Kayıp Çocuk, 02 Ocak’ta Vizyonda

Atom Egoyan’ın yönettiği Kayıp Çocuk, çocukları kaçırılan ailelerin kendi iç ilişkilerinin nasıl yerle bir olabileceğini ele alıyor. 02 Ocak 2015 tarihinde vizyona girecek olan film, Mars Dağıtım aracılığıyla sinemaseverlerle buluşacak. Hollywood’un en çok konuşulan aktörlerinden Ryan Reynolds’un yeni filmi, dokuz yıl boyunca kaçırılan kızını arayan bir ailenin yaşadıklarını anlatıyor.

Varoluşa Kafa Yoran Güvercinin Gözünden

‘İnsanları Seyreden Güvercin / En Duva Satt Pa En Gren Och Funderade Pa Tillvaron’ Roy Andersson’un ‘Yaşayanlar’ üçlemesinin yedi yıldır beklenen son ayağı. 2000 yılında ‘İkinci Kattan Şarkılar’ ile başlayan macera İsveçli üstadın yaşam ve ölüm üzerine benzersiz zenginlikte yeni denemesiyle devam ediyor.

Andersson insanları kuşlara benzetiyor. Filmin özgün adının ilham kaynağı olan ‘bir dala konmuş varoluş üzerine düşüncelere dalan güvercin’ İsveçli üstadın ta kendisi. İnsan denen varlık kuşlar gibi kırılgan ve savunmasız. Öleceğini bilmesi en büyük trajedisi. Dolayısıyla ölüm korkusu Andersson’un bu son opus’unun da ana teması. Nitekim film boyunca farklı karakterler telefonla konuşurken ‘iyi olduğuna sevindim’ cümlesini kuruyor sürekli. Eşi bulunmaz yaratıcı yönetmenimiz varoluşun temelinde yatan bu hüznü, insanoğluna özgü bu melankoliyi absürd bir mizah ve şakaya bulayarak anlatıyor yine.

Andersson’un kamerası yine sabit. Birbirini takip eden soluk renkli tablolardan oluşan kendine özgü mizanseni yine çok etkileyici. Ölümle üç buluşma adını verdiği bölümle başlıyor bu kez. Bir numaralı tabloda, dışarıda lapa lapa kar yağarken özenle
hazırlanmış yemek masası önünde inatçı şarap tıpasıyla boğuşurken kalp krizi geçiren adamın ölümünü, ikincisinde ölüm döşeğindeki yaşlı kadının tüm takıları ve birikmiş parası bulunan çantasıyla cennete gitme inadını, bir diğerinde yere yığılmış yaşlı adamın ölmeden önce sipariş verdiği ve parasını ödediği yemeği kimin yiyeceği hakkındaki trajikomik tartışmaya tanık oluyoruz.

Bir söyleşisinde ‘hakkında şaka yapabilirseniz ölüm korkutucu bir şey olmaktan çıkar’ diyen Andersson filmlerini izleyenlerin eğlenirken rahatsız olmalarını da istiyor. Tedirgin kuşlar göründüğü kadar masum değiller çünkü. Bir maymuna reva görülenler gözlemci yönetmenin objektifinden kaçmıyor. Vücuduna elektrik verilmek suretiyle deneye tabi tutulan ‘homo sapiens’ atasının çığlıklarına aldırmadan telefon sohbetini sürdürüyor laboratuvar çalışanı.
İsveçli sinemacının ülkesinin sömürgeci tarihiyle hesaplaştığı bölüm ise çok daha etkileyici ve yaralayıcı. Bu rüya sahnesinde Afrikalı kölelerin demirden dev silindir içinde ateşe verilmesi Nazi soykırımına rahmet okutacak cinsten. Yüksek burjuvaziden davetlilerin kadeh tokuşturarak üzerinde İsveç’in ünlü madencilik şirketi ‘Boliden’in amblemi bulunan ölüm çarkının dönüşünü izlediği sahne, çalan müzikle daha da absürdleşen bir zalimlik gösterisi. ‘Tarihin suçlarıyla bağımızın kopmadığını, hâlâ suçluluk duymamız gerektiğini’ vurgulamak istedim diyor Andersson.

Geçmiş ile günümüz iç içe geçiyor zaman zaman. 18. yüzyıl başlarının mağrur kralı XII. Karl’ın Rus korkusunu, Poltava savaşı bozgunu sonrasındaki perişanlığını gösteriyor bize yönetmen. (Hikâyenin bundan sonrası bizim tarihimizi de ilgilendiriyor, bu
parantez içinde biraz bilgi verelim: Ruslara yenildikten sonra güneye kaçarak Osmanlıya sığınan İsveç kralı beş yıl boyunca ülkesini dışardan yönetmek zorunda kalmış, bu uzun sürmüş misafirliğinden ötürü Yeniçeriler tarafından ‘Demirbaş Karl’ olarak anılmış. Etkin bir Rus karşıtı propagandayla Osmanlının Ruslara duyduğu nefreti bileyen Karl’ın Baltacı Mehmet Paşa’nın Deli Petro’ya yenildiği Prut savaşının tetikleyicisi olduğu da söylenir).

