71. Cannes Film Festivali’nin seçkin filmleri peşpeşe gösterime giriyor. Son şenliğin Altın Palmiye ödüllü yapımı ‘Arakçılar / Manbiki Kazoku’, 90’lı yıllarda ‘Maborosi’ ile başlayan uzun metraj kariyerini ilgiyle takip ettiğimiz Japon sinemasının yaşayan ustalarından Hirokazu Kore-eda’nın son dönemindeki sevilen tarzını yansıtan dokunaklı bir aile dramı.
Filmin kahramanları, Tokyo varoşlarında küçücük evlerinde yaşayan bir ailenin bireyleri. Ufacık ve çerçöp eşya ile tıklım tıklım yuvalarında yaşam mücadelesi veren Shibata ailesinde, yaşlılık maaşı alan büyükkanne dışında, geçici küçük işlerde çalışarak eve katkı sağlıyor her bir birey. Beş kişilik ailenin doyması için bu yetmiyor kuşkusuz. Ekonomik krizle sarsılan günümüz Japonya’sına inat dükkanlardan yiyecek çalmak suretiyle yaşamlarını sürdürüyor aile. Ebeveynlerinden şiddet görmüş, soğuk havada titreyen küçük bir kız çocuğu karşılarına çıktığında onu da ailelerine kabul etmekte tereddüt etmiyorlar. Aile büyüyor ancak yasalar ve yetkililer peşlerini bırakmıyor.
‘Arakçılar’ın özgün hikâyesi Kore-eda’ya ait. 2004 yapımı ‘Kimse Farketmiyor’ ile ailelerinin ilgisiz kaldığı durumda birbirlerine destek olan çocukların dünyasına giriş yapan Kore-eda, aile bağı temasını 2013’de çektiği ve satın alındığı halde ne yazık ki sinemalarda gösterilemeyen ‘Benim Babam, Benim Oğlum’ ve 2015 yapımı ‘Küçük Kız Kardeşim’ ile sürdürdü.
Bir söyleşisinde, çağın getirdikleriyle geleneksel aile yapısının büyük ölçüde değişime uğradığını dile getiren sinemacı, sevgi ve özveriyle örülmüş aile bağlarının geçmişte kaldığını ifade ediyor. Kendi kurguladığı hikâyesinde, devletin sosyal politikalarını eleştirme niyetinde olmadığını, hali hazır durumda aile bireylerinin nasıl kenetlenebileceği üzerinde bir tartışma açmak istediğini belirtiyor. Fakir ve sınırlarda yaşayan bir aile örneğini seçerken, yoksulluğun dramını eşelemek değil derdi. Toplumda geride kalmış, görünmeyenin fark edilmesi için uğraşıyor yıllardır.
Bunu yaparken aile kavramını tartışmaya açıyor. Ailenin temeli kan bağı mıdır, yoksa ailemizi kendimiz mi seçeriz? Anne çocuğu dünyaya getiren mi, yoksa yaralarına merhem olan, Şubat soğuğunda onu koynuna alıp sarmalayan mıdır? Brecht’in ‘Kafkas Tebeşir Dairesi’nde ya da Cengiz uyarlaması ünlü klasiğimiz ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ın finalinde vurgulandığı gibi ‘sevgi emek değil midir’? Buradan yola çıkarak aile ‘emek’ ile inşa edilmez mi?
İşte bu soruları her bir izleyicisine sordurmak için yola çıkmış Kore-eda. Yönetmen önceki filmlerinden aşina olduğumuz klasik estetiğini sürdürürken, efsanevi Ozu’nun mirasçısı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Film plaj sekansında doruğa çıkıyor. Büyükannenin denize giren aile bireylerini seyrederken dudaklarından dökülen ‘teşekkürler hayat’ ifadesi ile sarsılıyoruz.
Kore-eda’nın gözde oyuncularının da yer aldığı filmini, Ryûto Kondô’nun uzun sekansları kadar etkileyici yakın planları süslüyor. Besteci Huruomi Hasono’nun minimalist dokunuşları bu şefkatli bakışa eşlik ediyor. Aile kavramı üzerine yeniden kafa yormak ve klişe kaçacak belki ama sıcacık bir film izlemek istiyorsanız ‘Arakçılar’ı kaçırmayın.
(17 Ocak 2019)
Ferhan Baran