Atillâ Dorsay’dan 50 Unutulmaz Film Daha

“Eski filmlerin iflah olmayan bir tutkunu…” olarak tanımlıyor kendisini Atillâ Dorsay, 2017’de yayımlanan bu çalışmanın ilk kitabında. Hepimiz için eski filmler bir başkadır, daha bir güzeldir, daha bir anlamlıdır. Çocukluğumuzun buğulu geçmişinde kalan, anımsayabildiklerimizle bile bize sinemayı sevdirmeyi başaran belki dağarcığımıza dolan ilk anlamlar olduğu belki de ilk göz ağrıları oldukları için unutmayız, unutamayız o filmleri.

Muhakkak ki, dönemin en yaygın eğlence -kimine göre eğitici yanı da vardı ve asla atlanmamalıdır- aracı olması nedeniyle, adını “büyülü fener” koydukları o karanlık salonda perdeye yansıyan ışık huzmesi yaşamımıza da yön verir. Birçoğumuz, televizyonlarda ve/veya video, CD, DVD, internet üzerinden izleme olanağı sunan platformlar üzerinden o eski, ama eskimeyen filmleri yeniden izleriz, izliyoruz. Evde rahat koltuklara yayılarak izleme olanağı yakaladığınızda, bir bakın kendinize… kesinlikle o filme göz atarsınız; bir de bakmışsınız sarmış sizi, sonuna dek izlemişsiniz. Aradan geçen yıllarla birlikte yaşanan değişimlerin (kültür dağarcığınızın dolmasını da atlamamak gerekir) katkısı da olacak ve bambaşka duygular yakalayacaksınız.

50 de yetmez… artmalı!

Atillâ Dorsay, sinema üzerine yazanların hepsinin hocası… Burak Göral arkadaşımız, edebiyattan el alarak, “Hepimiz Atillâ Dorsay’ın paltosundan çıktık” demişti bir konuşmasında… Titizliği, en ince ayrıntısına kadar araştırması, yönetmeninden oyuncusuna, senaristinden yapımcısına, nerede ve ne kadar sürede çekildiğine kadar hemen tüm bilgileri veren bir eleştirmen. Okura olduğu kadar sinemacıya, birçoğunun rakip olarak gördüğü meslektaşlarına kadar herkese yardımcı olan bir yazar. Çalışkan da… Boyu uzun olduğu için belki ulaşmamıştır, ama 54 kitap yazmış, dergi ve gazete sayfalarında kalan yazılarının dışında. Hepsi de başucu, başvuru kitabı. Her ne kadar 50 film diyorsa da hep fazlası yer alıyor kitaplarında, kıyamadığını söylüyor. Haksız da sayılmaz. Filmi izlemiş olabilirsiniz, beğenmemiş de olabilirsiniz, ama Atillâ Dorsay’ın incelikli anlatımını okumadan geçmek pek mümkün olmuyor. Bu demektir ki, bu dizinin üçüncü kitabı da gelecektir. Gelmelidir bence de.

Sinema sevdalıları duyarlıdırlar…

Atillâ Dorsay, sinema sevgisinden bağımsız olarak diyemeyeceğimiz denli sinemacıları da seven, saygı duyan birisi. Bu dizinin ilk kitabını, “50 Unutulmaz Film”i, kitabın yayınlanmasından kısa bir süre önce yaşamı bizlere bırakan iki sinemacıya, Giovanni Scognamillo ile Mithat Alam’a adarken, bu ikincisini, “50 Unutulmaz Film Daha”yı, elim bir kaza sonucu aramızdan ayrılan, film eleştirmeni, kültür insanı Cüneyt Cebenoyan ile “sinemamızın muhtarı” lakaplı, kalbi iki kez durmasına karşın Azrail’e direnerek yaşamı aynı heyecan ve sinema tutkusuyla sürdüren Sadi Çilingir’e adamış.

