Gösterimdeki filmlerin 27 Ekim – 02 Kasım 2017 seansları için tıklayınız: 1 / 2 (Listeler eksiksiz değildir, bu salonlar ve seanslar dışında da gösterimler olabilir. Listeden alıntı veya kopyalama yapıldığında kaynak olarak Haftalık Antrakt Sinema Gazetesi‘nin gösterilmesi rica olunur.)
Günlük arşivler: 26 Ekim 2017
Tüm Dünya İçin Tokat Gibi Bir Film: Misafir
54. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin resmi seçkisinde yer alan Misafir filminin yönetmeni Andaç Haznedaroğlu, başrol oyuncusu Saba Mubarak ve Yeşim Ceren Bozoğlu, Antalyalı sinemaseverlerle buluştu. 3,5 yıl mültecilerle yaşadığını belirten Haznedaroğlu, “Filmde yaşanan her şeye şahit oldum. 1 yıl boyunca benim kim olduğumu bilmiyorlardı. Rol teklif ettiğimde şaşırdılar. Gördüğünüz her şey gerçek ve maalesef bu bir insanlık dramı.” diye konuştu.
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Tüm Dünya İçin Tokat Gibi Bir Film: Misafir yazısına devam et
Atçalı Kel Mehmet
Çilingir Sofrası (Sadi Bey’in Facebook Günlükleri):
Filmden önce reklâmlar başladı, “Nirvana ef serisi çıktı” gibi bir lâf geçince “Acaba 40 yıllık fe harfimizin söylenişi mi değişti” diye tereddüde düştüm fakat sonra reklâma hak verdim. Meğer bendeniz Midtown AVM.ye gelmişim, fast food bölümünde Coca Cola eşliğinde bir pizza yemişim, Cinemaximum’da “The Dark Tower” filmine girmiş, ice tea eşliğinde pop corn atıştırmaya başlamışım. (06 Ağustos 2017)
Magnum mini dondurma yapmış; 6’sı bir arada satıldığından çaktırmadan maksi dondurma almış oluyoruz. Hadi onu fark etmedik, yaladık diyelim de paketlerin üzerinde “Tek başına satılamaz” ibaresini görünce kayınbiraderimle bir tezgâh kurup dondurmaları ikimiz birlikte satmaya karar verdik. Ancak, “Tek başına satılamaz” yasağını ihlâl etmiş olur muyuz, olmaz mıyız ona henüz karar veremedik. (08 Ağustos 2017)
Bir habere göre Marmaris’de ünlü markaların taklitlerini üreten esnaf, kendilerini denetlemeye gelen Avukatları protesto etmek için yolu kapamışlar. Senaristlerimizin gözü aydın olsun, bu haberden sonra artık ne yazsalar yeridir. (10 Ağustos 2017)
Sanıyorum filmin adı “Kısa Tesadüfler” (Brief Encounter) idi. Oradan aldığım ilhamla yazayım; bazen küçük tesadüfler insanı mutlu mutlu gülümsetiyor. 7. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nin son gelen bülteninde açıklanan tüm jüri üyelerinin adlarını alfabetik olarak sıraladığınızda, “Faysal Soysal, Feride Çiçekoğlu, Funda Eryiğit” şeklinde olduğu gibi. Keza Trabzon Uluslararası Film Festivali’nin açıklanan Uzun Metraj Yarışma Filmlerini alfabetik olarak sıraladığınızda “Bulutların Ardında / Bütün Saadetler Mümkündür” şeklinde olduğu gibi. Bir sinemasever olarak siz de bu küçük tesadüflere mutlu mutlu gülümsediniz. Haklıyım değil mi? (10 Ağustos 2017)
Beyoğlu Belediyesi’nin Taksim’de “Beyoğlu Festivali” adıyla düzenlediği ancak “Beyoğlu Panayırı” havasındaki etkinlikte önce YESEV – Yeşilçam Sinema Emekçileri Vakfı stant (*) açtı. Yeşilçam’ın bir avuç kalmış emekçisi sinemaseverlerin karşısına çıktı, hem sanatçılar, hem hayranları sevindi. Birkaç gün sonra da bu sefer FİLM-SAN – Film Sanayii ve Tüm Sanatçılar Güçlendirme Vakfı stant açtı. Sinema kurumları bu panayırda tek bir stant açsaydılar da bu bölünme görüntüsü verilmeseydi daha iyi olurdu gibime geliyor. Hatırlarsınız, geçen hafta içinde Uluslararası Antalya Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nı kaldırması üzerine sinema kurumlarının birlikte hareket etmeleri takdir toplamıştı. Sonradan tarihi vasfa haiz bir tanesinin bu birlikteliği çatlatmasını mecburen görmezden geliyoruz; tarihi vasfına hürmetimiz var çünkü.
