Geçtiğimiz yıl Venedik Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü ile dönen Michel Franco imzalı ‘Yeni Düzen / Nuevo Orden’ bağlamından koparılmış bir montaj görüntüyle açılıyor. Kandinsky’yi çağrıştıran soyut resmin yakın plan çekimi, sağnak yağmur altında yeşil boyanın bedeninden aktığı çıplak kadın, balkondan aşağı atılan mobilyalar, koridorda sürüklenen bir beden, merdivenlerden sel gibi akan yeşil sular, yeşil boya fırlatılan camın ardındaki tedirgin gelin. Dehşeti çağrıştıran imgeler yaklaşmakta olan felâketin habercisidir. Şostakoviç’in 1905 Rus Devrimini betimlediği ünlü 11 no’lu senfonisinden ezgiler bu endişeli bekleyişe eşlik etmektedir.
Mexico City’de panik hakimdir. Şehir karışmış, yollar protestocular tarafından abluka altına alınmış, silahlar konuşmaktadır. Kaos ortamından lüks villadaki düğün partisine geçeriz. Zengin iş adamının kızı Marianne ile mimar nişanlısının nikâhı için yetkili memur beklenmektedir. Gelen ziyaretçi başkasıdır. Protestocuların kendi yaralılarına yer açmak üzere hastane yatağından kapı önüne koydukları karısının elzem kalp ameliyatının özel hastane masrafları için yardım talebiyle gelmiş evin eski emektarı, eline üç beş kuruş tutuşturularak savuşturulmak istenir. Yaşlı adama sahip çıkan Marianne arabasıyla yola çıktıktan hemen sonra villa yeşil boyalı çetenin istilâsına uğrayacak ve kâbus başlayacaktır.
Sosyal eşitsizlik ve bunun ortaya çıkardığı kaçınılmaz başkaldırı üzerine çarpıcı filmleriyle tanıdığımız Meksikalı sinemacının 2009 yapımı ikinci uzun metrajı ‘Daniel ile Ana 0 Daniel & Ana’ Latin Amerika porno mafyasının kurbanı olan varlıklı ailenin bireylerinin açmazı üzerinedir. 2012 yapımı ‘Lucia’dan Sonra / Después de Lucia’ varlıklı sınıf arkadaşları tarafından aşağılanan ve cinsel tacize uğrayan Lucia’nın öfkeli babasının seyirciyi altüst eden şiddet yüklü intikamının öyküsüdür. Varlık dağılımındaki büyük eşitsizliğe itirazını bu kez daha büyük perdeden haykırıyor sinemacı. Önceki filmlerinde dingin planlarıyla hatırladığımız Yves Cape’in kamerası bu kez son derece huzursuz ve hareketli. Sokaklarda başlayan protestolar kanlı eylemlere dönüşüyor. Mağazalar yakıp yıkılıyor, araçlar tahrip ediliyor. Ve bunun kaçınılmaz sonucu olarak dikta yönetimi devreye giriyor. Bu noktadan sonra kimsenin kaçışı olmayacak, yoksulu zengini bir işkence, tecavüz ve zulüm sarmalında kaybolmaya mahkûm olacaktır.
Franco’nun salgın öncesi kaleme aldığı senaryosu dünyanın dört bir yanında baş gösteren huzursuz iklimin ve patlamaya hazır öfkeli kalabalıkların hikâyesi ile benzerlikler taşıyor. Yönetmen ırkçılığın ayrımcılığın hastalık gibi dört yanı kuşattığı çağımızda, refah dağılımındaki eşitsizliğinin ciddi boyutlara ulaştığı Mexico City özelinden yola çıkarak evrenseli yakalamayı hedeflemiş. Fazla aşırıya kaçıyor belki. Sürekli devinen kameranın tanıklık ettiği şiddet ve sadizm gösterisi istismar sınırlarını zorlamasa daha iyi olurdu. Ancak yaşananlara toplum olarak yabancı sayılmayız. Bir ülke dikta yönetimine teslim olmuş ise zengin-fakir-protestocu ayrımı yapmadan kimin başına ne geleceği hiç belli olmuyor.
(30 Ekim 2021)
Ferhan Baran