Bu duyarlılığı gösteren Atilla Dorsay’a teşekkür ediyorum.

Yeniden yazılmış…

Atilla Bey, geçmişte kendisini ve izleyiciyi etkilemiş filmleri yeniden izleyip -belki eski yazıların da ışığında- yeniden yazmış. Günümüze uyarlamış, bugünün gözüyle yeniden yorumlamış; “70 küsur yıl sonra izlendiğinde aynı keyfi vermesi bunun kanıtı olsa gerektir” diye yazmış bir filme… Her film yazısının altında o filmin izlenebilmesi için bulunabileceği adresleri vermiş.

Kendisinin de çok sevdiği gerilim filmlerinden birinde, “Yanlış Numara”da, oyuncu için, “Barbara Stanwyck, yönetmenle anlaşarak tüm yatak sahnelerini kronolojik biçimde ve 15 gün içinde çekip bitirmişti: sinema tarihine geçen bir ayrıntı. Filmin tümüyse üç ayda bitmişti. Hollywood ölçülerine göre kısa bir süre…” diye yazmış. Sinemayla ilgilenenler bilir, filmler (bazı sahneler gerektirmezse) sırasız çekilir ve sonradan montajla yerli yerine konur. Bir de bizim ülkemiz dışında uzun zaman alır çekimler (gerçi bizde de artık özenli olunduğu için uzun sürüyor çekimler). Arkasından, Stanwyck’in dört kez Oscar adayı olduğunu ama kazanamaması sonrasında hırs yaptığını anlatıyor. İlginç bir notu daha var: restore edilmiş veya onarılmış filmin bulunacağı adres.

Filmi izlemek isteyenler için olduğu kadar izle(ye)meyenler için de alabildiğine ilginç ayrıntılar bunlar. Heveslendiriyor.

Telefon bu, olmazsa olmaz…

Benim için şunlar çok belirleyici: “…telefon denen ve o günlerde (1948 yılı) insanların hayatında bugünkünden de çok rol oynayan (bu ilginç değil mi, telefonun olmazsa olmazlığının çok yeni olduğunu düşünürdüm) o garip, büyüleyici ve bol imkân sunan 20. yüzyıl icadı. Cep telefonları henüz yoktu (Atillâ Bey de alışmış artık telefonun mütemmim cüz oluşuna) ve birisini aramak, bir yerleşik telefon bulmaktan santral memuresi denen kişilerin süzgecinden geçmeye, çeşitli zorluklar içeriyordu. Ama yine de öylesine önemli, hatta yaşamsal cihazdı ki bu…” Bu cümleleri okuyunca, yazının sonunda verilen internet adresini aramak farz oldu… Umarım kısa zamanda gelir de merakımı giderebilirim, her ne kadar santralli telefonlara yetişmiş olsam da.

Üvey evlat…

“Zafer Abidesi” filminin zamanında pek tutulmadığını, ama yazmak amacıyla bir kez daha izlediğinde yeni bir gözle bakmanın gerekliliğini belirtiyor. “Üvey evlat” muamelesi gören filmin ilginçlikleri olduğunu anlatıyor yazı boyunca.

Bir diğer filme “sınıfsal çatışma soslu politik öykü” nitelemesi yapıyor, “… ama sınıfına ihanet edip zenginin yanında yer almak insanlık tarihinde öyle sık olmuştur ki…” Bu “tür” filmler hâlâ çekiliyor ve büyük de sükse yapıyor aslını sorarsanız. Mucizeler birbirini kovalayacaktır tabii.