İsveçli sinemacı büyük bölümünü Stockholm’deki stüdyosunda çektiği bu son çalışmasında, bisikletçi dükkânı önünde birikmiş insancıkların sıkıntısını resmederken absürd tiyatronun başyapıtlarından Beckett’in ünlü oyunu ‘Godot’yu Beklerken’e selam göndermeyi de ihmâl etmemiş.

(28 Aralık 2014)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

Broadway ve Hollywood’un Ödüllü Yıldızı Hugh Jackman’dan Yeni Yılın Bombası

Ünlü Hollywood yıldızı Hugh Jackman, İstanbul gösterisinin yoğun ilgi görmesi üzerine Zorlu Center’da iki gösteri daha yapmaya karar verdi. Jackman, 17, 18 Mart tarihlerine 19 ve 20 Mart tarihlerini de ekleyerek İstanbul’da 4  gösteri yapacak. Profesyonel müzikal kariyerine 1996 yılında Melbourne’da sahnelenen Beauty and the Beast’in Gaston rolüyle başlayan Hugh Jackman’ın Sunset Boulevard’da Joe Gillis karakteri ve Summa Cabaret’teki rolüyle yıldızı parladı. 98’de sahnelenen Oklohama’nın başrolü Curly ile ünü Avustralya sınırlarını aşan oyuncu, Müzikal Dalında En İyi Aktör kategorisinde Olivier Ödülleri’ne aday gösterildi.

2014 Yılı Vizyon Raporları 2: 2014’ün Yeni Vizyonlarının Sınıflandırma Kodları

2014 Yılı Vizyon Raporları 2: 2014’ün Yeni Vizyonlarının Sınıflandırma Kodları başlıklı vizyon raporu, Antrakt Sinema yönetmeni Deniz Yavuz tarafından hazırlanarak kamuoyunun dikkatine sunuldu. Türkiye’deki yeni vizyonların 2014 yılında vizyona çıkardıkları sinema filmlerinin incelendiği rapordan alıntı veya kopyalama yapılırken Antrakt Sinema’nın kaynak gösterilmesini rica ederiz.

Yeni Gerçekçilik Ustaları: De Sica ve Visconti

İtalyan sinemasının iki büyük ustası Vittorio de Sica ve Luchino Visconti’nin filmlerini paylaşmak istedik. De Sica’nın “Bisiklet Hırsızları” ve Visconti’nin “Düşman Kardeşler” filmleri ikinci savaş sonrasındaki İtalya’ya gerçekçi bir bakış sunuyor.

“Bisiklet Hırsızları…”

Vittorio de Sica’nın (1901-1974), İkinci Dünya savaşı sonrasında Roma’da geçen 1948 yapımı siyah-beyaz “Ladri di Biciclette-Bisiklet Hırsızları”, yıkıntılar içindeki bir ülkedeki, İtalya’daki yoksulluğa ve açlığa derin bakışlı bir film. Filmin senaryosunu yönetmenle beraber Cesare Zavattini, Suso Cecchi d’Amico, Oreste Biancoli, Adolfo Franci ve Gerardo Guerrieri ortak yazmışlar. Film, Luigi Bartolini’nin romanından uyarlanmış. Çarpıcı ve öğretici fotoğrafları da kameraman Carlo Montuori çekmiş. Filmde zincirlemeli geçişle ve kaydırmalı çekimler de yapmış yönetmen. Hüzünlü müzikleri de Alessandro Cicognini bestelemiş. Fonda duyulan bu hüzünlü müzikler, yoksulların içindeki kederleri yansıtıyor sanki. Filmin hikâyesi üç gün kadar sürüyor. Bir de bu filmin oyuncuları amatörler. Film ülkemizde 1958’de vizyona çıktı.

Bu film, iki yıldır işsiz Antonio Ricci’nin (Lamberto Maggiorani) ve ailesinin hikâyesi. Karısı Maria (Lianella Carell), ilkokul öğrencisi oğulları Bruno (Enzo Staiola) ve yeni doğmuş bebekleriyle yoksul evlerinde yarı tok, yarı aç yaşamaya çabalıyor Antonio. Aslında birçok ailenin hikâyesiydi bu. Hatta bisikleti çalan genç Alfredo’nun (Vittorio Antonucci) ve ailesinin de. Tramvaylara, belediye otobüslerine tıkış tıkış binmiş insanların da. Bu filmde gördüğünüz her şey gerçeklik içinde. Bir ara bütün bunların İtalya’dan değil de şimdiki ülkemizden yansımalar olduğunu sanıyorsunuz. Yoksulluğu, açlığı ve işsizliği düşünüyorsunuz.

