Bir Kadın + Bir Erkek

Claude Lelouch’un yönettiği ve Jean Dujardin, Elsa Zylberstein, Christophe Lambert ile Alice Pol’in oynadığı Bir Kadın + Bir Erkek (Un + Une), 01 Temmuz 2016′da PinemArt Film dağıtımıyla PinemArt Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Antoine ünlü bir film müziği bestecisidir. Hindistan´da çekilecek bir Romeo ve Juliet filmi uyarlamasının müziklerini yapması için davet alır. Antoine aşka ve duygusal ilişkilere oldukça rahat bakmaktadır ancak Fransız Büyükelçisinin eşi Anna ile tanışınca değişmeye başlar. Antoine ve Anna, Hindistan’da mecburi bir yolculuğa çıkar. Fiziksel ve ruhsal şifa arayan ikili bu yolculuk sırasında birbirlerine âşık olurlar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

The BFG

Steven Spielberg’in yönettiği ve Rebecca Hall, Mark Rylance, Bill Hader ile Jemaine Clement’in oynadığı The BFG (The Big Friendly Giant), 30 Haziran 2016’da Pinema Film dağıtımıyla Pinema Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Charlie’nin Çikolata Fabrikası (Charlie and the Chocolate Factory) ve Matilda gibi dünyaca ünlü çocuk kitaplarının yazarı Roald Dahl’ın beyazperdeye uyarlanan yeni filminde fantastik bir dünyanın kapıları açılıyor. The BFG (The Big Friendly Giant) insanları yemekten vazgeçen iyi yürekli devin, yetimhanede yaşayan Sophie adındaki küçük kızla yaşadığı cesaret, dostluk ve macera dolu hikâyesini konu alıyor.

  • Basın Bülteni: 1 / 2
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor

The BFG yazısına devam et

27. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali Kapsamında Düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması Sonuçları Belli Oldu

27. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali kapsamında düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması’nda Ödül kazanan yönetmenlere, İtalyan Kültür Merkezi Sinema Salonu’nda yapılan törenle plaketleri dağıtıldı. Yoğun bir katılımın olduğu gecenin sunumunu sanatçı Beste Bereket gerçekleşirdi; İtalyan Kültür Merkezi Müdürü Gianni Vinciguerra ve festival başkanı Hilmi Etikan’ın konuşmalarıyla başlayan program kısa film gösterimi ve kokteyl ile devam etti.

27. İstanbul Uluslararası Kısa Film Festivali Kapsamında Düzenlenen Ulusal Kısa Film Yarışması Sonuçları Belli Oldu yazısına devam et

Doğruyu Söyle

Peter Landesman’ın yönettiği ve Will Smith, Alec Baldwin, Gugu Mbatha Raw, Arliss Howard ile Paul Reiser’ın oynadığı Doğruyu Söyle (Concussion), ülkemiz sinemalarında vizyona çıkarılmamıştır.
Doğruyu Söyle (Concussion) filmi, Amerika’ya göç etmiş çok parlak kariyer sahibi bir adli nöropatolog olan ve çok önemli bir tıbbi keşif yapan Dr. Bennet Omalu’nun Davut ile Golyat’ınkini andıran inanılmaz ve gerçek, olağanüstü hayat hikâyesine dayanıyor. Amerika’ya göç etmiş Nöropatolog Dr. Bennet Omalu’nun bu duygusal serüveni onu dünyanın en güçlü kurumlarından biriyle tehlikeli bir karşılaşmaya doğru sürüklüyor.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman
  • IMDb

Doğruyu Söyle yazısına devam et

5. Dalga

J. Blakeson’nin yönettiği ve Chloe Grace Moretz, Nick Robinson, Ron Livingston ile Maggie Siff’in oynadığı 5. Dalga (The 5th Wave), 04 Mart 2016’da Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Yeni film 5. Dalga’da (The 5th Wave), öldürücü gücü gitgide artan dört saldırı dalgası Dünya’nın büyük bir kısmını kırıp geçirmiştir. Korku ve güvensizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda, Cassie umutsuzca erkek kardeşini bulmaya çalıştığı bir mücadele ve koşturmacanın içindedir. Kaçınılmaz ve ölümcül 5. dalgaya hazırlanırken, genç kız kendisinin son umudu olabilecek genç bir adamla işbirliği yapar.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Facebook
  • Fragman
  • IMDb
  • Ali Erden Yazıyor