50 Unutulmaz Film Daha
Atillâ Dorsay
Sinemanın Hazineleri
Remzi Kitabevi
Ekim 2019, 224 s.

(07 Kasım 2019)

Korkut Akın

korkutakin@gmail.com

Ve Sonra Dans Ettik

Levan Akin’in yönettiği ve Levan Gelbakhiani, Bachi Valishvili, Ana Javakishvili ile Giorgi Tsereteli’nin oynadığı Ve Sonra Dans Ettik (And Then We Danced), 15 Kasım 2019’da Başka Sinema dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Kendini geleneksel Gürcü halk danslarına adamış Mehrab’ın, dans partneri Mary ile mutlu ve dans dolu bir hayat sürmesi beklenmektedir. Fakat bir gün prova sırasında kapıdan içeri Irakli’nin girmesiyle Mehrab’ın dünyası altüst olur, bu genç adam onun için artık hem bir rakip hem de arzu nesnesidir. Yönetmen Akin, film için Gürcistanlı eşcinsel gençlerle uzun söyleşiler yaptığını söylüyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb

İki Gözüm Ahmet Filminin Yapımcılarından Açıklama

Yönetmenliğini ise Hakan Gürtop ile Gani Rüzgar Şavata’nın üstlendiği ve çekimlerinin büyük bölümünün tamamlanarak montajı devam eden İki Gözüm Ahmet filmi ile ilgili olarak basında çıkan asılsız dedikodular üzerine yapımcılar açıklama yaptılar. Bazı basın yayın organlarında önceki gün çıkan “Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya’nın yapımcılardan 2 milyon lira talep ettiğinden filmin çekimleri durdu.” şeklinde çıkan haberlerin asılsız olduğu belirtildi.

Antalya Film Forum’un Kazananları Belli Oldu

Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin genç ve bağımsız sinemacılara destek sağlayarak Antalya’yı sinemamızın en önemli ulusal endüstri merkezine dönüştüren Antalya Film Forum’un kazananları dün gece düzenlenen törende açıklandı. 28 – 30 Ekim tarihlerinde Antalya Altın Portakal Film Festivali kapsamında yapılan ve Olena Yershova Yıldız’ın direktörlüğünde gerçekleşen Antalya Film Forum’da 16 proje toplam 530 bin TL para ödülüyle desteklendi.

Antalya Film Forum’un Kazananları Belli Oldu yazısına devam et

Mert Fırat: Altın Portakal’a Sahip Çıkanları Kutlamalı

Usta ve sevilen oyuncular Şebnem Bozoklu ve Mert Fırat, 56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Öğle Sohbetleri programına konuk oldu. Mert Fırat: “Bir yandan bu festivale sahip çıkanları da kutlamak lazım. Sektörden de birçok arkadaşımız festivale sahip çıktılar ve sonrasında festival sizlerin sayesinde, aslında en çok Antalyalıların sayesinde Ulusal Yarışmalar geri geldi. Seçimlerimizle bazı şeyleri değiştirebiliyoruz.” dedi.

Zülfü Livaneli, 7. Kayseri Film Festivali’nde

Kadir Turna direktörlüğünde 13 – 16 Kasım tarihlerinde gerçekleşecek olan Kayseri Film Festivali 7. kez sinemaseverleri bir araya getirecek. Usta müzisyen, yazar ve sinemacı Zülfü Livaneli, Yaşam Boyu Onur Ödülü almak üzere 7. Kayseri Film Festivali’ne konuk oluyor. Festival direktörü Kadir Turna, Zülfü Livaneli ile Elia Kazan arasında çok özel bir bağ olduğunu, Zülfü Livaneli’nin Kayserili dünyaca ünlü yönetmen Elia Kazan ile Türkiye’de geçirdikleri zamanlardan çeşitli güzel kesitler sunan Elia ile Yolculuk adında bir kitap yayınladığını dile getirdi.

