Sevdam Gözlerinde Kaldı

Ahmet Yenilmez’in yönettiği ve Ahmet Yenilmez, Burak Alp Yenilmez, Hümeyra Çetin ile Mehmet Ali Tuncer’in oynadığı Sevdam Gözlerinde Kaldı, 02 Aralık 2016’da Chantier Films dağıtımıyla Yenilmez Sanat Merkezi tarafından vizyona çıkarıldı.
Mahir 1970’li yılların sonunda İstanbul Üniversitesi’nde ülkücü harekete yakın bir öğrencidir. Aynı bölümde eğitim gören Belgin’le birbirlerine ilgi duyarlar ve bir pastahanede buluşurlar. Fakat dönemin eylemleri arasında sevdaları uzun soluklu olamaz. Üzerine bir de 1980 ihtilali gelince tüm bağları kopar. Hayatta kalmak için Şeyh Edebali’nin dergahına sığınan Mahir’in günlerini saf ve yarım akıllı Zafer dolduracaktır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2

Sevdam Gözlerinde Kaldı yazısına devam et

İyi Vampirlerle Kötülerin Bitmeyen Savaşı

Karanlıklar Ülkesi: Kan Savaşları (Underworld: Blood Wars)
Yönetmen: Anna Foerster
Eser: Kyle Ward-Cory Goodman
Karakterler: Kevin Grevioux-Len Wiseman-Danny McBride
Senaryo: Cory Goodman
Müzik: Michael Wandmacher
Görüntü: Karl Walter Lindenlaub
Oyuncular: Kate Beckinsale (Selen), Theo James (David), Bradley James (Kötü Adam), Tobias Menzies (Marius),
Charles Dance (Thomas), Alicia Vela-Bailey (Lycan), Lara Pulver (Semira), Trent Garrett (Hibrit Michael),
Oliver Stark (Gregor), Clementine Nicholson (Lena),James Faulkner (Yaşlı Vampir), Peter Andersson (Vidar), Daisy Head (Alexia), Brian Caspe (Hajna), Dan Bradford (Kara Lycan)
Yapım: Lakeshore-Screen Gems (2016)

Anna Foerster’ın ilk yönetmenlik deneyimi olan “Karanlıklar Ülkesi: Kan Savaşları”, serinin de beşinci filmi. Aksiyonun ve kanın bol olduğu film meraklıları için.

İlk dört filmi görmeyenler için girişte geçmişten küçük anlar perdeden geçip giderken bellekleri de tazeliyor. Bu çizgi roman estetiğindeki fantastik aksiyon 2003’te Len Wiseman’ın “Underworld-Karanlıklar Ülkesi”yle başladı. 2006’daki “Underworld: Evolution-Karanlıklar Ülkesi: Evrim” filmini de Wiseman yönetmişti. Patrick Tatopoulos, 2009’da serinin üçüncü filmi “Underworld: Rise of the Lycans-Karanlıklar Ülkesi: Lycanların Yükselişi”ni yönetmişti. Dördüncü filmi “Underworld: Awakening-Karanlıklar Ülkesi: Uyanış”ı da 2012’de İsveçli Måns Mårlind ve Björn Stein ortak yönettiler.

Serinin beşinci filmi 2016 yapımı sinemaskop “Underworld: Blood Wars-Karanlıklar Ülkesi: Kan Savaşları”nı yöneten Anna Foerster, TRT’nin yayınladığı “Criminal Minds-Kriminal” zekâ yüklü polisiye dizisinin ilk bölümlerini çekmişti. 1971’de doğan Alman asıllı Amerikalı yönetmen, kameramanlık ve görsel efektçi olarak da sinemaya katkıda bulundu. Yönetmen, Roland Emmerich’in 2013 yapımı “White House Down-Beyaz Saray Düştü” filminin de kameramanıydı.