Antonio, duvarlara afiş yapıştırma işi buluyor. Ama bu işi alabilmesi için bir bisikleti olması gerekiyor. Parası olmayan Antonio bisiklete nasıl sahip olacaktı? Umutsuzca eve doğru giderken, sokaktaki çeşmeden su dolduran karısı Maria’ya umutsuz durumu anlatıyor. Kadınlar güçlü ve umutsuz anlarda hayata anlam katabiliyorlar. Kullanılmış ve kullanılmamış yatak çarşaflarını eskiciye satıp zar eski bir zar zor eski 1935 model Fides bisiklete sahip oluyorlar. Bu bisiklet maaşın yanında fazla mesai ve pirimler de kazandıracak
aileye. Kazan kaynayacak ve çocukları güvenle büyüyecekler. Karısı, geleceği gördüğü söylenen “Kutsal Kadın”a (Ida Arms) uğruyor önce Antonio’nun. Yeni iş üniformasını gururla giyen Antonio, sabahın ilk zamanlarında oğlu Bruno’yla Roma’nın içine dalıyorlar. Küçük Bruno bir benzincide çırak olarak çalışıyor bu yaz aylarında. İşi öğrenmeye çalışan Antonio, güzel günleri hayal ederken, genç biri bisikletini çalıyor. Peşinden koşsa da hırsızın izini kaybediyor. Önce polise başvuruyor. Ama umutsuzluk karakol manzarasından yansıyor görüntüye. Partiden arkadaşı Baiocco’dan (Gino Saltamerenda) yardım istiyor. Baiocco, partide tiyatroda bir oyunda oynuyor.

Pazar günü. Antonio, Bruno, Baiocco ve partiden yoldaşlar çalınan bisikletlerin parçalanıp satıldığı Vittorio Meydanı’ndaki pazaryerine gidiyorlar. Bissiklet ekip çalışmasıyla aranıyor. Parçalara bölündüğünü düşünen Baiocco, parça parça aratıyor. Ama bulunamıyor. Burada orta yaşlı bir adam, yalnız sandığı küçük Bruno’ya asılıyor. Ortada açlık dolaşıyor. Baiocco, Antonio’yu oğluyla başka bir pazaryerine yolluyor kamyonetle. Yağmur başlıyor. Roma ıslakken kadınlar kadar güzel görünüyor. Porta Portese’deki pazaryerinde de bisikletler satılıyor. Antonio, bisikleti çalan genci gördüğünü düşünüyor. Yaşlı adamla konuşan genç kaçıyor. Antonio, Roma’nın dar sokaklarında onu kaybediyor, ama
oğluyla yaşlı adamın peşine takılıyor. Yaşlı dam kiliseye gidiyor. Pazar günleri kilisede yoksul insanlara yemek veriliyor ayin sonrasında. Yaşlı adamı sıkıştırsa da kargaşadan faydalanan yaşlı adam ortadan kayboluyor. Ortada kalan Antonio ve oğlu, ırmak kenarında birbirlerini kaybetseler de mutlu son uzakta değil. Köprüde oğlunu bulan Antonio, baba-oğul buradan çıktıktan sonra umutsuzca Roma sokaklarında dolaşıp duruyorlar. Önlerinden arabaların içine tıkış tıkış binmiş Modena taraftarlarının stada doğru gidişlerine bakıyorlar. Modena, sarı-kırmızılı ünlü Roma’yla maç yapacak. Sonra bir lokantaya giriyorlar. Burası zenginlerin takıldığı müzikli bir restorandı. Burjuvalar tıkınırken, yemek yemeye çabalayan Antonio, oğlu “Kutsal Kadın”ın mekânına gidiyor umutla. Kadın, âşık bir gence “çirkin”
diye, tohumunu başka tarlalara serp diyor. Umutsuzlukla oradan ayrılan Antonio, oğluyla sokaklarda dolaşırken o genci görüyor. Genç bir geneleve atıyor kendini. Küçük Bruno da hayatında ilk defa bir geneleve girmiş oluyor. Sonra genci evine sürüklüyor. Adı Alfredo olan gencin hayatı da yoksulluklar içinde. Açlıkla savaşıyorlar. Fakir annesi ne bulurlarsa onu kaynatıyor tencerelerinde. Mahallelilerle kargaşa yaşanırken, Bruno polisi getiriyor oraya. Gelen polis, umutsuzca evi arıyor. Umut vermeden gidiyor sonra. Baba-oğul, stadın yakınlarında kaldırıma yorgunlukla çökerken, Antonio’nun gözü duvara yaslanmış bisiklete takılıyor. Onu çalma girişimi de boşa çıkıyor. Bisikletin sahibi onu affediyor. Akşam çöküyor. Antonio ve oğlu kalabalıkların içinde kaybolurken, sonra ne olacaktı? Filmin Türkçe dublajı da iyiydi.