Mehmet Şafak Türkel’i Kaybettik

Burdurlu yönetmen, 38 yaşındaki Mehmet Şafak Türkel, 30 Ekim 2019 Çarşamba günü hayatını kaybetti. Gazi Üniversitesi iletişim Fakültesi, Sinema – Televizyon Bölümü mezunu olan Türkel, su seviyesi azalan Burdur Gölü’ne dikkati çekmek için hazırlanan 2013 yılı yapımı Göle Yas (Song of the Lake) adlı belgesel filmin yönetmenliğini üstlenirken, Göle Hayat Derneği’nin de kurucu başkanı olarak görev yaptı. Türkel ayrıca Bodrum Rüyası adlı kısa filmi yönetti, senaristliğini ve kurgusunu; Tutku: Meriç Sümen adlı kısa filmin ise yönetmenliğini yaptı. Merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Uğur Yücel: Komedyen Değilim

Yönettiği ilk film Yazı Tura ile Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film ve Yönetmen dahil 11 Altın Portakal kazanmış olan Uğur Yücel, söyleşi programının konuğuydu. Yücel: “Komedyen olduğumu düşünmüyorum. Böyle bir hedefim hiç olmadı. Ama çocukken her şeyi taklit edebiliyordum. Sonra tiyatrodan para kazanamadığımı fark ettim ve şovmenliğe yöneldim. Tiyatroda beş ayda kazandığımı, şovmenlikte bir gecede kazanmaya başlayınca paraya kapıldım sanırım. Komedyenliğim budur. Sosyal içerik meselesi sinemada hiç konuşulmaz. Film için yola çıktığınızda ticari bir film yapalım, ya da sanat filmi yapalım gibi şeyler hiç olmuyor.” şeklinde konuştu.

Uğur Yücel: Komedyen Değilim yazısına devam et

Dünya Sinemalarının Merakla Beklediği, Bin Yılın İrfan Aşkını Anlatan Mest-i Aşk Filmi Beyazperdeye Taşınıyor

Türk – İran ortak yapımı olan Mest-i Aşk filminin yönetmen koltuğunda İran sinema sektörünün duayeni Hassan Fathi yer alıyor. “Mevlana” kelime anlamı olarak “Bizim Mevlamız, gönüllerimizin yol göstereni” mânâsına geliyor. Film, Celalettin Muhammad Belhi’nin irfan yolundaki serüvenini anlatıyor. Mest-i Aşk filminin kadrosu, iki kardeş ulusun dünyaca ünlü oyuncularının bir araya gelmesi ile oluştu. Filmin başrollerinde Bensu Soral, İbrahim Çelikkol, Parsa Pirouzfar, Selma Ergeç ve Shahab Hosseini oynuyor. Türk sinemasının dönem filmlerinde gösterdiği dünya çapındaki başarısı, İran sinemasının şiirsel anlatımıyla perdeye taşınıyor.

Altın Portakal’da Sinemamız Konuşulacak

26 Ekim’de başlayan 56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin etkinlik programı da heyecan uyandırıyor ve sinemaseverler tarafından ilgi ile takip ediliyor. Ahmet Mekin, Selma Güneri, Zeki Demirkubuz, Şebnem Bozoklu, Mert Fırat ve Ercan Kesal’ın konuşmacı olacağı Öğle Sohbetleri sürüyor. Sinema sektörünün  temsilcilerinin katılacağı ve sinemamızın sorunlarının masaya yatırılacağı Türkiye Sineması’nın Dünü, Bugünü, Yarını Paneli ve son iki yılın kazananlarına ödüllerinin sunulacağı Ulusal Yarışma Töreni, 31 Ekim Perşembe günü Antalya Kültür Merkezi’nde sinemaseverlerin katılımına açık ve ücretsiz gerçekleşecek.

Altın Portakal’da Sinemamız Konuşulacak yazısına devam et

İlk Büyük Rolümdü

56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Barnabaas Toth’un filmi Geride Kalanlar’ın gösteriminin ardından yapılan söyleşiye, filmin oyuncusu Karoly Hajduk ve senaristlerinden Klara Muhi katıldı. Károly Hajduk: “Çok keyif aldım bu süreçten, gerçekten zordu. Çünkü beş yaşından yetmiş yaşına, bir insanın duygularını yansıtmak zorundaydım. Doğrusu ben de nereden buldum bu duyguları bilemiyorum.” dedi.