Karanlıklar ortasında savaş…

Kyle Ward ve Cory Goodman’ın ortak eserinden sinemaya uyarlanan bu seri, vampir mitosuna modern bakış sunuyor gibi görünüyor. Ama aslında her şey bilinen sulardaydı. Daima iyiler ve kötüler vardı. Günışığında da olabilen vampirlerden Selene, kızını yılardır görmemiş ve nerede olduğunu da bilmiyor. Lycan, yani kurt benzeri insan olan Marius, Selene’in kızının peşinde Lycan ordusuyla. Bir de Semira var. İhtiyarlar Konseyi’nde. Lycanlarla savaşmak için Selene’in kendi askerlerini eğitmesini istiyor. Konseyi de ikna ediyor. Onun da amacı var. Selene ve kızının kanları özeldi. Çünkü onlar günışığında da kalabiliyorlardı. Hikâyeye David de katılıyor. O da annesine kırgın kendisini terk ettiği için. Ama annesinin fedakârlığını da öğreniyor sonunda. Annesinin bir damla kanını içtiğinde gerçek görüntü olarak zihninde canlanıyor. Kanı özel vampirlerin kanının tadına bakıldığında anılar görüntü olarak düşüyor. David, babasının da Thomas olduğunu da öğreniyor bununla beraber. Selene ve David’in güçleri bir araya geliyor, Marius’un Lacan ordusuna karşı kanlı savaş başlatıyor. Son bölümlerde elbette sürprizler var. Merak duygusunu dağıtmamalı.

Bu film Prag’da çekilmiş. Bu şehrin kendine özel etkileyici atmosferi daima Kafka’yı hissettiriyor. Karanlık kasvet yüklü mekânlar perdede muhteşem görünüyordu. Elbette bolca bilgisayar efektlerinden de faydalanılmış filmde. Buz üstünde Selene ve Marius’un dövüşü de estetik anlamda çarpıcıydı. Duyguları da yukarı çıkartıyordu. Anneler hep fedakârdı işte. Filmdeki müzikler de aksiyonun çoğalmasına katkı veriyor. Kanın ve aksiyonun bol olduğu bu fantastik film meraklıları için.

(30 Kasım 2016)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

Nur Türkşen ve Hakan Türkşen Türk Sinemasını Yurt Dışında Tanıtmak İçin Çalışmalara Başladı

Türk sinemasını diğer ülkelere pazarlamak ve dünyaya tanıtmak için adım atan senarist Nur Türkşen ile yapımcı Hakan Türkşen çalışmalara başladılar. Bu yıl Kasım ayında Santa Monica şehrinde yapılmış olan film markette Türk filmlerini tüm dünya ülkelerine tanıtmak, satmak ve pazarlamak ve Türk sinemasını tanıtmak için oradaydılar. Pazarlanan filmler arasında Kalandar Soğuğu, Meleklerin Mucizesi, Sürgün İnek, Pamuk Prens, Mandıra Filozofu, Merdiven Baba, Mezarcı, Dondurmam Gaymak, İkimize Bir Dünya, Guruldayan Kalpler, Yağmurlarda Yıkansam, Babamın Kanatları, Rüzgarın Hatıraları, Sürgün, Figüran, Eşrefpaşalılar gibi filmler var.

Nur Türkşen ve Hakan Türkşen Türk Sinemasını Yurt Dışında Tanıtmak İçin Çalışmalara Başladı yazısına devam et

Savaş Vadisi’nden Geçerken

Popüler sinemada eğilimleri ve kimi zaman oldukça tartışmalı hale gelen bakış açıları bakımından Don Siegel’den John Frankenheimer’a ve Clint Eastwood’a uzanan çizgiye eklenebilecek son halkalardan birinin Mel Gibson olduğu rahatlıkla söylenebilir. Oyuncu / yönetmen, öncüllerine -en çok da Eastwood’a- benzer biçimde tekniğe hâkimiyeti bir yana, “ölçüyü kaçırma” bakımından Ted Kotcheff ve John G. Avildsen’le bağ kurabileceğimiz bir noktaya doğru koşar adım ilerliyor.

Hacksaw Ridge, ilk bakışta zor olan bir temayı, “tavrını vicdani retten yana kullanan bir savaş kahramanını” merkezine alırken, nihai anlamda üçüncü yol önermesiyle sığ sulara düşmekten kurtulamıyor.

