Suat Derviş (1905 – 1972) bir yazar. Fosforlu Cevriye, romanlarından birisi. Dorsay, kitaba yazdığı “sunuş” yazısında romanın 1940’larda popüler bir gazetede (!) yayınlandığını yazıyor. Elimde, kitabın MAY Yayınları tarafından 1968 yılında yayınlanmış bir baskısı var. (8.5.1979 tarihinde almışım, herhalde bir sahaf kitapçıdan.) Dorsay, kitabın İthaki Yayınları’ndan 2013 tarihi basımına “sunuş” yazısı yazmış. Atilla Dorsay ve Turhan Gürkan (Gürkan “yerli sinema” bölümlerini hazırlamış) ikilisinin hazırladığı Sinema Ansiklopedisi’nin 144-147. sayfalarında yer alan “Türk Sinemasında Edebiyat Uyarlamaları” bölümünde Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye romanının 1959’da Aydın Arakon tarafından sinemaya uyarlandığı yer alıyor (s. 145). Ayrıca, Fosforlu Cevriye filminin iş yapması nedeni ile çevrilen devamlarının da (Kıtıpiyoza Tuzak “Fosforlu’nun Oyunu” / Fosforlu Oyuna Gelmez) Suat Derviş’in yapıtından hareketle yapıldığını belirtiyor. Bu arada Nejat Saydam’ın 1969’da yaptığı, Aydan Arakon’un Fosforlu Cevriye filminin ikinci çevrimi olan fakat ismi Fosforlu Cevriyem’e dönüşmüş olan filmi de Suat Devriş kaynaklı bir sinema uyarlaması olarak listesine alıyor.
Fosforlu Cevriye’yi, Dorsay da uyarlama olarak sayıyor. 1978’de, Memduh Ün’ün hikâyeyi (hikâye değil roman) yeniden ele aldığı, ciddi telif sorunlarıyla karşılaştığı için adını Cevriyem yaptığının altını çiziyor.
Öncelikle şunu söylemeliyiz ki ne Aydın Arakon’nun ne de Nejat Saydam’ın yaptığı Fosforlu Cevriye(“m”)’ler, Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye’sinin uyarlaması değildir. Arakon’un filmin iş yapması üzerine yaptığı Kıtıpiyoz’a Tuzak (Fosforlu’nun Oyunu) ve Fosforlu Oyuna Gelmez’in de Suat Derviş’in romanı ile ilgisi yoktur. Bunlardan sonra İbrahim Tatlıses başrollerden birinin kendisinin oynadığı Fosforlu (1989) filmi de Derviş’in romanı ile ilişiksizdir. Bu filmler içinde yalnızca Ün’ün Cevriyem filminin, Derviş’in romanı ile ilişki kurulacak bölümleri vardır. Hele hele Halit Refiğ’in “Karakolda Ayna Var” ve “Kız Kolunda Damga Var” filmlerinin, ilişkisi romanın ilk iki bölümünün başlığını ad olarak almaktan başka bir bağlantısı yoktur, bir de filmde kullanılan şarkıyı kullanmak…
Bu arada belirtmek isterim ki, Dorsay “sunuş” yazısı yazdığı romana en çok yaklaşan uyarlamanın Ümit Elçi’nin bir televizyon dizi olan ve aynı adı taşıyan uyarlamasından hiç söz etmemektedir. Bu dizinin “müzikal” olması uyarlamayı ne kadar başardığı, sorusunu cevaplamak, yeniden izlemeyi gerektirir. Şunu belirtmenin gerekli olduğunu düşünüyorum, ne Arakon’un ne de Saydam’ın yapıtlarında ne jenerikte ne de afişte filmin Suat Derviş’ten uyarlama olduğuna dair bir kaynak gösterimi yer almamaktadır.
Horizon International’ın hazırladığı Türk Filmleri Kataloğu’nda Arakon’un Fosforlu Cevriye’si için kullanılan, filmin orjinaline ait bantta her hangi bir “ibare” yer almamasına rağmen, altına yazılan açıklamada “Suat Derviş’in romanından” ibaresi yer almaktadır (s.286), hemen bir sonraki sayfada Acar Film’in (ilk versiyondan sonra yaptığı 2. versiyonun) afişinde de Suat Derviş adı yer almamaktadır (s. 287).
Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye’sinin sinemaya uyarlamasının yapılmamış olması, romanla aynı taşıyan filmin (filmlerin) tamamen farklı olayları konu alması, Türk Sinemasında yapılan edebiyat uyarlamalarını konu alan Kelimelerden Görüntüye isimli kitabımıza, Suat Derviş’i yazar (edebiyatçı ) olarak almamamıza neden oldu. Belki Memduh Ün’ün filmi için, Derviş kitap kapsamına alınabilirdi ama alınmamasını, yine de filmin romandan izler taşısa da tam bir uyarlama olmaması (?) ile açıklayabiliriz. (Konu, Dorsay’ın “sunuş” yazısında belirttiği gibi romanın, 1940’larda bir gazetede tefrika edilmesi olayı varsa, -yani romanın 1940’larda “veya daha öncesinde?” yazıldığı kabul edilirse-, filme aktarılmış ve yapımcı ağırlığı ile değiştiriliş şekli, romanla uyumsuzluklar taşımaktadır. bak.: Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor / Vadullah Taş’ın hazırladığı basım – Kabalcı / 2009) (Yine de kitabıma alıp almama konusunu düşüneceğim.)
Şunu da belirtmek gerekir 1989 yılı bir TV yapımı olan Ümit Elçi’nin uyarlamasında, yönetime bir ortak ekleniyor: (Sürpiz bir isim: Gülriz Sururi.) Bu ne derece doğrudur bilemiyorum, aynı bilgi içinde Cevriye rolünde Gamze Gözalan’ın oynadığı da yer alıyor, bu bilgilerin başka bir kaynaktan da doğrulanması, tarafımızı daha da rahatlatacaktır. (Bilgiler Google sisteminden alınmıştır.) Sistem, içinde ayrıca 2000 yılında, Suat Derviş’in de adı zikredilerek romanı Mustafa Altıoklar’ın da TV dizisi olarak uyarladığıdır. Fosforlu’yu bu uyarlamada Yeşim Salkım oynuyor-muş. Verilen özet, Ün’ün Cevriyem filmine çok yakınlık içeriyor.
Ün’ün filmi 1978, Altıoklar’ın ki ise 2000 yılı yapımı olurken, bu benzerlik kabul edilebilir oluyor fakat her ikisinde de romandan temelde ayrılan bir husus var. Romanda, Cevriye’yi hasta ve yorgun olarak bir kayıkta bulan kişi (romanda adı konulmamıştır ve hiç bir şekilde belirtilmez, bu kişinin Nazım Hikmet olduğu şeklindeki yorumlar da, oldukça tartışma götürür, bize göre, olmaması gerekir.) tarafından evine götürülür ve bir süre bakılır, adını hiç bir zaman söylemeyen bu kişinin polis tarafından arandığını Cevriye öğrenirse de, suçunu hiç zaman öğrenemez.
Ün’ün ve Altıoklar’ın filminde (ve dizisinde) ise, kayıkta yaralı kişiyi Cevriye bulur ve evine götürür -romanda Cevriye’nin evi hiç bir zaman olmamıştır ve yoktur- ve yarasını tedavi ettirir (yaralı kişinin silâhını, tedaviyi yapana karşı tehdit unsuru yapar.) Bunlar, Derviş’in romanına tamamen ters durumlardır.
İmdi, burada Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye’sinden söz etmek gerekiyor. Derviş’in romanı, Dorsay’ın kitabı “sunuş” yazısında belirttiği üzere 40’lı yıllarda bir gazetede tefrika olarak yayınlanmış. “İstanbul sokaklarında büyümüş, evsiz, barksız, anasız, babasız Cevriye; yaşamın kendisine verdikleri ile yetinmiş, gözü yukarılara kaymamış, erkeklere istediklerini “sadece” bir defa vermiş, ikinci kez aynı kişi ile ilişkiye girmemeye özen göstermiş, çevresindeki -kadın, erkek bütün yasaya uymadan yaşayan- kişilerce tanınan ve tanıyan biri. Bir gece, bir kayık içinde uyuyup kaldığında, ceketini üzerine örtüp, elindeki ağır paketlere rağmen onu belinden kavrayıp, taşıyarak, evine götüren, sıcak bir oda, bir yatak, -hatta çay- verip, yattığı yatakta yanında yer açtığında gelmeyerek, divanda yatan, en önemlisi ilk kez ona “siz” diye biri… Cevriye, evinde (yatağında) bir hafta geçirdiği, adını, kim olduğunu hiç bir zaman öğrenemediği bu kişiye, ilk kez, onbeş yaşında el değmemiş bir kızın saflığı ile aşık olacaktır, yılların (sokaklarda büyümüş) fahişesi, aşkın ne olduğunu bilmeden. Ayrılacakları zaman, o adam, “bir daha kendisini aramaması, burada gizli kaldığını, kendisinden kimseye söz etmemesi” söyler. Cevriye ketumdur. Bu söze uyar. Fakat zaman zaman oraya, O’na gitmeye karşı