“Düşman Kardeşler…”

Büyük İtalyan usta Luchino Visconti’nin (1906-1976) “Yeni Gerçekçilik” içindeki 1960 yapımı “Rocco ei suoi Fratelli-Düşman Kardeşler”, savaş sonrasında güneyden kuzeye iç göçü anlatıyor.
Visconti, “önsöz” ve “sonsöz”ün arasına beş kardeşin öne çıkaran bölümleriyle filmini kurgulamış. Titanus ve Les Films Marceau’nun ortak sundukları film, Giovanni Testori’nin “Il Ponte della Ghiosolfa” romanından uyarlanmıştı. Filmin senaryosunu da yönetmenle beraber Suso Cecchi d’Amico yazmıştı. Öğretici fotoğraflar da kameraman Giuseppe Rotunno’dandı. Visconti bu filminde kaydırmalı çekimler de yapmıştı. Etkileyici müzikleri de büyük besteci Nino Rota yapmıştı bu filmde.

Film, bir opera şarkısıyla başlıyor ön jenerikte. Görüntü, Milano’nun tren garı üstüne açılıyor. Bu prolog, yani önsöz iç göçün ağıtı gibi. Güneydeki Lucania’dan buraya göç etmiş Parondi ailesinin annesi Rosaria (Katina Paksinu) ve dört oğlu kompartımandan iniyorlar. Daha önce bu şehre gelmiş büyük oğul Vincenzo’nun (Spiros Focas) yanına yerleşmek için. Kış ayları…

Vincenzo… Genç adam, Milano’da âşık olmuş ve bu akşam Ginetta’yla (Claudia Cardinale) Ginetta’nın ailesinin düzenlediği törenle nişanlanıyor. Rosaria, Rocco (Alain Delon), Simone (Renato Salvatori), Ciro (Max Cartier) ve en küçükleri Luca (Rocco Vidolazzi) nişanın tam üstüne düşüyorlar. Ginetta’nın ailesi bu kalabalıktan korkuyor. Beraber yaşama tedirginliği. Kamera, karanlıklar içinde sağa doğru kayarak inşaat işçilerinin kaldığı barakaları gösteriyor. İnşaat işçisi Vincenzo, kaldığı barakada yaşlı
adamdan akıl istiyor burada. Yaşlı adam ona yeni yapılan apartmanları söylüyor. İtalya’da kentsel dönüşümün kurbanlarından Milano, her yere dikilen apartmanlarıyla konut sorununu çözse de ruhunu kaybetmiş şehirlerden. İstanbul gibi. Daireye yerleşince bir ay kira ödenmeyince devlet konut yardımı
yapıyormuş kiracılara. Ucuz olarak. Parondi ailesi bir apartmanın bodrum katına yerleşiyorlar. Oğulların da hemen çalışması gerekiyor. Şimdi sadece kar küreme işleri var onlar için. Çok geçmeden başka işlerde çalışmaya başlıyorlar. Serseri ruhlu olan Simone boks antrenmanlarına takılıyor. Rocco bir kuru temizlemecide iş buluyor. Tek okuma-yazması olan Ciro da gece kurslarına katılarak bir meslek sahibi olmak istiyor. Hayalleri de uzakta değil. Annesinin evlenmesine karşı çıktığı Vincenzo, nişanlısıyla arasını düzeltmeye çabalıyor güneyli kültürüyle. Daha fark edememiş kadınla erkeğin eşitliğini. Sonra yolu aynı apartmanda oturan Nadia’yla (Annie Girardot) yolu kesişiyor. Babası kötü yolda olduğu için çok öfkeli Nadia’ya karşı. Vincenzo,Nadia’yı bodrum katlarına götürüyor. Bu götürüş kaderleri de etkiliyor sonra. Boks salonuna takılan 21 yaşındaki ağzından sigara düşmeyen Simone, fark ediliyor. Rocco da onunla takılıyor. Karanlık menajer Morini (Roger Hanin) ona boks maçları ayarlıyor. “Aurore Milano” formasıyla maçlara da çıkıyor. İlk maçını nakavtla kazanıyor Simone. Ailesi de maçını izliyor tribünden.