Öyküsünü, Braveheart’la paralellik gösterecek biçimde inşa eden Gibson, Grant Wood’un American Gothic’ini anımsatırcasına şiddetle çevrelenmiş bir aile tasvirine girişerek başlıyor işe. Bu, baba figürünün öfkesinin arka planına inşa edilen 1. Dünya Savaşı olgusu göz önünde bulundurulursa bir yanıyla anlaşılır olabilir; ancak söz konusu vicdani ret olunca klişe anlamını yitiriyor. Gibson’un ana karakteri, olgunun tarihsel anlamından bütünüyle soyutlanıyor; mesele, kasabanın sevgilisi, temiz yüzlü dindar oğlanın inancıyla imtihanı eksenine oturuyor. Savaşın gerekçelerine tamamen katılan; hatta Pearl Harbor baskını sonrası ABD toplumuna nüfuz eden genel eğilimle örtüştüğünü söyleyen Desmond Doss’un, söz konusu silahlar olunca kendisini geriye çekmesi en çok da bu yüzden anlaşılır olmaktan uzaklaşıyor. Dolayısıyla filmin tanıtımlarında sıklıkla atıfta bulunulan “vicdani ret” kavramının, filmdeki mevcut haliyle kabul görmesi olur şey değil. Buna karşın kasabadaki günler, taşralı gencin aşk hikâyesi ve (en çok da Vaughn’ın oyunu sayesinde) Full Metal Jacket’ı anımsatan eğitim süreci, derli toplu ele alınmasından dolayı film, rahat bir seyirlik olarak yolculuğunu sürdürüyor.

Savaş Vadisi’ni gelecekte hatırlanır kılacak en önemli etmenlerin başında, çarpışma sahnelerinin olduğunu kesin olarak söyleyebiliriz. Örneklerine sık rastlayamayacağımız ölçüde sert, seyircisini hop oturtup hop kaldıran bu anları görsel olarak başarılı ilan edebiliriz; ancak, burada karşımıza çıkan görüntülerle 60’lı ve 70’li yılların Penn’li, Peckinpah’lı şiddet gösterileri arasında bağlantı kurmamız olanaklı değil. Gibson, bir yandan savaşa karşı ama cephede hayat kurtarmakta kararlı, dindar adamın sürecini içselleştirmemizi beklerken, diğer yandan yer verdiği görüntülerde savaşın acımasızlığı ve anlamsızlığına vurgu yapmıyor; zira en başından beri verilen mücadelenin haklı ve gerekli olduğuna da inanmamızı istiyor. Bu ikilem, başından sonuna kadar Savaş Vadisi’nin bir dengeye oturmasını güçleştiriyor ve meseleyi sadece “kahraman olmak” düzleminin içine hapsediyor. Bunu yaparken sarıldığı “inanç” silahı da kendi başına anlamlı kılınamıyor. (Yönetmenin, savaşın göbeğinde İncil’ini düşüren askerin dileğinin yerine getirilmesi veya yapacağı dua nedeniyle koca orduyu dakikalarca bekletmesi ise filme müsamere havası vermekten öte bir işlev üstlenmiyor.)

Senaryosu akıllıca örülse ve derdini daha tutarlı biçimde ifade etse, 70’lerin muhafazakâr filmleriyle boy ölçüşebilecek konuma gelecek Hacksaw Ridge -çok şükür ki- arzusunu gerçekleştiremeden ve kimi anlarda saman alevi gibi parlayan (hazmetmesi kolay da olmayan) görüntüler eşliğinde hava sahamızı terk ediyor.

Kimi zaman ortaya koyduğu ırkçı düşünceleriyle tartışma yaratan Mel Gibson’ın, sınırlı algısıyla altından kalkamadığı film, aklımıza düşürdükleriyle ilgiyi hak ediyor kısacası. En çok da, aynı anda hem bu kadar militarist, hem de dindar görünmenin yalnızca bu coğrafyaya özgü olmadığını gözümüze sokmasıyla…

(28 Kasım 2016)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
m_zamanlar@hotmail.com

2. Bakü Türk Filmleri Haftası Başladı

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de düzenlenen Türk Filmleri Haftası, yönetmen Mustafa Kara’nın Kalandar Soğuğu filminin gösterimi ile başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Yerli Düşünce Derneği’nin ortaklaşa düzenlediği, TİKA ve Yunus Emre Enstitüsü’nün katkı sağladığı haftanın açılışına, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu, Azerbaycan Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Sevda Memmedeliyeva, Türkiye’nin Bakü Büyükelçisi Erkan Özoral, AK Parti Ordu Milletvekili Metin Gündoğdu ve çok sayıda davetli katıldı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Topçu yaptığı konuşmada, sinemanın en etkili iletişim alanı olduğunu söyledi.

