Yeni Gerçekçilik Ustaları: De Sica ve Visconti

İtalyan sinemasının iki büyük ustası Vittorio de Sica ve Luchino Visconti’nin filmlerini paylaşmak istedik. De Sica’nın “Bisiklet Hırsızları” ve Visconti’nin “Düşman Kardeşler” filmleri ikinci savaş sonrasındaki İtalya’ya gerçekçi bir bakış sunuyor.

“Bisiklet Hırsızları…”

Vittorio de Sica’nın (1901-1974), İkinci Dünya savaşı sonrasında Roma’da geçen 1948 yapımı siyah-beyaz “Ladri di Biciclette-Bisiklet Hırsızları”, yıkıntılar içindeki bir ülkedeki, İtalya’daki yoksulluğa ve açlığa derin bakışlı bir film. Filmin senaryosunu yönetmenle beraber Cesare Zavattini, Suso Cecchi d’Amico, Oreste Biancoli, Adolfo Franci ve Gerardo Guerrieri ortak yazmışlar. Film, Luigi Bartolini’nin romanından uyarlanmış. Çarpıcı ve öğretici fotoğrafları da kameraman Carlo Montuori çekmiş. Filmde zincirlemeli geçişle ve kaydırmalı çekimler de yapmış yönetmen. Hüzünlü müzikleri de Alessandro Cicognini bestelemiş. Fonda duyulan bu hüzünlü müzikler, yoksulların içindeki kederleri yansıtıyor sanki. Filmin hikâyesi üç gün kadar sürüyor. Bir de bu filmin oyuncuları amatörler. Film ülkemizde 1958’de vizyona çıktı.

Bu film, iki yıldır işsiz Antonio Ricci’nin (Lamberto Maggiorani) ve ailesinin hikâyesi. Karısı Maria (Lianella Carell), ilkokul öğrencisi oğulları Bruno (Enzo Staiola) ve yeni doğmuş bebekleriyle yoksul evlerinde yarı tok, yarı aç yaşamaya çabalıyor Antonio. Aslında birçok ailenin hikâyesiydi bu. Hatta bisikleti çalan genç Alfredo’nun (Vittorio Antonucci) ve ailesinin de. Tramvaylara, belediye otobüslerine tıkış tıkış binmiş insanların da. Bu filmde gördüğünüz her şey gerçeklik içinde. Bir ara bütün bunların İtalya’dan değil de şimdiki ülkemizden yansımalar olduğunu sanıyorsunuz. Yoksulluğu, açlığı ve işsizliği düşünüyorsunuz.

Antonio, duvarlara afiş yapıştırma işi buluyor. Ama bu işi alabilmesi için bir bisikleti olması gerekiyor. Parası olmayan Antonio bisiklete nasıl sahip olacaktı? Umutsuzca eve doğru giderken, sokaktaki çeşmeden su dolduran karısı Maria’ya umutsuz durumu anlatıyor. Kadınlar güçlü ve umutsuz anlarda hayata anlam katabiliyorlar. Kullanılmış ve kullanılmamış yatak çarşaflarını eskiciye satıp zar eski bir zar zor eski 1935 model Fides bisiklete sahip oluyorlar. Bu bisiklet maaşın yanında fazla mesai ve pirimler de kazandıracak
aileye. Kazan kaynayacak ve çocukları güvenle büyüyecekler. Karısı, geleceği gördüğü söylenen “Kutsal Kadın”a (Ida Arms) uğruyor önce Antonio’nun. Yeni iş üniformasını gururla giyen Antonio, sabahın ilk zamanlarında oğlu Bruno’yla Roma’nın içine dalıyorlar. Küçük Bruno bir benzincide çırak olarak çalışıyor bu yaz aylarında. İşi öğrenmeye çalışan Antonio, güzel günleri hayal ederken, genç biri bisikletini çalıyor. Peşinden koşsa da hırsızın izini kaybediyor. Önce polise başvuruyor. Ama umutsuzluk karakol manzarasından yansıyor görüntüye. Partiden arkadaşı Baiocco’dan (Gino Saltamerenda) yardım istiyor. Baiocco, partide tiyatroda bir oyunda oynuyor.