İlk Büyük Rolümdü yazısına devam et

Omar ve Biz, Türkiye’deki İlk Gösterimini Antalya’da Yaptı

Omar ve Biz, Türkiye’deki ilk gösterimini 56. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Yönetmenliğini Maryna Gorbach Er ve Mehmet Bahadır Er’in yaptığı filmin gösteriminin ardından film yönetmenleri, filmin oyuncuları Cem Bender, Taj Sher Yakub, Uygar Tamer, Ushan Çakır, Tümur Ölkebaş ile filmin görüntü yönetmeni Aydın Sarıoğlu’nun katılımıyla söyleşi gerçekleşti. Film ekibine soruların sorulduğu etkinliğin moderatörlüğünü ise Muammer Brav üstlendi.

Omar ve Biz, Türkiye’deki İlk Gösterimini Antalya’da Yaptı yazısına devam et

Kanlı Havuz Serisi Geliyor

Türk korku sinemasına yeni bir soluk getirmeyi hedefleyen korku serisi Kanlı Havuz’un ilk filmi Kanlı Havuz: Lanet Başlıyor için hazırlıklar başladı. “Gerçek Olay, Gerçekten Öte Bir Film” sloganıyla yola çıkan filmin başrollerinde Okan Kılıç, Sercan Elikara, Ceyda Nur Sınmaz ve Selin Selçuk yer alacak. Okuma provaları başlayan filmin çekimleri Kasım ayı içerisinde İstanbul’da gerçekleştirilecek. Mert Güner ve Okan Kılıç’ın yöneteceği Kanlı Havuz: Lanet Başlıyor’un görüntü yönetmenliğini ise Cihan Kahraman yapacak. Teaser afişi geçtiğimiz günlerde paylaşılan Kanlı Havuz: Lanet Başlıyor filminin 2020 yılı başında vizyona girmesi planlanıyor.

Parazitler

Bong Joon-Ho’nun Amerikan sermayesiyle çektiği iki filmin ardından memleketine dönüş yaptığı Altın Palmiye ödüllü son filmi ‘Parazit / Gisaengchung’ sıcağı sıcağına bizde de gösterime girdi. Koreli sinemacının türler arasında ustaca sörf yapan yapıtları sistem eleştirisine, çağdaş kapitalizmin ahlak ve etik değerlerin altını oyması üzerinedir. Güney Kore’nin hızla yükselen ekonomik refah ortamında sınıf ilişkileri üzerine çarpıcı bir gözlem sunuyor ‘Parazit’.

Joon-Ho’ya özgü tipik açılış sahnesinde boş bir kuş kafesinin üzerine iliştirilmiş çorapların görüntüsünü izliyoruz önce. Yoksul bir mahallenin bodrum katındayız. Hamamböceklerinin cirit attığı, izbe kenar mahalleyi sokakla aynı seviyedeki küçük pencereden görebilen bir yeraltı dünyasıdır burası. Camın kenarındaki duvara mahallenin iflah olmaz sarhoşunun işediği bodrum katının sakinleridir Kim ailesi. Yüksek öğrenim şansını zorlayan iki yetişkin çocuklarıyla birlikte, çekirdek ailenin tümü işsizdir. Yerel bir pizza firmasının karton kutularını hazırlayarak karınlarını doyurmaya çalışırlar.

