Göçmen Kuşlar

Geçen hafta sonunda sessiz sedasız vizyona giren ‘Göç Mevsimi / Birds of Passage – Pájaros de Verano’ hakkında yazmakta biraz geciktim. Ancak siz siz olun, çok az salonda ve seansta gösterimi süren bu ilgiye değer yapımı izlemeye çalışın. Ciro Guerra ve Cristina Gallego imzalı Kolombiya yapımı film, geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’ninde dünya prömiyerini yapmış ve ilgiyle karşılanmıştı. Üç yıl önce İstanbul Film Festivali programında yer almış ‘Yılanın Kucağında / El Abrazo de la Serpiente’yi izlemiş olan sıkı sinefiller, yönetmen Guerra’nın adını duyunca dikkat kesilmiştir zaten.

Amazon topraklarında kutsal bir şifa bitkisinin izini süren iki bilim insanının öyküsünden yola çıkarak sömürgeciliğin, insanlığın ve Amazon halkının tarihi üzerinde yarattığı derin tahribat üzerine, siyah-beyaz görselliği ve şiirsel sinema diliyle ağıt yakan benzersiz bir denemeydi ‘Yılanın Kucağında’. Yerel kültürleri yerle yeksan eden beyaz adamın günahlarını tavizsiz bir sinemayla aktaran bu filmin dünya çapında büyük ilgi görmesi ve Oscar adayı olması, çok daha maliyetli ‘Göç Mevsimi’ projesinin hayata geçmesini sağlamış.

Gerçek olaylardan esinlenen film, Kuzey Kolombiya’nın Karayip Denizi’nin çevrelediği yarımada üzerinde yer alan Guajira’da geçiyor. İngilizler, İspanyollar, daha sonra modern ulus – devletin kültürel hegemonyası karşısında kendi dil ve geleneklerine sahip çıkmış bölgenin yerlisi Wayuu’ların hikâyesinden yola çıkmış. Beş ayrı bölümden (ya da ‘şarkı’dan) oluşan yapım, 60’lı yılların sonlarından 80’lerin ilk yıllarına kadar geçen süre zarfında, ruhaniliğin ön planda olduğu topluluğun uyuşturucu ticareti ve modern dünya ile ilişkilerle imtihanı üzerine kurulmuş.

Kolombiya halkının uyuşturucu üreticiliğine geçişinin Escobar’dan önceki yıllarını anlatan çalışma, bu acı sınavın kutsallık üzerine inşa edilmiş bir yaşam biçimini nasıl yerle bir ettiğini anlatıyor. Amazonlu Şaman ve ait olduğu kültürün yok oluşuyla benzerlik taşıyan bu çağdaş öykü, klasik Yunan tragedyalarını anımsatır biçimde, gözleri görmeyen yerel bir müzisyenin ağıdıyla naklediliyor. ‘Vahşi ot bir kurtarıcı gibi gelmiş ve çekirge gibi tahrip etmiştir herşeyi’.

Ruhaniliğin ön planda olduğu ve anaerkil bir toplum yapısının hüküm sürdüğü Wayuu kabilesinden bir kutlama ile başlıyor film. Çöllük arazide yaşayan varlıklı Pushaina ailesinin reisi Úrsula’nın kızı Zaida’nın kadınlığa geçiş seremonisiyle. Aile kurma ümidiyle bu köklü aileden kız almak isteyen Raphayet, annenin talep ettiği yüklü miktardaki başlık parası için uyuşturucu ticaretine atılıyor. Bölgeye anti-komünist propaganda amacıyla konuşlanmış Amerikan Barış Gönüllülerinin marijuana talebiyle tetikleniyor herşey. Giderek işler büyüyor. Ani gelen zenginlik eski geleneklerin, kadim inanışların altını yavaş yavaş oymaya başlarken, açgözlülük ve kibir şiddeti besliyor ve kardeş topluluklar arasında kıyasıya bir savaş başlıyor.

‘Göç Mevsimi’ için Kolombiya fonunda ‘Baba / Godfather’ yakıştırması yapanlar olmuş. Ancak filmin olan bitene yaklaşımı son derece farklı. Güçlü kadın karakterlerin ön planda olduğu ve yönetmenlik koltuğunu bir kadın sinemacının paylaştığı yapım, aile ve kültürel değerlerin yozlaşması üzerine kurulmuş. Olay örgüsü ve dramatik gelişmeler, belgesel verilerle organik bir bağlantı içinde sunulmuş. Folklorik boyut ana akım sinemanın klişelerine kurban edilmemiş.

Filmin özgün adı dilimizde ‘Göçmen Kuşlar’ anlamına geliyor. Kuş motifi baştan sona kullanılmış. Filmi açan kadınlığa geçiş seremonisinde, Zaida’nın dansı kuş hareketlerini çağrıştırıyor. Wayuu’lar kuşlara batıl anlamlar yüklüyor. Bu uçan yaratıklar, kimi zaman şeytan ya da felâket habercisi, kimi zaman kadim bir ruh olarak anlamlandırılıyor. Uyuşturucu ticareti yapanlar için ‘göçmen kuşlar’ tabiri kullanılıyor.

Yönetmen Guerra ‘daha önce hayal bile edemedikleri bir zenginliğe kavuştukları bu yılları, bir büyük şölen olarak görmüştü bu halk’ yorumunu yapıyor olan biten hakkında. ‘Göç Mevsimi’ ekonomik açıdan baş döndürücü bir yükselişe eşlik eden kültürel ve ahlâki çöküşün, derin bir yozlaşmanın hikâyesi. Vahşi kapitalizmin akıl çelici nimetlerinin gözlerini kamaştırdığı, yüreklerini kararttığı bir toplumun; ölülerinin kehanetlerine kulak vermemiş, gücendirilmiş ruhların artık onları korumadığı insanların trajik öyküsü.

(22 Şubat 2019)

Ferhan Baran

[email protected]