5. Dalga yazısına devam et

İçinizdeki Zombiyi Açığa Çıkarın: Aşk ve Gurur + Zombiler, 19 Şubat’ta Sinemalarda

Jane Austen’in klasikleşmiş hikâyesinde 19. yüzyıl İngiltere’de yaşanan aşk ve aile ilişkilerine zombi salgını ekleniyor. Seth Grahame Smith kitabından uyarlama, Burr Steers tarafından yazıp yönetilen Aşk ve Gurur + Zombiler’in kadrosunda yer alan isimler Sam Riley, Jack Huston, Bella Heathcote, Matt Smith, Charles Dance ve Lena Headey. 19 Şubat’ta vizyona girecek olan filmin konusu şöyle: Dövüş ve silah sanatında uzmanlaşmış Elizabeth Bennet, yakışıklı ve bekar zombi savaşçısı Mr. Darcy ile üst sınıfa yakışır bir aşk yaşamaktadırlar. Fakat zombilerin çok yoğunlaşan saldırılarına karşı, aşk ve gururlarını bir kenara bırakıp harekete geçerler ve kanlı savaş mahalline giderler.

Ayı Kardeşler: Kurtarma Operasyonu

Ding Liang ile Fuyuan Liu’nun yönettiği ve Rick Jay Glen, Siobhan Lumsden, Paul Maxx Rinehart ile Toni Thompson’un seslendirdiği animasyon film Ayı Kardeşler: Kurtarma Operasyonu (Boonie Bears, to the Rescue), 19 Şubat 2016’da Bir Film dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
Vick, ormanda ağaçları keserek, geçimini sağlamaktadır. Ayı kardeşler ise oduncuyu ormandan kovalamayı amaç edinmişlerdir. Ormana kötü insanların gelişiyle işler daha da karışır. İnsanların yanındaki küçük bir çocuk aslında kaçırılmıştır. Vick ve ayı kardeşler şimdi bu ufaklığı kurtarmak için birlikte ellerinden geleni yapacaklardır.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Fragman
  • IMDb

Fotoğrafın Öteki Yüzü

Bizde ‘Sessiz Çığlık’ adıyla gösterime giren ‘Louder Than Bombs’ İskandinav sinemasının umut vaadeden isimlerinden Joachim Trier’in üçüncü uzun metrajı. Norveçli sinemacıyı 2007 yılı İstanbul Film Festivali’nin ‘Altın Lale’ ödülünü kazandığı ilk filmi ‘Tekrar / Reprise’ ile tanımıştık. Yapıtlarını yayımlamak için uğraşan iki genç yazara odaklanmış film, gençlik, dostluk, dostluğun çetin sınavları, gerçekler ve ülküler, edebiyat ve hırs, sevgi ve kişinin sınırlarını keşfetmesi üzerine mizah ve hüzün yüklü parlak bir denemedir.

Yönetmenin festival izleyicisi tarafından övgüyle karşılanmış 2011 yapımı ikinci çalışması ‘Oslo, 31 Ağustos’ hayatın umut dolu gençlik evresinin ardından otuzlu yaşlarını süren başka bir yazın adamının hayal kırıklığı üzerinedir. Louis Malle’in 1963 yılında aynı isimle sinemaya aktardığı Pierre Drieu La Rochelle’in 1931 tarihli romanı ‘Le Feu Follet / Ateşle Oyun’un bu çağdaş uyarlamasında, taşradaki uyuşturucu rehabilitasyon merkezinde tedavi görmekte olan Anders’in iş görüşmesi yapmak üzere Oslo’ya gelişi ve bir tam gün boyunca eski hayatı ve eski arkadaşlarıyla hesaplaşması konu edilir. Varoluşçu krizin tüm safhalarını yalın bir dille anlatan film Anders Danielsen Lie’nin üstün yorumunun da katkısıyla hafızalarda yer etmiştir.