Pazar günü. Antonio, Bruno, Baiocco ve partiden yoldaşlar çalınan bisikletlerin parçalanıp satıldığı Vittorio Meydanı’ndaki pazaryerine gidiyorlar. Bissiklet ekip çalışmasıyla aranıyor. Parçalara bölündüğünü düşünen Baiocco, parça parça aratıyor. Ama bulunamıyor. Burada orta yaşlı bir adam, yalnız sandığı küçük Bruno’ya asılıyor. Ortada açlık dolaşıyor. Baiocco, Antonio’yu oğluyla başka bir pazaryerine yolluyor kamyonetle. Yağmur başlıyor. Roma ıslakken kadınlar kadar güzel görünüyor. Porta Portese’deki pazaryerinde de bisikletler satılıyor. Antonio, bisikleti çalan genci gördüğünü düşünüyor. Yaşlı adamla konuşan genç kaçıyor. Antonio, Roma’nın dar sokaklarında onu kaybediyor, ama
oğluyla yaşlı adamın peşine takılıyor. Yaşlı dam kiliseye gidiyor. Pazar günleri kilisede yoksul insanlara yemek veriliyor ayin sonrasında. Yaşlı adamı sıkıştırsa da kargaşadan faydalanan yaşlı adam ortadan kayboluyor. Ortada kalan Antonio ve oğlu, ırmak kenarında birbirlerini kaybetseler de mutlu son uzakta değil. Köprüde oğlunu bulan Antonio, baba-oğul buradan çıktıktan sonra umutsuzca Roma sokaklarında dolaşıp duruyorlar. Önlerinden arabaların içine tıkış tıkış binmiş Modena taraftarlarının stada doğru gidişlerine bakıyorlar. Modena, sarı-kırmızılı ünlü Roma’yla maç yapacak. Sonra bir lokantaya giriyorlar. Burası zenginlerin takıldığı müzikli bir restorandı. Burjuvalar tıkınırken, yemek yemeye çabalayan Antonio, oğlu “Kutsal Kadın”ın mekânına gidiyor umutla. Kadın, âşık bir gence “çirkin”
diye, tohumunu başka tarlalara serp diyor. Umutsuzlukla oradan ayrılan Antonio, oğluyla sokaklarda dolaşırken o genci görüyor. Genç bir geneleve atıyor kendini. Küçük Bruno da hayatında ilk defa bir geneleve girmiş oluyor. Sonra genci evine sürüklüyor. Adı Alfredo olan gencin hayatı da yoksulluklar içinde. Açlıkla savaşıyorlar. Fakir annesi ne bulurlarsa onu kaynatıyor tencerelerinde. Mahallelilerle kargaşa yaşanırken, Bruno polisi getiriyor oraya. Gelen polis, umutsuzca evi arıyor. Umut vermeden gidiyor sonra. Baba-oğul, stadın yakınlarında kaldırıma yorgunlukla çökerken, Antonio’nun gözü duvara yaslanmış bisiklete takılıyor. Onu çalma girişimi de boşa çıkıyor. Bisikletin sahibi onu affediyor. Akşam çöküyor. Antonio ve oğlu kalabalıkların içinde kaybolurken, sonra ne olacaktı? Filmin Türkçe dublajı da iyiydi.