Irmak Ünal’a Babadan Torpil Yok

Ünlü oyuncu Irmak Ünal, 1. Kristal Kamera Üniversiteler Arası Kısa Film Yarışması için tanınmış fotoğraf sanatçısı Merve Hasman’ın objektifi karşısına geçti. 2 haftada tamamlanan kısa filmi Arif Akdenizli yönetti. Filmde takıntılı, eşini kaybetmiş bir kadını canlandıran Ünal, “2 aydır üzerinde çalıştığımız bir projeydi. Canlandırdığım karakterdeki gelgitli ruh hali beni çok etkiledi. Umarım projemizi sanat severler de beğenir.” dedi. Proje jürisinde Nebahat Çehre, Cihan Ünal, Barış Yöş ve Selçuk Kaya gibi isimler yer alıyor. İlk kez bir projede babası ile yer alan güzel oyuncu, “Konu eğer işimizse torpil söz konusu bile olamaz.” dedi. Proje, 29 Kasım Salı günü özel bir gala ile basına tanıtılacak.

Erişilebilir Sinema Salt Ulus’ta

Ankara Engelsiz Filmler Festivali tarafından gerçekleştirilen Engelsiz Film Gösterimleri devam ediyor. Göremeyen ve duyamayan sinemaseverlerin erişimine uygun etkinlik kapsamında her ay bir film, SALT Ulus’ta sesli betimleme, işaret dili ve ayrıntılı altyazı ile seyircilerle buluşuyor. Ekim ayında Erdem Tepegöz’ün yönettiği Zerre filmi ile başlayan ve katılımın ücretsiz olduğu Engelsiz Film Gösterimleri, bu ay Kaan Müjdeci’nin yönettiği Sivas filmini konuk edecek. Sesli betimleme, işaret dili çevirisi ve ayrıntılı altyazı ile takip edilebilecek Sivas filminin Ankara özel gösterimi 26 Kasım 2016 Cumartesi günü saat 16:30’da gerçekleştirilecek.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Sona Erdi

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin dokuzuncusu, 19 il ve ilçede eş zamanlı olarak gerçekleştirildi ve soa erdi.. Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır (İzmir), Bodrum (Muğla), Diyarbakır, Bursa, Düzce, Eskişehir, Fethiye (Muğla), Güzelbahçe (İzmir), İzmir, Kayseri, Konya, Kartal (İstanbul), Manisa ve Mersin’de doya doya festival keyfi yaşandı. Film gösterimlerinin yanı sıra tüm illerde 120 konuşmacı izleyici ile buluşurken; 35 müzisyen ve 15 performans festivale renk kattı.

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali Sona Erdi yazısına devam et

Canlı Müzik Eşliğinde Sessiz Film Gösterimi: Sükût Altındır: Buster Keaton

25 Kasım – 07 Aralık tarihleri arasında Ankara, Eskişehir ve Kastamonu’da düzenlenecek olan Gezici Festival’in bu yılki özel bölümlerinden biri “Sükût Altındır: Buster Keaton” başlığını taşıyor. Ölümünün 50. yılında Keaton’ın dört kısa filmi Gezici Festival izleyicisi ile buluşacak. Sessiz sinemanın Charlie Chaplin ve Harold Lloyd ile birlikte en büyük üç isminden biri olan Buster Keaton, bir dönem unutulmuş olsa da bugün sinema tarihinin dehaları arasında anılıyor. Gezici Festival’in iyiden iyiye klasikleşen bölümleri arasındaki Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri bu yıl da ücretsiz gösterimleriyle sinemasever izleyicileri ile buluşacak.