(*) Tereddüt edince Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktım, bu ilginç kelime tek başınayken “stant”, sonuna ek geldiğinde “standı” olarak yazılıyormuş. (10 Ağustos 2017)
“Sevimli Emojiler” (The Mojicons), 11 Ağustos’ta vizyona girdi; 08 Eylül’de de “Emoji Filmi” (The Emoji Movie) gösterime girecek. Bu filmlerin, diğerinin rüzgârından nemalanmak amacıyla yakın tarihlerde vizyona girdiği/gireceği görülüyor. Hangisi olduğunu yazmayayım, zaten anlaşılıyor. “Ah Yeşilçam, vah Yeşilçam” diyerek övgü yağdırdığımız ve geçmişini özlemle andığımız sinemamız da bu konuda masum değildir. Aklıma ilk gelen örnek -ki bunu sık sık hatırlatırım-, Kemal Sunal’ın başrolünde oynadığı 1978 yılı yapımı “Kibar Feyzo”nun ilgi görmesi üzerine yine Kemal Sunal’ın oynadığı 1974 yılı yapımı “Salako”nun “Kibar Feyzo”nun ardından Anadolu’da “Nazik Zülfo” adıyla yeniden gösterime sokulmasıdır. Daha yakın tarihe gelirsek mecburen “Recep İvedik”ten bahsedeceğiz. Recep üne kavuşunca Yeşilçam sokağında “ünsüz ünlü” olarak bilinen Recep Bülbülses’i başrolde oynattılar ve “Recep İbibik” adında bir film çektiler. Bildiğim kadarıyla bu film sinemalarda gösterilmedi, sadece DVD.si çıktı. Dediydi dersiniz, şu anda gösterimde olan “Cumali Ceber”in de rüzgârından faydalanmak isteyen “Cumali Ceberme” veya “Cumali Becer” adlarında filmler yapılabilir. Belki yapımına başlanmıştır bile. (11 Ağustos 2017)
Web sitesi kendisini “Türkiye’nin en büyük sinema sitesi” şeklinde tanımlayarak bir bülten göndermiş. Sinemayla ilgili olduğu için doğal olarak yayınladık. Ancak web sitesinin toplu gönderim listesinde başka sinema siteleri de olduğu akla geldiğinde bu tanımlama “Türkiye’nin en büyük sinema sitelerinden” şeklinde yapılsaydı daha uygun olurdu diye düşündük. (12 Ağustos 2017)
“Atçalı Kel Mehmet”in yeni çevriminde başrolü sırma saçlı Gökhan Keser’e vermişler. Atçalı Kel Mehmet filmi seyretse muhtemelen kendisini tanıyamayacak, çünkü fragmanından anlaşıldığına göre film Atçalı’nın gençlik yıllarını anlatıyor. Sinemamızın ilk Atçalı Kel Mehmet’i Fikret Hakan da sırma saçlıydı mekânı cennet olsun. (15 Ağustos 2017)
(02 Kasım 2017)
Sadi Çilingir
Umudun Öteki Yüzü
Aki Kaurismaki’nin yönettiği ve Sherwan Haji, Sakari Kuosmanen, Janne Hyytiäinen ile Ilkka Koivula’nın oynadığı Umudun Öteki Yüzü (Toivon Tuolla Puolen – The Other Side Of Hope), 10 Kasım 2017’de Başka Sinema dağıtımıyla Filmartı Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Bir tarafta Helsinki’de yaşayan suratsız ve soğuk bir adam olan Wickström, diğer tarafta ise Halep’ten kaçarak kız kardeşi ile yollara düşen Suriyeli bir göçmen, Khaled. Bu uzun ve çileli yolculukta kız kardeşi kaybolan Khaled bir geminin kazan dairesinde Helsinki’ye varır ancak göçmenlik bürosu, Halep’te bir sorun olmadığını, o yüzden ülkeye geri dönmesi gerektiğini söyler.
Michel Franco: Yaşlanma Korkusu, En Büyük Takıntım
54. Uluslararası Antalya Film Festivali’nin resmi seçkisinde yer alan, April’s Daughter filminin dünyaca ünlü Meksikalı yönetmeni Michel Franco, Antalyalı sinemaseverlerle buluştu. Yönetmenliğe, çektiği filmlere ve hayata dair açıklamalarda bulunan Franco “Yaşlanma korkusu, en büyük takıntım.” dedi. Kariyeri için yaptığı planlar sorusuna “Önümüzdeki yıllarda, farklı filmler yapamayacağım ama farklı ülkelerde ilginç filmler çekmek istiyorum.” şeklinde cevap verdi.