“Düşman Kardeşler…”

Büyük İtalyan usta Luchino Visconti’nin (1906-1976) “Yeni Gerçekçilik” içindeki 1960 yapımı “Rocco ei suoi Fratelli-Düşman Kardeşler”, savaş sonrasında güneyden kuzeye iç göçü anlatıyor.
Visconti, “önsöz” ve “sonsöz”ün arasına beş kardeşin öne çıkaran bölümleriyle filmini kurgulamış. Titanus ve Les Films Marceau’nun ortak sundukları film, Giovanni Testori’nin “Il Ponte della Ghiosolfa” romanından uyarlanmıştı. Filmin senaryosunu da yönetmenle beraber Suso Cecchi d’Amico yazmıştı. Öğretici fotoğraflar da kameraman Giuseppe Rotunno’dandı. Visconti bu filminde kaydırmalı çekimler de yapmıştı. Etkileyici müzikleri de büyük besteci Nino Rota yapmıştı bu filmde.

Film, bir opera şarkısıyla başlıyor ön jenerikte. Görüntü, Milano’nun tren garı üstüne açılıyor. Bu prolog, yani önsöz iç göçün ağıtı gibi. Güneydeki Lucania’dan buraya göç etmiş Parondi ailesinin annesi Rosaria (Katina Paksinu) ve dört oğlu kompartımandan iniyorlar. Daha önce bu şehre gelmiş büyük oğul Vincenzo’nun (Spiros Focas) yanına yerleşmek için. Kış ayları…

Vincenzo… Genç adam, Milano’da âşık olmuş ve bu akşam Ginetta’yla (Claudia Cardinale) Ginetta’nın ailesinin düzenlediği törenle nişanlanıyor. Rosaria, Rocco (Alain Delon), Simone (Renato Salvatori), Ciro (Max Cartier) ve en küçükleri Luca (Rocco Vidolazzi) nişanın tam üstüne düşüyorlar. Ginetta’nın ailesi bu kalabalıktan korkuyor. Beraber yaşama tedirginliği. Kamera, karanlıklar içinde sağa doğru kayarak inşaat işçilerinin kaldığı barakaları gösteriyor. İnşaat işçisi Vincenzo, kaldığı barakada yaşlı
adamdan akıl istiyor burada. Yaşlı adam ona yeni yapılan apartmanları söylüyor. İtalya’da kentsel dönüşümün kurbanlarından Milano, her yere dikilen apartmanlarıyla konut sorununu çözse de ruhunu kaybetmiş şehirlerden. İstanbul gibi. Daireye yerleşince bir ay kira ödenmeyince devlet konut yardımı
yapıyormuş kiracılara. Ucuz olarak. Parondi ailesi bir apartmanın bodrum katına yerleşiyorlar. Oğulların da hemen çalışması gerekiyor. Şimdi sadece kar küreme işleri var onlar için. Çok geçmeden başka işlerde çalışmaya başlıyorlar. Serseri ruhlu olan Simone boks antrenmanlarına takılıyor. Rocco bir kuru temizlemecide iş buluyor. Tek okuma-yazması olan Ciro da gece kurslarına katılarak bir meslek sahibi olmak istiyor. Hayalleri de uzakta değil. Annesinin evlenmesine karşı çıktığı Vincenzo, nişanlısıyla arasını düzeltmeye çabalıyor güneyli kültürüyle. Daha fark edememiş kadınla erkeğin eşitliğini. Sonra yolu aynı apartmanda oturan Nadia’yla (Annie Girardot) yolu kesişiyor. Babası kötü yolda olduğu için çok öfkeli Nadia’ya karşı. Vincenzo,Nadia’yı bodrum katlarına götürüyor. Bu götürüş kaderleri de etkiliyor sonra. Boks salonuna takılan 21 yaşındaki ağzından sigara düşmeyen Simone, fark ediliyor. Rocco da onunla takılıyor. Karanlık menajer Morini (Roger Hanin) ona boks maçları ayarlıyor. “Aurore Milano” formasıyla maçlara da çıkıyor. İlk maçını nakavtla kazanıyor Simone. Ailesi de maçını izliyor tribünden.