Canlı Müzik Eşliğinde Sessiz Film Gösterimi: Sükût Altındır: Buster Keaton yazısına devam et

Antakya Film Festivali Başlıyor

Bu yıl 23 – 29 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 4. Antakya Uluslararası Film Festivali, 23 Kasım akşamı yapılan açılışla start alıyor. Açılış gecesinde Şerif Sezer, Arzu Okay, Salih Güney ve Arif Keskiner’e Onur Ödülü verilirken, sinema yazarı Agah Özgüç Emek Ödülü, yazar Osman Şahin de Orontes Ödülü alacak. Murat Evgin ve orkestrasının konseriyle devam edecek olan gece Talip Karamustafaoğlu’nun yönettiği Mezarcı filminin Antakyalılara sunulmasıyla sona erecek.

Çakallarla Dans 4 Filminin Kamera Arkasında Neler Oldu?

Murat Şeker’in yönettiği Çakallarla Dans 4 sinema filmi 25 Kasım’da seyircisiyle buluşmadan önce izleyenleri kahkahalara boğacak kamera arkası görüntülerini paylaştı. Film çekimleri süresince oldukça eğlendiklerini belirten yönetmen Murat Şeker, “İzleyenlerin en çok merak ettiği şeylerden biri kamera arkası. Stop dediğimiz anda sette yaşanan pek çok detayın yer aldığı, merakla beklenen kamera arkası görüntülerini izlerken bile gülmekten gözlerinizden yaş gelecek.” dedi.

Alaaddin Us’u Kaybettik

Hayalle Gerçek Arasında adlı sinema filminin müziklerini yapan, besteci ve şarkıcı Alaaddin Us, 20 Kasım 2015 Pazar günü geçirdiği trafik kazası sonucu yaşama veda etti. Alaaddin Us’un müziklerini yaptığı Hayalle Gerçek Arasında filmini Özgür Korkmaz yönetti. 2. Köyceğiz Ulusal Altın Aslan Film Festivali’nde Umut Vaad Eden Yönetmen Ödülü alan filmin başrollerini Necmettin Çobanoğlu, Yaşar Güner, Ali Yaylı ve Songül Bayoğlu paylaşıyor. Cenazesi, 24 Kasım 2016 Perşembe günü 15 Temmuz Şehitler Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Başıbüyük Mezarlığı’nda toprağa verilecek olan merhuma tanrıdan rahmet, kederli ailesine sabırlar dileriz.

Hitler’e Gülebiliyorsak, Her Şeye Gülebiliriz!

Eski Yunan’da yılda bir kez yapılan ilginç bir gelenek varmış. O gün, insanlar yüzlerine birer maske takıp önlerine çıkan ilk kişiye deyim yerindeyse “öfkelerini kusarmış.” Kızdıkları, dert ettikleri, üzüldükleri, söyleyemedikleri ne varsa söyler, içini döker, rahatlarmış. Bu tabloya biraz uzaktan bakıldığında aslında “komik” görünüyormuş. İşte “komedi” böyle doğmuş. İşte bu yüzden komediyi “öfke sanatı” olarak tanımlıyor duayen yazar. Aslıda ders bu arada bitebilirdi ama daha yeni başlamıştı. İşte Robert McKee’nin “Tür Seminerleri” başlığı altında verdiği 3 günlük muazzam atölyenin son ve belki de en renkli günü Komedi’den aldığım notlar (ya da çıkardığım dersler) böyle başladı. Tek bir yazıya sığmayacak kadar fazla o yüzden ilk etapta bir bölümünü paylaşıyorum, devamı da gelecek. Bu arada güzel haberi vereyim, duyduğuma göre Uluslararası Boğaziçi Film Festivali, McKee ile gelecek sene 1 haftalık yoğun “Story” eğitimi için sözleşmişler bile…

– Komedi “dil” ve “kültür”e bağlıdır. Elbette evrensel komedi diye bir şey vardır ama lokalde herhangi bir “şaka”nın işe yaraması için o ülkenin dilini ve kültürünü iyi bilmelisiniz.

– İspanya’da bir seminer veriyordum. Konuşmamı İngilizce, İspanyolca ve Katalanca’ya çeviren 3 ayrı kişi vardı. “Şaka”yı yapıyordum. Önce İngilizce bilenler gülüyordu ve sessizlik… Bekliyordum, bekliyordum sonra İspanyollar gülmeye başlıyordu. Sonra yine bekliyor, bekliyor, bekliyordum derken Katalanca bilenler gülüyordu.

