Ölüm, geri dönülmeyen bir yok oluştur. Bu, bütün canlılar için geçerli. Bunu kabul etmek, belki bütün canlılar için değil ama insanlar için en zor kabul edilebilir bir durum. Herkes, hepimiz ikinci bir dünya olduğuna, orada huzur, barış, mutluluk olduğuna inanırız. Büyük olasılıkla burada, bu dünyada yaşayamadığımız bütün güzellikleri oraya bırakmamızın temelinde yatan da bu duygu.
Üç çocuklu, geliri yerinde, mutlu ailede en küçük kız kaçırılarak öldürülünce her şey ama her şey tersine döner. Kendisini suçlayandan tutun da, yaşadığı umudunu taşıyanlara kadar. Kolay değildir böylesi bir sonuçla karşı karşıya olmak ve dik durabilmek.
Satranç oyunu gibi…
Sizi bilmem ama ben durabileceğimi sanmıyorum. Mackenzie Phillips, en küçük -tabii, bir o kadar da sevimli, akıllı, gelecek vaat eden- kızının trajik ölümünden sonra geçmişe dönük anılarında yaşadıklarını (filmin başında gördüklerimiz cidden güzel bir sürprizdir) anımsar. O ana kadar seyircinin ne olacağı konusunda bildiği pek bir şey yoktur aslında. Siz, satranç oyunundaymışçasına bir sonraki hamleyi düşünürken bambaşka bir şey çıkar karşınıza. Hayat (yani film) yeni hamleler için yeni düşünceler doğurmakla meşguldür artık. Akışa bırakmazsanız kendinizi çıkamazsınız işin içinden.
Kimin elini tutmak istersiniz?
İnançlı olup olmamak değil mesele… Bütün mesele inancınızın peşinden gitmektir. İnancınızla birlikte dik durmak, yorulmamak, bıkmadan usanmadan, hatta belki ölümcül kazalar geçirmek ve onları atlatmaktır. Sahi, onları yaşarken kim vardır yanınızda? Kimin elini tutmak istersiniz.
Geçenlerde tanrının erkek olmayabileceğini açıklayan birileri vardı gazetelere yansıyan haberlerde. Gerçekten de neden “erkek” olarak imgeleniyor hepimizin kafasında? Kadın olmasının bir sakıncası mı var? Yoksa alışılagelmiş, erkek egemen düşüncenin sonucunda belirlenmiş ama kırılması güç olduğu için kimsenin aksini iddia edemediği bir sonuç mu bu? Kilisenin duvarındaki vitrayda erkek olarak imgelenen tanrı gerçekte kadın olarak çıkınca Mack’in karşısına, ne diyeceğini bilememenin, elinin ayağının birbirine karışmasının o dayanılmaz ağırlığını siz de hissediyorsunuz oturduğunuz koltukta.
Görselliği çok güçlü bir film Baraka. Dili de zorlamıyor. Ama konusu itibariyle zorluyor izleyiciyi. Mesajı açık, bir beis yok. Doluya koyup aldıramadığınız, boşa koyup dolduramadığınız her inanç temelli konu için yeniden düşünmenize yol açacak. Tabii, çok yaygın bir düşünce ile… Ben yoksam, tanrı da yok. Ama ya varsa!
BARAKA -The Shack- yönetmen Stuart Hazeldine, oyuncular Sam Worthington, Octavia Spencer, Tim McGraw, Radha Mitchell, 7 Nisan’dan itibaren gösterimde…
(08 Nisan 2017)
Korkut Akın