Simone… Ringlerde dövüşen Simone, fahişelik yapan Nadia’yla beraberliği derinleşiyor. Nadia, lüks yaşamı hayal ediyor. Simone’nin kazandıkları onun bu hayallerine yeter miydi? Paskalya sürerken, bir gezide lüks otelin önünde zengin kadınlara bakan Nadia, burada olmayı istediğini söylüyor Simone’ye. Nadia, doymayan, verdikçe hep isteyen bir insan. Hayat da devam ediyor. İlkokul diploması olan Ciro, meslek sahibi olmak için akşam kurslarına katılıyor. Simone gibi okuma-yazma bilmeyen Rocco da
kuru temizlemecide çalışıyor. İşyerinde güzel kızlar var. Spor salonuna da takılan Rocco, çok yakışıklı olduğu için kızlar kendilerini ona fark ettirmek istiyorlar. Rocco, güven duyulan prensip sahibi bir genç. Kuru temizlemeciye Simone düşüyor. Kızlara asılıyor. Elbiselerini ütületiyor. Bir temiz gömlek de çalıveriyor. Gece kuru temizlemeciye gelen Simone, patron Luisa’yı (Suzy Delair) görüyor. Kadının kocası ölmüş ve bir erkeğin sıcaklığından uzak kalmış yıllarca. Bundan yaralanan Simone kadına asılıyor, ardından broşunu çalıyor. Parondi ailesinin evine polis geliyor Simone için. Rocco, onu aramaya çıktığında Nadia’yı görüyor. Arabası da olan Nadia, ona broşu veriyor. Ardından Rocco’yu fark ediyor. Simone’ye hiç benzemiyor. Broşu patronuna veren Rocco işi bırakıyor. O, onurlu bir insan.

Rocco… Genç Rocco askerde şimdi. 14 ay olmuş. Ailesi yeni bir daireye de taşınmış. Artık bodrum katında oturmuyorlar. Rocco, hapisten yeni çıkmış Nadia’yla karşılaşıyor. Kafede onunla köydeki hayatlarından konuşuyor. Çorak topraklar, yoksulluk ve açlık. Belki Milano’ya göç etmeselerdi açlıktan ölebilirlerdi. İtalyan diktatörü “Duce” Mussolini, iktidara geldikten sonra güneyi yoksulluğa ve açlığa terk etti. Onlardan öç aldı. Her şeyi, sanayiyi kuzeye yığdı. Kuzeyi zenginleştirdi. Güneyin kaderi, Mussolini gittikten sonra biraz değisse de yine yoksuldu. Kuzeyli faşistler, hâlâ dışlıyorlar. Köyün özleyen Rocco, Nadia’ya “İnandıktan sonra herkes başarabilir” diyor. Ama, korkmamalı. İnsanların, bu filme ve Rocco gibi bir insana ihtiyacı var. Umut için belki de. Eve dönüyor Rocco. Vincenzo, Ginetta’yla evlenmiş ve bebekleri Antonio’nun vaftiz töreni oluyor. Rocco mutlulukla kiliseye koşuyor. Rocco sonra spor
salonuna takılmaya başlıyor. Hayatı çöküntüye giden Simone’den sıkılan menajer Cerri (Paolo Stoppa), Rocco’yu yeni boksörü olarak seçiyor. Simone daha da dibe vurmaya başlıyor çok geçmeden. Nadia, Rocco’ya yakınlaşmaya başlıyor. Nadia, onun saf duygularını mı sömürüyordu, yoksa gerçekten Rocco gibi iyi ve uzlaşmacı birine mi ihtiyaç duyuyordu? Barda, Rocco’yla Nadia’nın çıktığını öğrenen Simone öfkeyle doluyor. Garın yanındaki Ghiosolfa Köprüsü’nde buluşuyorlarmış. Yanında serseri arkadaşlarıyla oraya giden Simone, Rocco’yla dövüşüyor, Nadia’ya tecavüz ediyor ve birçok şeyin kaderini değiştiriyor. Simone’nin aşkına ve tutkusuna saygı duyan Rocco, köprüde Nadia’yla vedalaşıyor. Rocco, artık abisi Vincenzo’nun evinde kalıyor bu olaydan sonra. Nadia fahişeliğe dönüyor. Kumar oynanan mekânda Simone onu görüyor. Nadia onu hayatına bir katmak istemiyor. Rocco da ringlerde başarıdan başarıya koşuyor. Rocco başardıkça Simone de daha da batağa düşüyor.