Simone… Ringlerde dövüşen Simone, fahişelik yapan Nadia’yla beraberliği derinleşiyor. Nadia, lüks yaşamı hayal ediyor. Simone’nin kazandıkları onun bu hayallerine yeter miydi? Paskalya sürerken, bir gezide lüks otelin önünde zengin kadınlara bakan Nadia, burada olmayı istediğini söylüyor Simone’ye. Nadia, doymayan, verdikçe hep isteyen bir insan. Hayat da devam ediyor. İlkokul diploması olan Ciro, meslek sahibi olmak için akşam kurslarına katılıyor. Simone gibi okuma-yazma bilmeyen Rocco da
kuru temizlemecide çalışıyor. İşyerinde güzel kızlar var. Spor salonuna da takılan Rocco, çok yakışıklı olduğu için kızlar kendilerini ona fark ettirmek istiyorlar. Rocco, güven duyulan prensip sahibi bir genç. Kuru temizlemeciye Simone düşüyor. Kızlara asılıyor. Elbiselerini ütületiyor. Bir temiz gömlek de çalıveriyor. Gece kuru temizlemeciye gelen Simone, patron Luisa’yı (Suzy Delair) görüyor. Kadının kocası ölmüş ve bir erkeğin sıcaklığından uzak kalmış yıllarca. Bundan yaralanan Simone kadına asılıyor, ardından broşunu çalıyor. Parondi ailesinin evine polis geliyor Simone için. Rocco, onu aramaya çıktığında Nadia’yı görüyor. Arabası da olan Nadia, ona broşu veriyor. Ardından Rocco’yu fark ediyor. Simone’ye hiç benzemiyor. Broşu patronuna veren Rocco işi bırakıyor. O, onurlu bir insan.

Rocco… Genç Rocco askerde şimdi. 14 ay olmuş. Ailesi yeni bir daireye de taşınmış. Artık bodrum katında oturmuyorlar. Rocco, hapisten yeni çıkmış Nadia’yla karşılaşıyor. Kafede onunla köydeki hayatlarından konuşuyor. Çorak topraklar, yoksulluk ve açlık. Belki Milano’ya göç etmeselerdi açlıktan ölebilirlerdi. İtalyan diktatörü “Duce” Mussolini, iktidara geldikten sonra güneyi yoksulluğa ve açlığa terk etti. Onlardan öç aldı. Her şeyi, sanayiyi kuzeye yığdı. Kuzeyi zenginleştirdi. Güneyin kaderi, Mussolini gittikten sonra biraz değisse de yine yoksuldu. Kuzeyli faşistler, hâlâ dışlıyorlar. Köyün özleyen Rocco, Nadia’ya “İnandıktan sonra herkes başarabilir” diyor. Ama, korkmamalı. İnsanların, bu filme ve Rocco gibi bir insana ihtiyacı var. Umut için belki de. Eve dönüyor Rocco. Vincenzo, Ginetta’yla evlenmiş ve bebekleri Antonio’nun vaftiz töreni oluyor. Rocco mutlulukla kiliseye koşuyor. Rocco sonra spor
salonuna takılmaya başlıyor. Hayatı çöküntüye giden Simone’den sıkılan menajer Cerri (Paolo Stoppa), Rocco’yu yeni boksörü olarak seçiyor. Simone daha da dibe vurmaya başlıyor çok geçmeden. Nadia, Rocco’ya yakınlaşmaya başlıyor. Nadia, onun saf duygularını mı sömürüyordu, yoksa gerçekten Rocco gibi iyi ve uzlaşmacı birine mi ihtiyaç duyuyordu? Barda, Rocco’yla Nadia’nın çıktığını öğrenen Simone öfkeyle doluyor. Garın yanındaki Ghiosolfa Köprüsü’nde buluşuyorlarmış. Yanında serseri arkadaşlarıyla oraya giden Simone, Rocco’yla dövüşüyor, Nadia’ya tecavüz ediyor ve birçok şeyin kaderini değiştiriyor. Simone’nin aşkına ve tutkusuna saygı duyan Rocco, köprüde Nadia’yla vedalaşıyor. Rocco, artık abisi Vincenzo’nun evinde kalıyor bu olaydan sonra. Nadia fahişeliğe dönüyor. Kumar oynanan mekânda Simone onu görüyor. Nadia onu hayatına bir katmak istemiyor. Rocco da ringlerde başarıdan başarıya koşuyor. Rocco başardıkça Simone de daha da batağa düşüyor.