Senaryolarını Eskil Vogt ile birlikte yazar Joachim Trier. İki yıl önce kendi senaryosundan çektiği ilk yönetmenlik denemesi (bizde ‘Körlük’ adıyla gösterime giren) ‘Blind’ ile İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale’nin sahibi olmuş olan Vogt üçüncü uzun metrajını çeken kadim dostunu yalnız bırakmamış yine. ‘Sessiz Çığlık’ uluslararası bir kadroyla İngilizce olarak çekilmiş.

Önceki filminde Oslo kenti fonunda tek bir karakterin ruhsal sürecini didikleyen Trier bu kez New York’lu bir ailenin anatomisine girişiyor. Film annenin yitirilmesiyle başa çıkmaya çalışan aile bireylerinin iletişim sorunları üzerine. Savaş fotoğrafçısı annenin evine dönmek üzereyken geçirdiği trafik kazasının ardından üç yıl geçmiştir. Anısına düzenlenen fotoğraf sergisi ile eşzamanlı olarak yayımlanacak makalede Isabelle Joubert Reed’in ölümüne neden olan meşum kazanın aslında bir intihar olduğunu açıklamakta kararlıdır eski editörü. Ailenin hayatta kalan bireyleri baba ve iki oğul bunun öncesinde biraraya gelmek ve gerçeklerle yüzleşmek durumundadır.

Yönetmen Oslo, 31 Ağustos’un ardından bir kez daha intihar temasını ele almaktadır. Olup bitenler değişik bakış açılarıyla ailenin üç erkek ferdi tarafından anımsanır. Her biri diğerinden farklı yorumladıkları anılarıyla Isabelle’in açmazlarını sorgulamaya girişir. Oyunculuk kariyerinden vazgeçerek kendisini ailesine adamış olan baba Gene eşinin ikiye bölünmüş hayatını düşünür. Isabelle’i savaş bölgelerine her yolcu edişinin ardından bir yanıyla onun geri dönmeyeceğini beklediğini hatırlar. Eşinin intiharına kendisini sürekli yanlış yerdeymiş gibi hissetmesinin derinleştirdiği depresyonun neden olduğu kanaatindedir. Teselliyi küçük oğlunun öğretmeniyle yaşadığı ilişkide bulmuştur.

Duygularını kontrol altında tutan akademisyen büyük oğul Jonah evlenmiş yeni baba olmuştur. Huzurunu bozacak her şeyi pembe yalanlarla geçiştirmekte üstüne yoktur. Annesini gözünde öylesine yüceltmiştir ki gerçekle yüzleşmek onun korkulu rüyası haline gelir. Ergenliğinin en sancılı döneminde iletişim sorunları yaşayan küçük oğul Conrad aralarında en sorunlu gözükenidir.

Film boyunca üç karakterin iletişim çabalarını izleriz. Önceleri asi ve kaba olarak çizilmiş Conrad’ın zengin iç dünyasına dalarız daha sonra. Henüz 12 yaşındayken yitirmiş olduğu annesinin ardından sorunlar yaşayan genç delikanlının yazarlık yeteneğini keşfederiz. Farklı çerçevelenmek suretiyle aynı fotoğraftan farklı anlamlar elde edilebileceğini annesinden öğrenmiş olan hayal dünyası güçlü Conrad, yönetmenin daha önceki filmlerinde yirmili otuzlu yaşlarını sergilediği karakterlerinin küçük kardeşidir adeta.

Çağımızın en edebi sinemacılarından biri olan Trier içerde kopan fırtınaları -ki filmin özgün adı bunu ‘Bombalardan Daha Gürültülü’ olarak tarif ediyor- Ola Lottum’un meditatif müzik çalışması eşliğinde usul usul anlatır. Aynı olayı farklı perspektiflerden karşımıza getirir: babanın küçük oğlunu izlediği sekans bu açıdan hayranlık uyandırıcı bir deneyimdir. Yalanların ardına gizlenmiş gerçeği açığa çıkarmaya uğraşır. Çağdaş Roman’ın sinemadaki uzantısı olarak krolonojik yapı ve bakış açılarını karman çorman ederek zihin oyunlarına girişir. Düşler ve dış sesler yardımıyla anılar ve düşüncelere görsellik kazandırır. Sınıfta başka bir öğrencinin okuduğu metin üzerinden Conrad’ın fantezilere dalışı ya da yine Conrad’ın günlüğünün görsel karşılığını aktardığı denemeleri başarılıdır.