koyamaz. Yine ona gitmeye hazırlandığı bir gece, çevresindeki yasadışı kişilerden birisi tarafından eline tutuşturulan eroin paketi ile yakalanınca, önce tutuklanır, bir yıl hapis cezası alır ve cezası sonrası Bolu’ya sürgün’e yollanır. Bu süre içinde O’nu göremediği gibi, O’ndan kimseye söz de etmez. Bolu’da sürgün süresini doldurmadan, ilişki kurduğu bir kamyon şoförü tarafından İstanbul’a getirilir. Şimdi hem kaçak, hem de -ismini bile bilmediği- O’nu kimseye bir bilgi vermeden aramaya çalışır. (Zaten kendisi de fazla bir şey bilmemektedir.) Görüşmelerinin son zamanlarına katılan Kerim’den (O’nun saklandığı hanın kapıcısı) yardım ister. Cevriye’nin öğrendiğine göre “O” gıyabında ölüm cezası giymiş biridir ve -suçunun ne olduğunu söylememekle beraber- bu nedenle saklanmaktadır. Cevriye, ölüm cezasını öğrendikten sonra, iyice hırçınlaşır, yinede kimselere bir şey söyleyemez, yalnız Kerim’den, O’nun -daha hafif bir cezayı gerektiren- başka bir suç nedeni ile tutuklandığını ve -ölüm cezası için- teşhisini kolaylaştırabilecek bir takım eşyadan kurtulmalarını sağlarsa, “kendisi ile iftihar edeceğini” söyler. O’nu kurtarmak fikri ile Cevriye teklifi hemen kabul eder, bir gece -kayıkla denize açılarak- bir kısım “ağır” paketi denize atacaklardır. Anlaştıkları gibi Kerim ile buluşmaya giderken, peşine bekçinin -ve diğerlerinin?- düşmesi üzerine, Cevriye, Kerim’i beklemeden kayıkla denize açılır ve yakalanacağını anlayınca, paketi denize atarken dengesini kaybedip kayık içinde düşerken başını vurması ile bayılarak denize düşer. Çok iyi yüzebilen Cevriye düştüğü denizden bir daha çıkamayacaktır.”
Suat Derviş’in elimde bulunan Fosforlu Cevriye kitaplarının 1968 ve 2013 baskılarını paslaşarak her iki kitaptan birden okudum. Eski baskı 302, yeni baskı 268 sayfa. (Yenisi biraz daha uzunca, kitap boyu olarak) Farklı bir yanları yok; farklar, sinemamızın Fosforlu Cevriye- lerinde. Peşi sıra öncelikle -herkesin romanın filmi olduğunu söylediği- Aydın Arakon’un Fosforlu Cevriye’sine ve onun re-make’ki olan Nejat Saydam’ın Fosforlu Cevriyem’ine… öncelikle romandaki Cevriye sokaklarda büyümüş, sokaklarda geçen çocukluğunu ender zamanlarda hatırlayan, deniz ve İstanbul sevdalısı, bir defa ilişki kurduğu bir erkekle ikinci ilişkiden özellikle kaçınan, küçük bir dilber…
Arakon’un (ve Saydam’ın) Fosforlu’su (sırası ile Neriman Köksal ve Türkân Şoray) zengin (en azından burjuva) bir ailenin kızı. Babasının -kendisinin de pek bilgisi olmadığı- zenginlikleri (sratejik bir madde madeni gibi?!) yüzünden öldürülmesi ve kendisinin de öldürülmek istenmesi üzerine evden, denize kaçar… bir kayıkçı / balıkçı tarafından kurtarılır. Adını Kıtıpiyoz olarak anan bu kişi, Fosforlu’ya hem babasının öldürülüşündeki sırların açıklanmasında, hem de söz konusu edilen (ve babasını öldürenlerin de peşine olduğu) madenlere ilişkin evrakın bulunmasında yardım eder. Türlü vartalar atlatırlar, bu arada Fosforlu silâh ve bıçak atmasını, yumrukla dövüşmeyi ve argo konuşmayı öğrenir, (oysa romanın Fosforlu’su argodan başka türlü konuşmayı sonradan öğrenecektir.) Sonunda evrak bulununca, Kıtıpiyoz evrakı alarak Fosforlu’yu terk eder. Fosforlu, babasının öldürülmesinden (ve başından geçen onca vartadan) çok Kıtıpiyoz’un kendisine yaptığına üzülür, sevmeye başladığı bu adamın yaptığını hazmedemez ve arkadaşına ağlar, bu şikâyetlerini de dillendirir. Bir gün yine böyle ağlarken, postacı resmi bir mektup getirir, İstihbarat Teşkilatından gelen mektupta, Fosforlu’ya gönderdiği evrak için teşekkür edilmektedir. Fosforlu şaşırır, bu sırada dışarıdan Kıtıpiyoz’un sesi gelir, hem heyecanlanan hem şaşıran Fosforlu, Kıtıpiyoz döndü diyerek odadan koşarak çıkar, bir deniz subayı ile karşılaşır, adının Çetin olduğunu söyleyen ve kendisini asker selâmı ile selâmlayan bu kişi Kıtıpiyoz’dan başkası değildir.