Ciro… Genç Ciro da, Alfa Romeo araba fabrikasına girerek hayatı anlamlaşıyor âşık olarak. Onun da hayatında güzel Franca (Alessandra Panaro) var şimdi. Simone, eski menajerini Morini’nin evine gidiyor, biraz para alabilmek için. Boks hayatı neredeyse bitmiş Simone için. Bu anda parçalı ışık düzenlemeleri yapmış Visconti. Daha kasvetli ve gerilimli bir atmosfer yaratılıyor. Morini, Lombardo’dan ilk geldiğinde Apollon’u gördüğünü söylüyor Simone’ye. Sonra yine iki polis Simone’yi arıyor. Ciro karakola gidiyor. Her şey kısırdöngü gibiydi sanki. Simone, Nadia’yı eve
getirmiş. Rosaria onun varlığından mutsuz. Nadia evi terk ediyor. Nadia, Simone’ye nefret dolu. Rocco’yla mutluluğunu engellediği için. Ya Simone’nin tutkusu? Onu da anlamak gerekiyor mu? Belki de Nadia’nın Rocco’nun hayatından çıkması Rocco için daha mı iyi olmuştu? Kader kendi planını mı yaşatıyordu trajediler sahnelerken? Ciro da Simone’den nefret ediyor ve ailesinden biri olarak görmüyor onu. Simone’nin Morini’ye 400 bin liret borcu varmış. Rocco bu borcu ödemeyi kabul ediyor geleceğini ipotek altına alarak. Simone barda serserilerden Nadia’nın kanal taraflarında fahişelik yaptığını öğrendiğinde trajediler de çoğalıyor.

Luca… Evin en küçüğüydü o. Simone dışında herkes Rocco’nun zaferini yemekle kutluyor. Rocco, köyünü özlüyor. Luca’nın köye geri döneceğini düşlüyor. Memleketlerinde, birisinin evi yapılırken, oradan geçen biri taş atarmış evin sağlam olması için. Bir kurban gerektiğine inanıldığı için. Ya şehirde? Sonra kapı zili çalıyor ve Simone her şeyi itiraf ediyor Rocco’ya. Ciro, Simone’yi ihbar ediyor, hayatlarından tümden çıkması için. Aile eskisi gibi güçlü olabilecek miydi? Hayat devam ediyordu.

Epilog, yani son sözde Luca’nın kederi sürüyor, Franca’yla mutluluğu yaşayan abisi Ciro’ya bakarken. İşçi sınıfının mutlu temsilcisi Ciro, Franca’yla gelecek için planlar yapabilirdi. Simone ne olacaktı? Hayat devam edecekti. Fabrikada, Ciro’nun yanından ayrılan Luca önünde apaçık duran yolda yürüyor. Abisi Rocco’nun duvardaki asılı afşini okşuyor.Belki de ileride köylerine dönecekti Luca. Sistemle uyumlu Ciro da Franca’yla mutlu ve yarından umutlu işine doğru yürürken. Bu film Venedik Film Festivali’nde “Gümüş Aslan” kazanmıştı. Aynı festivalde FIPRESCI Ödülü’nü de almıştı film.

Filmin Türkçe dublajı da muazzamdı. Alain Delon’un seslendirmesi bir an kulağınıza tuhaf gibi geliyor ama kısa bir zaman sonra kulağınız sese alışıyor. Bizde, önemli filmlere dublajlarda gerçekten önem veriliyor. Onlar da geleceğe kalmak istiyor.

(27 Aralık 2014)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com

O Gün, Salt’ta Gösteriliyor

Salt Beyoğlu Açık Sinema’nda 24 Aralık Perşembe günü, 19:00’da Akram Zaatari’nin yönettiği O Gün (This Day) adlı film gösteriliyor. Zaatari’nin Orta Doğu kaynaklı görüntülerin internette dolaşımı üzerine yürüttüğü üç yıllık bir araştırmanın sonucu olan film, hem coğrafi bakımdan dışa dönük hem de hafıza ve gündelik olayların kaydedilmesine ilişkin içe dönük bir yolculuk niteliğinde. Orta Doğu’nun parçalanmış coğrafyasında sonlanma ve yer değiştirme fikirleri inceleniyor.

10. Dağ Filmleri Festivali

Türkiye’nin, doğa, keşif ve macera konulu, ilk ve tek film festivali olan 10. Dağ Filmleri Festivali, 24 – 30 Nisan 2015 tarihleri arasında İstanbul Beyoğlu’nda, izleyicileriyle buluşacak. Festivale bu yıl Beyoğlu Atlas Sineması ev sahipliği yapacak. 600’den fazla film arasından belirlenen 2015 seçkisi 50’ye yakın filmden oluşacak. Filmler, Ülkemizden, Dünyadan, Keşif Ruhu, Doğa – Çevre – İnsan, Su Dünyası, Bisiklet, Kayak olmak üzere, 7 tema başlığı altında toplanıyor. Seçkide, rafting, dalış, dağcılık, kaya tırmanışı, base jump, kayak, dağ bisikleti gibi doğa sporlarının yanı sıra, çevre ve doğa belgeselleri ve gezi, keşif ve insan hikâyeleri de yer alıyor.