Bir sonraki çalışmasını merakla beklediğimiz Norveçli sinemacının elinde müthiş Anders Danielsen Lie yok bu kez. Ancak ilk kez çalıştığı uluslararası oyuncu kadrosu yüzünü kara çıkarmıyor. Sonlara doğru uzun plan sekansta belleğimize çakılan maskıyla annede Isabelle Huppert, babada Gabriel Byrne, Jonah’da Jesse Eisenberg ve küçük oğulda (daha önce Olive Kitteridge adlı mini televizyon dizisinde dikkatimizi çekmiş) Devin Druid’in mükemmel yorumları bu sıradışı deneyime zenginlik katıyor.

(12 Şubat 2016)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Şu Bizim Görkemli Sanat Sinemamız

Ülke insanına dair sosyolojik tespitlerde bulunmak istiyorsanız başvuracağınız ilk adreslerden biri sinemadır. Bizde 50’ler sonrası ve erken 60’larda sanat olma hüviyetine bürünen sinemanın temel yapıtları, bunun en kıymetli örneklerinden birkaçını oluştururlar.

Bugün; tam da “tarihin sonu” tezlerine kapı aralayan bir yüzyılın ilk çeyreğindeki o büyük kırılmada “konuşmayan” bir “sanat sinemasıyla” karşı karşıyaysak; salonlarda birbirini tekrar eden formüllere dayalı “tuhaf” bir komedi veya “korku” furyasıyla karşı karşıyaysak eğer; bu, içinden geçtiğimiz yılların dışavurumudur. Temelleri 12 Eylül sabahı atılan ve yumruğunu 90’larda indiren “yeni popüler sinemamızın” figürleri, kelimenin en hafif tabiriyle “gemisini kurtaran birer kaptandır”. Bunu “kendi bacağından asılan koyunlar” şeklinde de okuyabilirsiniz; ama konumuz başka…

Günümüzün “sanat sinemacıları” ise (özellikle de çıkış yıllarında) çoğunlukla susmuşlardır! Konuşmaya başlasalar foyaları ortaya çıkacaktır sanki. Derin derin ufkun ardına bakar, öylece beklerler. En büyük sorunları (kaçıncı yüzyılda yaşıyorsak artık!) kasabaların yalnızlığını ciğerlerine çekerek “kentin” içi boş insanından uzaklaşmaktır. Hayli prim yapmış bir yönelimdir bu: Düşünsenize, kahramanlarınıza konuşmayı yasaklayın ve sessizliğiniz başta Batı’nın görkemli festivallerinde ve sonra da ülke içinde övgülere boğulsun!

Derin çelişkiler içinde yaşayan bu “duyarlı karakterler” sonradan konuşmaya başlasalar da, ağızdan çıkan tümcelerin kime ve neye hizmet ettiği belirsizdir. Kırsalı hiç tanımayanlar, köy kahvelerinde, gözümüze sokulandan daha nitelikli muhabbetler döndüğüne şaşırabilirler. Hayatı dönüştürmek veya “memleketi kurtarmak”, metropollerdeki barlara has değildir yani!

Her şey Türkiye gibidir sizin anlayacağınız. “Minimalizm”in büyüsüne dalanlar, bu kavramı tam da “bize göre uydurma” eylemine girişmişlerdir. Evet; varlık nedenlerini ‘saf sinema’ olarak özetleyen ve biçimselliği ön planda tutan akımın yönetmenleri, tarihsel süreç boyunca popüler sinemanın değişmez unsurları olan aksiyon, efektler, kahramanlar, gerçek dışılık gibi kavramların karşısına sadeliği çıkarmışlar, öyküyü işlevsiz bırakacak her türden ayrıntıdan kaçınmışlar, mekân ve dekor seçimlerini gerçekleştirirken konunun parçalanmamasını göz önünde bulundurmuşlardır. Ama bu bakışta, estetik bağlamda “zaten güzel olan gerçeğe, ek bir güzellik katmaya çalışmak anlamsızdır” şeklinde özetlenebilecek bu düşünce vardır.