– Bazı insanlar neden “fıkra” anlatamaz hiç düşündünüz mü? Çünkü zamanlama yapmayı bilmezler. Gereksiz detaylarla lafı dolandırırlar ve insanlar sıkılmaya başlar. Şaka tam zamanında yapılmalıdır.

– Gerçek bir “komedi”nin şakaya ihtiyacı yoktur. Komedi hikâyede gizlidir.

– Komediyi anlamadan “gülme”yi anlayamazsınız.

– Komediyi “saf” olduğu için seviyorum. Eleştirmenler komediyi sevmezler çünkü seyirci güldüyse yapacak bir şey yoktur.

– Bir konuşmamda “Yurttaş Kane”i iyi bir film olmamakla suçladım. Evet gösterişli bir “ilk film” ama hiçbir şey hissetmedim. Çıkışta insanlar bana teşekkür edip, “Yıllardır birinin bunu söylemesini bekliyorduk, çok rahatladık.” dedi.

Yurttaş Kane’in iyi bir film olduğunu kim söyledi? Ah, üniversitedeki hocanız değil mi?

– Eğer bir filmi arkadaşınızla konuşuyorsanız o film işe yaramamış demektir. Gerçekten iyi bir film hakkında konuşamazsınız. Yapabileceğiniz en iyi şey yalnızca “wow” demek ve sonra eve gidip uyumaktır. Yurttaş Kane’in üzerine saatlerce konuşabilirsiniz tam da bu sebeple başarısız bir filmdir.

– Komediyi anlayabilmek için hayatın “komik” ve “dramatik” tarafı arasındaki farkı ayırt edebilmek gerekir. Bu da en basit haliyle şöyledir; komedi direkt olarak “beyne” hitap eder, “zeka” gerektirir ve “toplumsal”dır. “Dram” ise duygulara yöneliktir, “kalbe” doğrudur, “içsel”dir.

– Doğru yerde gülebiliyorsanız zeki bir insansınızdır. Salona bakıyorum da, “gülmeye heveslisiniz.” Akıllı bir topluluk.

– Komik zeka, “idealist” zekadır. Dünyayı çirkin, iğrenç, pis bir yer olarak görür. Dünyanın “kusursuz” bir yer olması gerektiğine inanır, öyle olmadığını görünce de öfkelenir. Komik zeka, kızgındır.

– İnsanlara ikiyüzlülüğünü göstermek için bağırıp çağırırsanız sizi dinlemezler. Ama onları güldürmeyi başarabilirseniz belki bir şeyler değiştirebilirsiniz.

– Teknoloji her saniye daha da gelişiyor ve gelecekte muazzam şeyler olacağını söyleyebiliriz. Uçan arabalar, robotlar falan… Ama şundan emin olabilirsiniz, insanoğlu her zaman s.çıp batırmanın bir yolunu bulur.

– Batı “faşist” bir toplumdur. Gerçekleri açık açık konuşmak lazım değil mi?

– Formül bellidir, toplumu yozlaştırın, kuralları ihlal edin ve bir kahraman yaratın!

– Hitler, Mussolini ve diğer diktatörlerin formülü bellidir. “Bir süre yasaları bana verin ben de trenleri zamanında kaldırayım.” derler. Ondan sonra da sittin sene gitmek bilmezler.

– Dramalar daha fazla geleceğe kalır, komedide durum bazen böyle olmayabilir, dünyayı gezmeyebilir. Bazı komedilerin vakti çok çabuk geçer.

– Komik zekalara saygı duymalısınız. Toplumun IQ seviyesi çan eğrisi sistemiyle belirlenir. Komedyenlerin zeka katsayısı oldukça yüksektir. Komedi yazarları olmasaydı ne yapardık?

– Komedyenler depresif kişilerdir. Hayatın zalimliğini gözardı edemezler. “Öfke”lerini “şaka”ya dönüştürürler. Robin Williams niye intihar etti sanıyorsunuz? Sanırım yeterince çekmişti ve daha fazla çekecek hali kalmamıştı.

– Size tavsiyem bir komedyeni partinize çağırmayın, kavga çıkaran hep onlar olurlar.

– Her şey dalga geçebilirsiniz. Unutmayın Hitler’e gülebiliyorsak, herkese gülebiliriz.

(28 Kasım 2016)

Gizem Ertürk