10. Dağ Filmleri Festivali yazısına devam et

Sessizliğin Bakışı, İlk Kez If İstanbul’da

Yılın en iyileri arasında gösterilen Joshua Oppenheimer filmi Sessizliğin Bakışı (The Look of Silence), 14. If İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde gala yapacak. If 2013’ün Keşif yarışmasında Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Ödülünü kucaklayan Öldürme Eylemi’nin (The Act of Killing) devamı niteliğinde olan belgesel, Endonezya’da yaşanan katliamı mağdurların ağzından anlatıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Festival hakkında geniş bilgi için tıklayınız.

Hulusi Kentmen Anılıyor

Yeşilçam’ın büyük çınarı Hulusi Kentmen ölümünün 21., Türk Sinemasının 100. yılında, ilginç bir seremoniyle anılacak. Kendisine ait ve sinemamızda birçok oyuncunun kullandığı 1956 model Ford marka üstü açık aracıyla, Filiz Akın, Tarık Akan, Türkan Şoray, Ediz Hun, İzzet Günay gibi sinemacı arkadaşlarının hazır bulunacağı, kendisine ait anma programına katılacak, torunu üzerinde resimlerinin olduğu, kendi elleriyle yaptığı anı kurabiyelerini konuklara dağıtacak. 20 Aralık Cumartesi günü gerçekleşecek anma programında Hulusi Kentmen’e ait, Talat Doğanoğlu’nun yapmış olduğu hiperrealist heykeli de hazır bulundurulacak.

Hulusi Kentmen Anılıyor yazısına devam et

Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı 1 Milyonu Geçti

Murat Şeker’in yönettiği Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı, 1.032.117 kişiyle son haftanın en çok izlenen film oldu. Filmin senaristi ve yönetmeni Murat Şeker, “İsminden anlaşılacağı üzere toplum olarak fazlasıyla gergin olan gündemimize bir nefes olsun diye tasarladığımız yeni filmimiz, benim senaryo olarak üzerinde en çok çalıştığım film oldu. Senarist arkadaşım Ali Tanrıverdi ile birlikte gerçekten aylarca çalıştık senaryo üzerine. Devam filmi olmasının zorluklarını yenmek için sanki yeni bir film yazıyormuşçasına oluşturduk senaryoyu. Yeni karakterleri, sürprizleri ve aksiyonu bol bir senaryo oldu. Kısacası eğlence devam ediyor.” diye konuştu.

Mücadele ve Mutluluk

Mücadele vermeden mutluluğa ulaşılmıyor. Ağır bir depresyon yüzünden ara vermek zorunda kaldığı çalışma hayatına geri döneceği sırada işten çıkarılma tehdidiyle karşı karşıya kalan Sandra için de geçerli bu. Küçük bir işletmenin personeli olan genç kadının yokluğu sırasında aynı işin bir bir eleman eksiğiyle yapılabileceğini keşfeden işvereni işçisini gözden çıkarmıştır. Üstelik bunu sorumluluğu üzerine almadan diğer çalışanları bir seçimle başbaşa bırakmak suretiyle yapmayı düşünür. Buna göre panel üreticisi küçük şirketin diğer çalışanları 1.000 Avro’luk ikramiyeleri ile Sandra’nın işini sürdürebilmesi arasında bir tercih yapmak zorundadır.

Jean Pierre ve Luc Dardenne kardeşlerin son çalışması ‘İki Gün ve Bir Gece / Deux Jours, Une Nuit’, işveren ve ustabaşı tarafından hayata geçirilmiş sinsi plana karşı Sandra’nın mücadelesi üzerine kurulu. İpotekli evlerinin kredi borcunu ödeyebilmek işe ihtiyacı vardır Sandra’nın. İş arkadaşlarının ihtiyaçları da benzer niteliktedir. Büyük kızın üniversite masrafları, iki yıldır ödenmemiş elektrik ve gaz faturaları, yeni evin giderleri vs. için bir can simidi gibi görülmektedir bu ikramiye birçoğu için. Kimisi evini döndürebilmek için haftasonu ek işlerde çalışan iş arkadaşlarını alacakları yıllık primden vazgeçmeye ikna etmek kolay olmayacaktır.