Buradaki sihirli kelime olan “gerçek”in anlamını düşünelim şimdi: Ozu, Bresson ve Satyajit Ray gibi yönetmenleri. Ayrıca, Minimalizm’in politik olgulardan ve siyasal bir tavırdan yoksun olduğu eleştirilerinin sadece bize has olduğu gerçeğini! 2. savaş sonrasının Japonya’sındaki toplumsal / bireysel çöküşünü eşsiz bir dille anlatan Ozu klasiklerini, Üçüncü Dünya’nın umut filmlerinden ‘Apu Üçlemesi’ni, Batı’nın “refah toplumunda” içi boş hayatlardan müthiş kesitler sunan Antonioni’yi ya da metaforların siyasal sistemin üzerine bir kabus gibi yağdığı son dönem İran şaheserlerini! Sonra “bize” dönelim ve bütün bu olup bitenlerin ne anlama geldiğini tartışalım. Mesela “politik” göndermelerle dolu olduğu söylenen bir filmin niçin “distopik” bir yaklaşımla ele alındığını. Derdi, 90’ların faşizan eğilimleriyle hesaplaşmak olanlar, filmlerini neden zamandan soyutlasınlar ki? Yoksa referans alınan İranlı sinemacılar gibi büyük baskılar altında kıvranıyor mu bizim yaratıcılarımız? Ya da fon almak için sırada beliren kurumlar mı böylesi bir “masalsı evreni” dayatan? Bütün bunları geçtik; “biçim” gibi altı kopkoyu çizgilerle boyanan o sihirli kelimeyi de gözden ırak tutmayalım. Hangi “sanat filminde” yeğeninin evine on defa gidip de eli boş döndüğü bu kadar “gösterilir” insanın.

Kısacası; “her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan” türünden, ne anlatmaya çalıştığı belirsiz o tümceyi hatırlatan “güzel ve yalnız ülke” söylemini aklınızdan çıkarmayın. Ve bu filmlerde, o “yalnız ülke”ye dair neyin söylendiğini düşünün. Popüler sinemada Chaplin’le 20’lerin kapitalist toplumunu, Capra ile Büyük Bunalım’ı, Film Noir’la savaş ve sonrası dönemi bir çırpıda özetleyebilirken; dahası bunu 60’lardan itibaren Akad, Erksan, Refiğ, Güney gibi yönetmenlerimizle “bize has” biçimde başarabiliyorken geldiğimiz nokta nedir? Tarihinin en çalkantılı dönemlerinden geçen, büyük altüst oluşlar yaşayan “yalnız ülke”ye dair bize söylenen nedir? Bu üretimler, tarihe ve içinden geçilen döneme tanıklık eden o “yüce sinema” duygusunun yok olduğuna mı işaret etmektedir; yoksa şu an için -en azından bu satırların yazarı tarafından- görülmeyen büyük bir “sanat olayına” mı dokunmaktadır?

Hepsi bir yana; bu anlam karmaşası ekseninde, bir “aydın sineması” olarak takdim edilen “Yeni Türkiye Sineması”nın (ki, son gelişmeler dolayısıyla bu tanımlama, doğal olarak kullanılmaz hale geldi!) rotasını “güvenli” sularda yüzdürdüğünü unutmamak gerekir. Eylem çizgisi gayet net ve parlak görünmektedir: Büyük festivallerimizde jürileri sizin -olmadı hısım akrabanızın- oluşturmanızın; en tepelerde, ülkenin sinema politikalarını belirleyen kurullarda mutlaka yer almanızın; her “sanat filminin” sonuna, teşekkür edilenler hanesine adınızı yazdırmanın; sansürü, engelleme ve baskıları, dünya festivallerini referans gösteren bir çizgide eritme çabanızın; basını, televizyonları ve hatta kimi sinema dergilerini “özgürce” kullanmanızın; böylesi bir dönemde “sol” gösterip “sağ” vurmanızın…

Kısacası ülke insanına dayattığınız koca bir sinemanın, ödüller ve övgüler arasında bir yerlerde unuttuğu tek bir şey kalmaktadır geriye: Tarih!