Arakon’un ve Saydam’ın Fosforlu Cevriye’si budur, Cevriye (bu) filmlerde ölmez (ki Arakon sonradan iki tane film daha yapacaktır.) Roman ve film (lerin) kısaca özetleri böyle, şimdi bu filmlerin bu romandan uyarlandığını -rahatlıkla- söyleyebilir misiniz?
Ün’ün yaptığı Cevriyem ise, hareket noktası olarak Derviş’in romanını alır ve senaryo da buna göre yazılır. Romanda adı anılmayan ve “O” diye anılan kişinin Nazım Hikmet olduğu düşüncesi ile film yapılmak istenir, tabiidir ki bu düşünce kamufle edilecek ve (anlayanlara) sezdirilecektir. Romandaki “O” da, Nazım’ın kamufle edildiği düşünülmektedir.
Gerçek hayatta Suat Derviş’in adı Saadet Derviş’tir, evlilik ile (Reşat Fuat Baraner) Saadet Baraner olur ama yazı hayatında Suat Derviş adını kullanır. (Babası Tıp Fakültesi profesörlerinden İsmail Derviş Bey’dir) (O günlerde bir çok kadın yazarımızda kullandıkları gerçek / takma isimlere bir de erkek adı ilâve ederek eserlerini o şekilde vermişlerdir… Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Mükerrem Kâmil… Cahit Uçuk gibi…)
Suat Derviş, 1944 tutuklamalarında kocası Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve Türkiye Komünist Partisi’ne üye olduğu için yargılanır ve bir yıl hapis cezası alır. Romanında 40’lı yıllarda bir gazetede tefrika edilmesi hatırlanırsa, romandaki saklanmanın Cevriye tarafından organize edilmediği, sadece bir saklanma ve kimliğini gizleme olgusu ortaya çıkar. Bunun için Derviş’in Fosforlu Cevriye’si film yapılacaksa, romanda “O” diye söz edilen kişinin Nazım Hikmet olarak sezdirilmesi yanlış bir durum olurdu, çünkü romanın kendisi, olduğu gibi sinemaya yatkın bir romandır (başarabilene!) Ama yapımcı hem romana, hem de romandan yapılacak filme getirilmek istenilen havaya karşı çıkınca, romandaki Cevriye tipi -biraz- (buna “biraz” demek zorundayım ) korunarak, romanda bakıma muhtaç Cevriye’nin gizli (saklanılan) yere götürülerek, saklanan ve kimliğini gizleyen kişi tarafından bakılması; kız kardeşini iğfal eden adamı öldüren ve yaralı olarak kaçan kişiyi Cevriye’nin evine götürerek bakması şekline dönüştürülmüştür. Bu ise filmin, roman ile tamamen ters noktalarda gelişmesine neden olur. Yine de, yukarıda da dediğimiz gibi -en azından- Fosforlu tipinin verilmesi bakımından romana en yaklaşan film, Ün’ün Cevriyem’idir. (Buna uyarlama denilebilir mi? Sinemamızdaki “uyarlama” mantığına göre denilebilir.)
İbrahim Tatlıses’in Fosforlu’su hakkında söyleyebilecek herhangi bir sözüm yok ama bir Derviş uyarlaması olmadığını söyleyebilirim. Ümit Elçi’nin televizyon uyarlamasını (dizi! – 4 bölüm) müzikli olması bakımından da, izlemeden herhangi bir şekilde irdeleyemeyeceğim.