- Basın Bülteni
- Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Michel Franco: Yaşlanma Korkusu, En Büyük Takıntım yazısına devam et
54. Ulusal Yarışma’da Blue Gösterildi
54. Ulusal Yarışma’da sona çok yaklaşıldı. Bu akşam yapılacak kapanış töreniyle ödüller sahiplerini buluyor. 54. Ulusal Yarışma’da 25 Ekim Çarşamba günü Blue gösterildi. Yapılan söyleşide yönetmen Sertan Ünver ve yapımcı Suzan Güverte yapım sürecinde nasıl bir arşiv taraması yaptıklarını anlattılar; özellikle Kerim Çaplı’ya ait kayıtlara ve belgelere ulaşmakta yaşadıkları çeşitli zorluklardan bahsettiler. Gösterimler bugün Benim Varoş Hikayem belgeseliyle son buluyor.
- Basın Bülteni
- Geniş bilgi için tıklayınız: Blue / Benim Varoş Hikayem
- Yarışma hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Tereddüt’e Almanya’dan En İyi Film Ödülü
Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi Tereddüt şimdi de, 25. Mannheim Türk Filmleri Festivali’nde En İyi Film seçildi. Festival jüri kararında ise şunlar söylendi: “Yönetmen ve aynı zamanda da senarist olan Yeşim Ustaoğlu, geleneksel ve modern Türkiye’yi temsil eden, birbirlerinden bir hayli farklı iki kadının cinsel açıdan nasıl baskı altına alındığını ortaya koyabilmeyi ve böylelikle de erkek-agresif ve tatmin edilmemiş kadın cinselliğine bir kadın bakış açısı getirebilmeyi ikna edici bir şekilde başarmıştır. Bu iç çatışmaları baskılamanın ne kadar ağır sonuçları olduğunu etkileyici bir şekilde gözler önüne seriyor ve kadınları çok daha güçlü yapan çeşitli çözümler bulmaya cesaretlendiriyor.”
- Basın Bülteni
- Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
Hepimiz Birer Sürü Hayvanıyız
Son dönemin öne çıkan sinemacılarından Ruben Östlund, 70. Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödüllü filmi ‘Kare / The Square’ ile çağdaş Batılının ahlâki çıkmazlarını kurcalamaya devam ediyor. Beklenmedik olaylar karşısında bireylerin davranışlarını mercek altına almayı seviyor İsveçli sinemacı. Bir hayli ses getirmiş ve ülkemizde ‘Turist’ adıyla gösterilmiş bir önceki çalışması ‘Force Majeur’, aniden beliren çığ tehlikesi karşısında çekirdek aile bireylerinin davranışları üzerine hınzır bir deneysel incelemedir. Panik esnasında çocuklarına sımsıkı sarılan anne, ortalık yatıştığında ailenin reisi konumundaki babanın (cep telefonu ve eldivenlerini de alarak) olay yerinden hızla uzaklaştığını fark etmesiyle kocasına olan güvenini yitirir. Bundan sonrası hayatta kalma güdüsü ağır basmış adamın evrensel erkeklik kodlarıyla, kahramanını yitiren kadının savunmasızlığıyla yüzleşme sürecidir.
Sosyolog annesinden aldığı mirasla davranışsal deneylerin peşine düşen Östlund, üç yıl önce bir enstalasyon olarak sergilediği ‘Kare’ projesini beyazperdeye taşırken, çekirdek ailenin sınırlarını aşarak çok yönlü bir toplumsal araştırmaya soyunmuş bu kez. Prestijli X- Royal sanat müzesinin dış avlusunda sergilenen ‘içinde herkesin eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğu, güven ve yardımseverliğin tapınağı’ olarak tanıtılan kare biçimindeki enstalasyon, temel sosyal sözleşmenin simgesidir. Müzenin saygıdeğer baş küratörü Christian (dilimizde Hristiyan anlamına gelen ismine dikkat) yeni serginin hazırlıkları ile uğraşırken, yönetmenin olmazsa olmazı ‘beklenmedik gelişmeler’, yakışıklı, iyi eğitimli kendinden emin genç adamın vicdani hesaplaşmasını gündeme getirecektir.