Virgül…

(12 Şubat 2016)

Tuncer Çetinkaya
ModernZamanlar Sinema Dergisi Editörü
m_zamanlar@hotmail.com

TRT Ortak Yapımı Kalandar Soğuğu Ödüle Doymuyor

TRT’nin ortak yapımcısı olduğu Mustafa Kara’nın ikinci uzun metraj filmi Kalandar Soğuğu, Avrupa’nın saygın festivallerinden biri olan Festival Premiere Plans’den jüri özel ödülü ile döndü. Dünya prömiyerini Kasım ayında Tokyo’da gerçekleştiren film, Jüri başkanlığını Bryan Singer’ın yürüttüğü 28. Uluslararası Tokyo Film Festivali’nden de En İyi Film ve Yönetmen olmak üzere iki ödüle layık görülmüştü.

Sinema Tarihinin En İyi Filmleri Kadıköy’de

Türk Sinematek Derneği’nin 50. yılı dolayısıyla düzenlenen Sinematek Yaşıyor! 50. Yılda, 50 Film, 50 Sunum etkinliğinde sinema tarihinin en iyi filmleri Kadıköy’e geliyor. Kadıköy Belediyesi ve Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi işbirliği ve Jak Şalom katkılarıyla düzenlenecek olan etkinliğin Kadıköy ayağı 05 Şubat Perşembe günü başlıyor. Gösterilecek filmler arasında Tatlı Hayat, Andrei Rublev, Serseri Aşıklar, Yurttaş Kane gibi sinema tarihinin en iyi filmleri var.

Sinema Tarihinin En İyi Filmleri Kadıköy’de yazısına devam et

Türk Sinema Gösterim Sektörü, Görüntü Kalitesinde Avrupa’nın Çok Daha İlerisinde

Sony 4K Dijital Sinema İş Geliştirme Müdürü Tim Potter, Türkiye’deki sinema gösterim sektörünün son durumunu “2015’te gösterilen filmler için 40 milyondan fazla biletin satıldığı Türkiye’de sinema gösterimi sektörü, muhteşem günler yaşıyor. Türk sinemaseverler için harika bir zamanda olduğumuz aşikâr.” sözleriyle anlatıyor. İstanbul’da ve ülke çapında bu yıl 100’den fazla yeni alışveriş merkezinin açılacak olması, Türk perakende sektörünün canlılığını yansıtıyor.

Türk Sinema Gösterim Sektörü, Görüntü Kalitesinde Avrupa’nın Çok Daha İlerisinde yazısına devam et

Hep Yek Filminin Galası Yapıldı

Ali Yorgancıoğlu’nun yönettiği Hep Yek filminin galası Akmerkez’de yapıldı. Gala öncesi oyuncular basının sorularını yanıtladılar. Gökhan Yıkılkan, “Film çekimleri esnasında çok eğlendik çok keyifli bir ekibimiz vardı. Filmdeki komediyi, eğlenceyi, enerjiyi dostluğa, samimiyete ve sıkı çalışmışlığa borçluyuz” dedi. “Biz Ulaş İnan’la iyi bir ikili olduk. Filmden sonra da sık sık görüşmeye devam ediyoruz. İnşallah bu sinemada seyirciye de geçer” diye ilave etti.

Hep Yek Filminin Galası Yapıldı yazısına devam et

If İstanbul’da Ön Satışlar Yarın Başlıyor

A Bigger Splash’den Masumiyet Müzesi’ne, yılın merakla beklenen filmlerine ev sahipliği yapacak If İstanbul’da ön satışlar yarın başlıyor. 3 gün sürecek ön satışlarda bütün filmlere % 10 indirim uygulanırken, sadece İş Bankası Maximum Kart sahiplerine özel paketler ve indirimler sinemaseverleri bekliyor. Bu yıl “If İstanbul birleştiriyor!” sloganıyla yola çıkan, 40 ülkeden 112 filmin gösterileceği ve 18 Şubat’ta başlayacak olan festival, bağımsız sinemanın en iyilerini, yılın bol ödüllü filmlerini sinemaseverlerle buluştururken, If Music partileriyle İstanbul’un eğlence hayatına alternatif olacak, If² ile de 33 şehir, 50 farklı noktaya film götürecek.