Kariyerleri boyunca orta ve alt sınıfların yaşam mücadelesi üzerine saygın örnekler vermiş olan Belçikalı usta sinemacıların son işi gerilimi giderek yükselen soluk soluğa bir hikâye. Küçük işletme çalışanı Sandra’nın mücadelesi çalınan iş aracını bir gün boyunca umutsuzca arayan De Sica’nın ‘Bisiklet Hırsızı’nın çabasını anımsatıyor. Savaşın yıkıntılarında varolmaya çalışan küçük insanların dünyasından altmış küsur yıl sonra çağdaş kapitalizmin refah Avrupa ülkesinde çalışanların içine düşmüş olduğu çıkmaz ibret verici bu açıdan. Sandra’nın mücadelesini izlerken iki gün boyunca orta alt sınıf mahallelerdeki yaşamları gözlemleme fırsatı buluyor, global ekonomik krizin ve acımasız kapitalist rekabetin benzer dertler ve sorunlarla boğuşan çalışanları nasıl birbirine düşürdüğüne, işçi sınıfı bilincinin yerinde yeller estiğine tanıklık ediyoruz. Sandra’nın işçi arkadaşlarının vicdanlarına ne ölçüde dokunabildiği veya işine geri dönüp dönemediği çok da önemli değil, filmi izleyenler bunun yanıtını öğrenecekler zaten. Önemli olan bu iki günlük savaşım sonunda Sandra’nın sınıf bilincine kavuşması, günümüzde yok olmaya yüz tutmuş gözüken işçi sınıfı dayanışmasının mutluluğuna erişebilmiş olmasıdır.

‘İki Gün ve Bir Gece’ usta yönetmenlerin önceki işleri gibi sade ve gösterişsiz, melodrama ve aşırı duygusallığa prim vermeyen çok başarılı bir çalışma. Daha önceki filmlerinde amatör ya da çok tanınmayan oyuncuları tercih etmiş olan Dardenne kardeşler ilk kez önemli bir yıldız oyuncuyla çalışmış, çok da doğru bir seçim yapmışlar. Keza Marion Cotillard tüm profesyonelliği ve başlangıçtan son plana kadar nefes kesen yorumuyla bizleri bir kez daha hayran bırakıyor kendisine. Cotillard’ın adını yaklaşan ödül mevsimi seçimlerinde sık sık duyarız gibi geliyor.

(26 Aralık 2014)

Ferhan Baran

ferhan@ferhanbaran.com

10 Haftalık Senaryo Atölyesi + Yapımcılara Sunum

Yeni Metin Yeni Tiyatro projesi ile pekçok oyun yazarını tiyatro dünyasında kazandıran GalataPerform, keşiflerine senaryo atölyesi ile devam ediyor. 10 hafta devam edecek olan atölyenin yürütücülüğünü senarist Ceyda Aşar gerçekleştirecek. Teorik bilgilerle yetinmeyerek yazmaya yönelik pratik çalışmalarla ilerleyen atölyede, özel konuklarla sohbetler de olacak. Derviş Zaim, İlksen Başarır ve Yiğit Özşener forumlarda katılımcılarla buluşacak. Film fikri ya da hikâyesi olanlar ise fikirlerini yapımcılara sunup yorumlarını dinleme şansı edinecek.

Mad Max: Fury Road

George Miller’ın yönettiği ve Tom Hardy, Charlize Theron, Nicholas Hoult ile Hugh Keays Byrne’in oynadığı Mad Max: Fury Road, 15 Mayıs 2015′de Warner Bros. dağıtımıyla Warner Bros. tarafından vizyona çıkarıldı.
Çalkantılı geçmişi Mad Max’i hayatta kalmak için en iyi yolun yalnız olmak gerektiğine inandırmıştır. Yine de, Furiosa adlı liderlerinin peşinde çorak topraklardaki savaş ortamından, sürekli kaçarak hayatta kalmaya çalışan bir grubun arasına sürüklenir. Yaşadıkları ortamı zalimce yöneten Immortan Joe’dan kaçmaktadırlar. Joe ise kendisinden çalınan ve yeri doldurulamayacak derecede önemli kaybının peşindedir.

  • Basın Bülteni
  • Fotoğraflar
  • Web Sitesi
  • Fragman: 1 / 2
  • IMDb
  • Ferhan Baran Yazıyor

Mad Max: Fury Road yazısına devam et

Atalay Taşdiken: Anadolu Hikâye Kaynıyor

Yönetmen Atalay Taşdiken, Anadolu’nun sinemacılar için sayısız hikâye barındırdığını söyledi. Eyüp Belediyesi ve Film Arası Dergisi’nin ortaklaşa düzenlediği etkinliğe katılan Taşdiken, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Göktürk Kültür Merkezi’nde, Mommo: Kız Kardeşim filminin gösterimi sonrasında söyleşide konuşan Taşdiken, sinema yazarı Suat Köçer’in sorularını yanıtladı. Taşdiken, dünyaca ünlü oyuncularımızın olmamasının büyük eksiklik olduğunu söyledi.

Atalay Taşdiken: Anadolu Hikâye Kaynıyor yazısına devam et