Yoğun bir koşturmacanın ortasında önce yankesiciler tarafından çarpılır Christian. Müşkül durumdaki bir kadına yardım etmek isterken cep telefonu, cüzdanı ve dede yadigarı kol düğmeleri çalınır. Sokaktaki kavganın düzmece bir olay olduğunu anladığında öfkelenir, intikam almak ister. Telefonun izini sürerken GPS uygulaması onu çoğunlukla göçmen ailelerin oturduğu merkezden uzak mahalleye götürür. Adresteki binada bulunan tüm dairelerin kapısına birer tehdit mesajı bırakarak, eşyalarının merkez istasyondaki markete teslim edilmesini buyuran kibirli adam, binada oturan ve ailesi tarafından haksız yere suçlanan 12-13 yaşlarındaki çocuğun öfkeli isyanı ile bocalar önce. Sergiye gündem yaratacak sunum peşindeki PR firmasından iki gencin marifeti ‘karenin içindeki dilenci küçük kızın bombayla havaya uçurulduğu kışkırtıcı tanıtım filmi’ ise başını iyice derde sokacaktır.
Bir önceki filminde tekil bir olaydan hareketle çekirdek aile tablosunu otopsiye yatırmış olan Östlund ‘Kare’ ile birden fazla temayı devreye sokuyor. Birbirlerinden farkı olmayan çağdaş sanat müzelerini eleştiriyor. Onları çok para eden sanat eserleri toplamakla yetinen, dışarıdaki dünya ile ilgili olmayan kurumlar olarak teşhir ediyor. Kişinin rutindeki çatlaklardan yola çıkarak hayatını sorgulaması ile ilgilendiğinin altına çiziyor. Ana karakterinin hayatını değiştiren olaylar, Hristiyan ahlâkını otopsi altına yatırma fırsatı veriyor sinemacıya. Günümüzde tüm yaratıcı yönetmenlerin ana meselesi haline gelmiş göçmen sorununun Batı toplumlarını nasıl etkilediği üzerine kafa yoruyor. ‘Kare’nin simgeleştirdiği sevgi, güven ve dayanışmanın yerini daha çok kazanç hırsının yer almasından dem vurarak kapitalizm eleştirisini gündeme getirirken, Christian’ın ağzından ‘varlığın eşit dağıtım sorununu biz çözemeyiz, dünyadaki kapitalizm böyle’ sözleri dökülüyor.
Çok katmanlı filminde politik doğruculuğun, yaratıcı özgürlüğünün sınırlarını tartışıyor. Christian’ın Amerikalı gazeteci ile tek gecelik seks ilişkisini yine beklenmedik bir tartışmayla noktalarken, çağdaş kadın-erkek ilişkisindeki karşılıklı güvensizliğin hınzır komedisini filmine yerleştirmeyi ihmal etmiyor. Ancak filmin asıl sürprizi, konuklarının büyük çoğunluğu sanat çevresinin gerçek aktörlerinden oluşan smokinli gala yemeği sekansı. ‘Maymunlar Cehennemi’ serisinde oyuncu antrenörü olarak da görev almış performans sanatçısı Terry Notary’nin davetli konukları terörize ettiği, üç günde çekildiği belirtilen ve filmin afişinde yer alan bölüm bu. Maymun gibi hareket eden sanatçının bir kadın davetliye fiziksel tacizi karşısında diğerlerinin uzunca bir süre sessiz kalmaları üzerinden psikolojideki ünlü ‘seyirci etkisi’ni (bystander effect) gündeme getiren Östlund, bunu ‘hepimiz birer sürü hayvanıyız, herhangi bir tehdit karşısında tüm bireyciliğimizle kendimizi dışarıda tutmaya yöneliyoruz’ sözleriyle ifade ediyor.
Östlund filminin festivalde ana yarışmada gösterilmesini en başından arzu etmiş. Cannes galalarının (zorunlu) smokin giyen izleyicisinin kendileriyle aynı kostümü taşıyan sanat camiasından seçkin konukların başına gelenlerden nasıl etkileneceklerini hınzırca değerlendirmek istemiş. Pedro Almodóvar başkanlığındaki jüri de bundan hayli etkilenmiş olacak ki, büyük ödülü ‘Kare’ye vermekte tereddüt etmemiş. Östlund’un 140 dakika uzunluğundaki absürd denemesi, izleyeni güldürdüğü kadar rahatsız da eden filmlerden. Güvensizlik ve korkunun dağları beklediği çağdaş Batı toplumlarında ahlaki ve vicdani sorumlulukları tartışmaya açarken, İsveç özelinde refahın ardındaki çürümeye dikkat çekiyor.
(02 Kasım 2017)
Ferhan Baran