Hepimiz Birer Sürü Hayvanıyız

Son dönemin öne çıkan sinemacılarından Ruben Östlund, 70. Cannes Film Festivali’nden Altın Palmiye ödüllü filmi ‘Kare / The Square’ ile çağdaş Batılının ahlâki çıkmazlarını kurcalamaya devam ediyor. Beklenmedik olaylar karşısında bireylerin davranışlarını mercek altına almayı seviyor İsveçli sinemacı. Bir hayli ses getirmiş ve ülkemizde ‘Turist’ adıyla gösterilmiş bir önceki çalışması ‘Force Majeur’, aniden beliren çığ tehlikesi karşısında çekirdek aile bireylerinin davranışları üzerine hınzır bir deneysel incelemedir. Panik esnasında çocuklarına sımsıkı sarılan anne, ortalık yatıştığında ailenin reisi konumundaki babanın (cep telefonu ve eldivenlerini de alarak) olay yerinden hızla uzaklaştığını fark etmesiyle kocasına olan güvenini yitirir. Bundan sonrası hayatta kalma güdüsü ağır basmış adamın evrensel erkeklik kodlarıyla, kahramanını yitiren kadının savunmasızlığıyla yüzleşme sürecidir.

Sosyolog annesinden aldığı mirasla davranışsal deneylerin peşine düşen Östlund, üç yıl önce bir enstalasyon olarak sergilediği ‘Kare’ projesini beyazperdeye taşırken, çekirdek ailenin sınırlarını aşarak çok yönlü bir toplumsal araştırmaya soyunmuş bu kez. Prestijli X- Royal sanat müzesinin dış avlusunda sergilenen ‘içinde herkesin eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğu, güven ve yardımseverliğin tapınağı’ olarak tanıtılan kare biçimindeki enstalasyon, temel sosyal sözleşmenin simgesidir. Müzenin saygıdeğer baş küratörü Christian (dilimizde Hristiyan anlamına gelen ismine dikkat) yeni serginin hazırlıkları ile uğraşırken, yönetmenin olmazsa olmazı ‘beklenmedik gelişmeler’, yakışıklı, iyi eğitimli kendinden emin genç adamın vicdani hesaplaşmasını gündeme getirecektir.

Yoğun bir koşturmacanın ortasında önce yankesiciler tarafından çarpılır Christian. Müşkül durumdaki bir kadına yardım etmek isterken cep telefonu, cüzdanı ve dede yadigarı kol düğmeleri çalınır. Sokaktaki kavganın düzmece bir olay olduğunu anladığında öfkelenir, intikam almak ister. Telefonun izini sürerken GPS uygulaması onu çoğunlukla göçmen ailelerin oturduğu merkezden uzak mahalleye götürür. Adresteki binada bulunan tüm dairelerin kapısına birer tehdit mesajı bırakarak, eşyalarının merkez istasyondaki markete teslim edilmesini buyuran kibirli adam, binada oturan ve ailesi tarafından haksız yere suçlanan 12-13 yaşlarındaki çocuğun öfkeli isyanı ile bocalar önce. Sergiye gündem yaratacak sunum peşindeki PR firmasından iki gencin marifeti ‘karenin içindeki dilenci küçük kızın bombayla havaya uçurulduğu kışkırtıcı tanıtım filmi’ ise başını iyice derde sokacaktır.

Bir önceki filminde tekil bir olaydan hareketle çekirdek aile tablosunu otopsiye yatırmış olan Östlund ‘Kare’ ile birden fazla temayı devreye sokuyor. Birbirlerinden farkı olmayan çağdaş sanat müzelerini eleştiriyor. Onları çok para eden sanat eserleri toplamakla yetinen, dışarıdaki dünya ile ilgili olmayan kurumlar olarak teşhir ediyor. Kişinin rutindeki çatlaklardan yola çıkarak hayatını sorgulaması ile ilgilendiğinin altına çiziyor. Ana karakterinin hayatını değiştiren olaylar, Hristiyan ahlâkını otopsi altına yatırma fırsatı veriyor sinemacıya. Günümüzde tüm yaratıcı yönetmenlerin ana meselesi haline gelmiş göçmen sorununun Batı toplumlarını nasıl etkilediği üzerine kafa yoruyor. ‘Kare’nin simgeleştirdiği sevgi, güven ve dayanışmanın yerini daha çok kazanç hırsının yer almasından dem vurarak kapitalizm eleştirisini gündeme getirirken, Christian’ın ağzından ‘varlığın eşit dağıtım sorununu biz çözemeyiz, dünyadaki kapitalizm böyle’ sözleri dökülüyor.

Çok katmanlı filminde politik doğruculuğun, yaratıcı özgürlüğünün sınırlarını tartışıyor. Christian’ın Amerikalı gazeteci ile tek gecelik seks ilişkisini yine beklenmedik bir tartışmayla noktalarken, çağdaş kadın-erkek ilişkisindeki karşılıklı güvensizliğin hınzır komedisini filmine yerleştirmeyi ihmal etmiyor. Ancak filmin asıl sürprizi, konuklarının büyük çoğunluğu sanat çevresinin gerçek aktörlerinden oluşan smokinli gala yemeği sekansı. ‘Maymunlar Cehennemi’ serisinde oyuncu antrenörü olarak da görev almış performans sanatçısı Terry Notary’nin davetli konukları terörize ettiği, üç günde çekildiği belirtilen ve filmin afişinde yer alan bölüm bu. Maymun gibi hareket eden sanatçının bir kadın davetliye fiziksel tacizi karşısında diğerlerinin uzunca bir süre sessiz kalmaları üzerinden psikolojideki ünlü ‘seyirci etkisi’ni (bystander effect) gündeme getiren Östlund, bunu ‘hepimiz birer sürü hayvanıyız, herhangi bir tehdit karşısında tüm bireyciliğimizle kendimizi dışarıda tutmaya yöneliyoruz’ sözleriyle ifade ediyor.

Östlund filminin festivalde ana yarışmada gösterilmesini en başından arzu etmiş. Cannes galalarının (zorunlu) smokin giyen izleyicisinin kendileriyle aynı kostümü taşıyan sanat camiasından seçkin konukların başına gelenlerden nasıl etkileneceklerini hınzırca değerlendirmek istemiş. Pedro Almodóvar başkanlığındaki jüri de bundan hayli etkilenmiş olacak ki, büyük ödülü ‘Kare’ye vermekte tereddüt etmemiş. Östlund’un 140 dakika uzunluğundaki absürd denemesi, izleyeni güldürdüğü kadar rahatsız da eden filmlerden. Güvensizlik ve korkunun dağları beklediği çağdaş Batı toplumlarında ahlaki ve vicdani sorumlulukları tartışmaya açarken, İsveç özelinde refahın ardındaki çürümeye dikkat çekiyor.

(02 Kasım 2017)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com