Evin oğlunun yurt dışına giden yakın arkadaşından devraldığı zengin evinde İngilizce öğretmenliği işi sayesinde ailenin kaderi değişir. Ultra varlıklı Park ailesinin malikanesinde farklı bir dünya ile tanışan genç adamın ardından, ailenin ailenin diğer fertleri türlü oyunlar ve kandırmacalarla hep birlikte hizmetli olarak eve sızmayı başarırlar. Ancak Kim ailesinin görmüş geçirmiş babasının dediği gibi ‘hayat, planları her zaman bozacaktır’. Sınıfsal ayrılıklar kolay aşılacak gibi değildir. Mizah da fazla uzun sürmeyecektir. Kim ailesinin dümenini kendi sınıflarından evin eski hizmetlisi fark edecek ve işler karışacaktır. Steril görünüm altında gizlenenler, yeraltına gizlenmiş olanlar günışığına çıktığında hesaplaşma başlayacaktır.

‘Parazit’ bir takım çağdaş göndermelerle Güney Kore’de geçmesine karşın sınıf ilişkileri üzerine evrensel bir hikâye. İlk bakışta zengin evine sızan Kim ailesini ‘parazit’ olarak düşünebiliriz. Ancak ileri düzeyde refahın tembelliği ve ataletiyle günlük yaşamı sürdürmede yanlarında çalışanlara muhtaç hale gelmiş varlıklı Park ailesinin fertlerini de ‘parazit’ olarak tanımlamak mümkün. Joon-Ho gençlik yıllarında bir süreliğine bir zengin evinin kızına İngilizce öğrettiğini ve bu döneminden onda kalanların filme yansıdığını belirtiyor kapsamlı söyleşisinde. Filmin ortaya çıkış sürecini anlatırken, yönetmenin ‘içime girmiş bir parazit gibiydi, uzun yıllar onu dışarıya çıkaracağım günü bekledim’ ifadesini de unutmadan not edelim.

Tüm bu referansların ışığı altında kendine özgü dünyasını kuruyor yönetmen. Evrensel sınıf ilişkileri sorununu deşerken mizahı elden bırakmıyor. Açıkgöz Kim ailesi belgede sahtecilikte veya rol kesmede ne denli maharetli olurlarsa olsunlar, üstlerine sinmiş yoksulluk kokusu benzeri saklayamadıkları şeyler vardır. Toplumdan kopuk tepedeki cennetlerinde yaşayan Park ailesi ise olan biteni kavrayamayacak denli korunmasız haldedir. Yönetmenin belki de en büyük erdemi, kişilerini kesin çizgilerle iyi ya da kötü olarak konumlandırmaması. Karakterlerin her adımı ihtiyaçtan, yoksunluktan kaynaklanıyor.

Bong Joon-Ho’nun türler arasında ustaca sörf yapan ilginç bir sineması var. Mizahi tonun gerilime, giderek bir korku filmine dönüştüğü yapım sürpriz şoklarıyla seyirciyi sarsıyor. Film için hazırlanmış zengin ve yoksul evlerinin tasarımı mükemmel. Cam ve metalden yapılmış zengin evinin merdivenleri, soğuk derinliği, koridor ve sığınak ayrıntıları yönetmenin kadraj tercihlerine uygun olarak düşünülmüş, hiçbir şey şansa bırakılmamış. Bu açıdan ‘Parazit’ çok iyi tasarlanmış, türden türe atlarken odak noktasını kaybetmeyen, yönetmen Bong Joon-Ho’nun fantastik evrenine özgü çizgi dışı bir yapım. Metaforları güzel kullanıyor. Ancak, sınıf meselesine yaklaşırken bazen didaktik kalabiliyor. Bir de Amerikan serüveninden alışkanlık olsa gerek, iki yoksul ailenin karşılaşması sürecinde popüler Amerikan sinemasına fazlaca göz kırpıyor. Ben kendi adıma, yine yakınlarda izlediğimiz ve bir başyapıt olarak kabul ettiğim bir diğer Güney Kore yapımı olan, yine sınıf ilişkileri üzerine Murakami uyarlaması Lee Chang-Dong imzalı ‘Burning’in (bizde ‘Şüphe’ adıyla gösterildi) şiirsel fantastik yaratıcılığını çok daha fazla sevdiğimi ifade etmeliyim.

(05 Kasım 2019)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com