Ciro… Genç Ciro da, Alfa Romeo araba fabrikasına girerek hayatı anlamlaşıyor âşık olarak. Onun da hayatında güzel Franca (Alessandra Panaro) var şimdi. Simone, eski menajerini Morini’nin evine gidiyor, biraz para alabilmek için. Boks hayatı neredeyse bitmiş Simone için. Bu anda parçalı ışık düzenlemeleri yapmış Visconti. Daha kasvetli ve gerilimli bir atmosfer yaratılıyor. Morini, Lombardo’dan ilk geldiğinde Apollon’u gördüğünü söylüyor Simone’ye. Sonra yine iki polis Simone’yi arıyor. Ciro karakola gidiyor. Her şey kısırdöngü gibiydi sanki. Simone, Nadia’yı eve
getirmiş. Rosaria onun varlığından mutsuz. Nadia evi terk ediyor. Nadia, Simone’ye nefret dolu. Rocco’yla mutluluğunu engellediği için. Ya Simone’nin tutkusu? Onu da anlamak gerekiyor mu? Belki de Nadia’nın Rocco’nun hayatından çıkması Rocco için daha mı iyi olmuştu? Kader kendi planını mı yaşatıyordu trajediler sahnelerken? Ciro da Simone’den nefret ediyor ve ailesinden biri olarak görmüyor onu. Simone’nin Morini’ye 400 bin liret borcu varmış. Rocco bu borcu ödemeyi kabul ediyor geleceğini ipotek altına alarak. Simone barda serserilerden Nadia’nın kanal taraflarında fahişelik yaptığını öğrendiğinde trajediler de çoğalıyor.

Luca… Evin en küçüğüydü o. Simone dışında herkes Rocco’nun zaferini yemekle kutluyor. Rocco, köyünü özlüyor. Luca’nın köye geri döneceğini düşlüyor. Memleketlerinde, birisinin evi yapılırken, oradan geçen biri taş atarmış evin sağlam olması için. Bir kurban gerektiğine inanıldığı için. Ya şehirde? Sonra kapı zili çalıyor ve Simone her şeyi itiraf ediyor Rocco’ya. Ciro, Simone’yi ihbar ediyor, hayatlarından tümden çıkması için. Aile eskisi gibi güçlü olabilecek miydi? Hayat devam ediyordu.

Epilog, yani son sözde Luca’nın kederi sürüyor, Franca’yla mutluluğu yaşayan abisi Ciro’ya bakarken. İşçi sınıfının mutlu temsilcisi Ciro, Franca’yla gelecek için planlar yapabilirdi. Simone ne olacaktı? Hayat devam edecekti. Fabrikada, Ciro’nun yanından ayrılan Luca önünde apaçık duran yolda yürüyor. Abisi Rocco’nun duvardaki asılı afşini okşuyor.Belki de ileride köylerine dönecekti Luca. Sistemle uyumlu Ciro da Franca’yla mutlu ve yarından umutlu işine doğru yürürken. Bu film Venedik Film Festivali’nde “Gümüş Aslan” kazanmıştı. Aynı festivalde FIPRESCI Ödülü’nü de almıştı film.

Filmin Türkçe dublajı da muazzamdı. Alain Delon’un seslendirmesi bir an kulağınıza tuhaf gibi geliyor ama kısa bir zaman sonra kulağınız sese alışıyor. Bizde, önemli filmlere dublajlarda gerçekten önem veriliyor. Onlar da geleceğe kalmak istiyor.

(27 Aralık 2014)

Ali Erden

ailerden@hotmail.com