karyolası ve püsküllü abajuruyla 60’lı yılların izlerini taşımaktadır. Eloise’in düşlerine giren o yıllara ilişkin vizyonlar ve geçmişin hayaletleriyle karşılaşması uzun sürmeyecektir. Büyük şehre ünlü bir şarkıcı olmaya gelmiş Sandie ile düşlerinde yolu kesişen Ellie rüya olarak hayal ettiği 60’lar Londra’sının karanlık yüzünü keşfedecek, batakhanelerde silinip giden gencecik hayallerin dehşet yüklü sonlarına tanıklık edecektir.
1974 doğumlu yönetmen Wright’ın 60’lı yıllar Londra’sına nostaljik hayranlığı üst düzeyde. Ellie’nin o yıllar ile geçişken serüveni, mükemmel bir set tasarımı eşliğinde izleyicisini 50 yıl öncesine götürüyor. Bizde ‘Yıldırım Harekatı’ adıyla gösterilmiş James Bond serüveni ‘007 Thunderball’un dev sinema feneri önünde gözleri parlayan genç kız ile aynalarda buluştuğu Sandie’nin izini sürerek dönemin ünlü lokallerine, Café de Paris’ye, The Toucan barı ve türlü türlü gece kulüplerine uğruyoruz. Bu ziyaretlere, aralarında ‘Downtown’, ‘You’re my World’, Puppet on a String’, ‘A World without Love’ gibi dönemin ünlü şarkılarının yer aldığı enfes bir ses bandı eşlik ediyor.
‘Dün Gece Soho’da’ türden türe ustaca sörf yapan, sürprizlerle dolu bir yapım. Başlardaki büyüme öyküsü Londra’nın karanlık gizeminde, günümüz sinemasında çok yaygınlaşan kadın istismarı eleştirisine evriliyor. İngiliz sinemasında özel bir yeri olan gotik hayalet hik3ayeleri bu noktada devreye giriyor ve finale doğru zincirlerinden boşalmış kanlı bir dehşet silsilesi ile sarsılıyoruz.
Yönetmen Wright kendi öyküsünden, Sam Mendes imzalı ‘1917’ yazarı Krysty Wilson-Cairns ile ortaklaşa kaleme aldığı yapıtında türlerin geçişkenliğini ustaca kurgulamış. Annesinin şizofren genlerini taşıyan Ellie’nin düşler ve aynaların rehberlik ettiği vizyonlarını büyük bir beceriyle perdeye aktarmış. Ellie’de Thomasin McKenzie, Sandie’de Anya Taylor-Joy taze yetenekler olarak parlıyor. Yönetmen klasik İngiliz sinemasına saygıda da kusur etmemiş. Film, ‘Suspiria’ benzeri bir gotik dehşete adım adım ilerlerken, ülke sinema ve tiyatrosunun efsanevi oyuncuları bu görkemli serüvene eşlik ediyor. Rita Tushingham büyükannede, her daim yakışıklı Terence Stamp gecelerin müdavimi geçkin çapkında, yönetmenin filmini adadığı yakınlarda kaybettiğimiz Diana Rigg kariyerinin son performansında bayan Collins olarak karşımıza çıkıyor ve tutkulu sinefillerin yüreğini hoplatıyorlar. Hitchcock’un ünlü ‘Rebecca’sına gönderme yapan finalin ardından, son jenerikte Barry Ryan’ın yorumladığı filmin ana karakterinin adını aldığı ünlü ‘Eloise’ şarkısı yükseliyor perdeden.
(18 Kasım 2021)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com