TV.ye bir diğer uyarlama, müzikal olmayan bir Fosforlu Cevriye’dir, bu kez yönetmen Mustafa Altıoklar. Ana Britannica, Suat Derviş adı ve babası hakkında söylediklerinden başka, eserlerinide saydıktan sonra, Fosforlu Cevriye’nin hem sinemaya hem televizyona uyarlandığına değiniyor. (28. cilt s. 366) Dorsay ise “sunuş” yazısında Derviş’in, Avrupa eğitimli olduğuna, hepsi toplumun tanıdığı dört evlilik yaptığına, Nazım Hikmet’i kendisine aşık ettiğine değinirken, böyle bir kadının toplumun alt kesiminden kadınları tasvirine, ilginç bir yaklaşım yapıyor.
Kemal Sülker’in “Nazım Hikmet’in Gerçek Yaşamı” (6 cilt) isimli kitabında Nazım Hikmet ile Suat Derviş’in ilişkisini bir kısım olaya da değinerek daha farklı bir noktaya getiriyor.
Bu arada 21.12.1989 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde, bir yazım yayınlanır:
“Televizyonun birinci kanalında yayını tamamlanan Fosforlu Cevriye müzikali nedeni ile sinemamızda çeşitli kereler işlenmiş olan ‘Fosforlu Cevriye’ filmleri birlikte anılır oldu. Burada açığa kavuşturulması gereken bazı noktalar olduğu kanısındayım. TV.de yayınlanan müzikal Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye romanından alınmıştır. Bu roman 1968 yılında May Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Yeşilçam’ın ürettiği ilk Fosforlu Cevriye (Aydın Arakon) ise 1959 yılı yapımıdır. Kaldı ki Arakon’un Fosforlu Cevriye’si ile Suat Derviş’in romanı arasında uzak yakın herhangi bir ilişki yoktur. İsminde her ‘fosforlu’ kelimesi geçen her filmi Suat Derviş’in romanı ile birlikte anmak gibi bir mantığı anlamaya olanak yoktur. Yeşilçam’ın ürettiği filmlerden hiç biri, Suat Derviş’in romanından kaynaklanmamıştır; ancak Memduh Ün’ün 1978 yapımı ‘Cevriyem’ hareket noktası olarak esinler taşımaktadır. Ümit Elçi’nın TV dizisinin içerik ve biçiminin tartışılması yanında, geride kalan, kitabın bu kadar filme kaynaklık yapmış gibi hepsi ile birlikte anılması, yanlış birikimlere neden olacaktır. Şu günlerde İbrahim Tatlıses yeni bir Fosforlu Cevriye çevirmektedir, bunun Suat Derviş’in kitabından çok Arakon-Saydam’ın filmlerinden izler taşıması olasılığı daha çoktur. Belki değişik (fakat mutlaka türkünün içinde yer aldığı ) bir yapıt olacaktır. İsim benzerliğinden kalkarak, bazı ‘yapıtların’ başkaca kaynaklara dayandığı, peşin görüşünden toplumca vazgeçmenin zamanı gelmiştir.” – ORHAN ÜNSER.
Bu yazı 21.12.1989 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde “Yine Fosforlu Cevriye” ismi ile yayınlandı. 1.1.1990 günlü Cumhuriyet Gazetesi’nde, aynı sütunlarda Metin Erksan imzalı, “Fosforlu Cevriye’nin Tarihi Kaynakları” isimli şu yazı yer alıyordu:
“Yıl 1953… 1950 yılından beri senaryo yazarı, 1952 yılından beri rejisör ve senaryo yazarı olarak Atlas Film’de çalışıyorum. Atlas Film o zamanlar Türkiye’nin en büyük film şirketidir. Birçok ünlü tarihi romanın yazarı Abdullah Ziya Kozanoğlu, Atlas Film’in sahipleri ve yöneticileri olan Sayın Nazif Duru ve Murat Köseoğlu’nun beğenileri ve istekleri uyarınca, film yapılmak üzerine Atlas Film’e uzun bir öyküsünü sattı. O zamanlar öykünün adı ‘Serseriler Kraliçesi’ idi. Şirketin yöneticileri bana ve A. Z. Kozanoğlu’na, Kozanoğlu’nun uzun öyküsünden ortaklaşa bir senaryo oluşturmak için görev verdiler. A. Z. Kozanoğlu ile uzun bir süre çalışarak ortaklaşa bir senaryo yazdık. Senaryonun bitiminde, senaryonun veya filmin üç yeni adını da oluşturduk. ‘Kız Kolunda Damga Var’, ‘Fosforlu Cevriye’, ‘Kadın mı – Erkek mi?’ Senaryonun veya filmin seçimini şirketin sahipleri yapacaktı. Ben senaryonun ve filmin adının ‘Kadın mı – Erkek mi?’ olmasını istiyordum. ‘Fosforlu Cevriye’ adı, deyişi, kavramı ve simgesi senaryonun oluşma aşamasında, ünlü İstanbul şarkı-türküsünün içerik ve anlamının konu ile bağdaşması ve özdeşlemesi sonucu gündeme geldi. A. Z. Kozanoğlu’nun uzun öyküsünün kadın kahramanı, ruhsal bir dengesizlik sonucu erkeklik ve kadınlık eğilimleri gösteren, fakat aslında kadın olan iki kişilikli ve evli bir kadındı. Gerçek kişiliğini sonradan sevgilisi ve ikinci eşi olan psikiyatrist yardımı ile bulan bu yabansı (garip) kadın, özgür, bağımsız ve başkaldıran bir yaşam biçimini, yasadışı bir ortam içinde, olağanüstü bir serüven dizisi olarak sürdürüyordu. Kadın ve erkek giysileri içinde değişken iki kişilik, değişken iki görünüm. Kadın kimliğinde kolunda ki ‘damga’nın, erkek kimliğinde kulaklarındaki küpe deliklerinin varlığının oluş nedenlerini ruhsal bunalımlar içinde anlamaya çalışma. Kadın ve erkek kimliğinde aşırı boyutlarda romantik ve cinsel aşk ilişkileri. Ara sıra uysal, sakin ve erdemli bir davranışla eşe ve sevgiliye bağlılık. Ara sıra da sınırsız bir özgürlük, tutkuyla azgın cinsel bir başkaldırma. Ara sıra trajik ve çarpıcı bir biçimde kişiliklerin karışması. A. Z. Kozanoğlu’nun uzun öyküsündeki ve senaryodaki kadın kahramanın nitelikleri aşağı yukarı bunlardı. A. Z. Kozanoğlu ile birlikte yazdığımız senaryoda ‘argo konuşmalar’, ‘külhanbey raconları’ yoktu. Rejisör olarak ben, kadın oyuncu olarak Cahide Sonku, Sezer Sezin veya Heyecan Başaran’ın düşünüldüğü bu senaryo film olarak gerçekleşmedi. 1956 yılında Atlas Film ortaklığı sona erdi. A. Z. Kozanoğlu ile birlikte yazdığımız bu senaryo, ayrılan ortaklar arasında yapılan bir anlaşma sonucu, yeni oluşan Acar Film – Murat Köseoğlu’na verildi. 1959 yılında, değerli meslektaşım, unutulmaz yaratıcı varlığını her zaman hatırladığım, sevgili arkadaşım Aydın Arakon, A. Z. Kozanoğlu ile ortaklaşa yazdığımız bu senaryoyu, çok doğru bir davranış ve özgün bir yaratış üretkenliği ile yeniden yazıp, değiştirerek ‘Fosforlu Cevriye’ filmini Acar Film için gerçekleştirdi. Suat Derviş, ‘Fosforlu Cevriye’ adlı romanını 1968 yılında yayınladı . Türk Sinema Tarihine belge olur umuduyla.” – METİN ERKSAN.
Benim acemice (ve daha önce olanlardan hiç bir bilgimin olmadığı bir durumda) yazdığım yazıya Sn. Metin Erksan bu cevabı (ben cevap diyorum) vermişti, aslında dediği gibi Fosforlu Cevriye (öncelikle filmi, sonra romanı) hakkında Türk Sinema Tarihine (Edebiyat tarihine de) bir katkı, bir belge. (Ama gazete sütunlarında kaybolan bir belge !!!)
Sn. Erksan’ın yazısını -yıllar sonra tekrar okuyarak ve bu sütunlarda yer alması zorunluluğunu duyarak- aktarıyor ve yukarıda uzun uzun yazdıklarımın, yeni bir şey olmadığı düşünüyorum… ama yine de son söz olarak diyeceğim. “Arakon’un Fosforlu Cevriye’si ile Suat Derviş’in Fosforlu Cevriye’sinin herhangi bir ilişkisi yoktur.” (Sn. Erksan’ı bir kez daha, “tekrar” ediyoruz.) (Yapılan iş hem Arakon’a, hem Derviş’e haksızlık gibi geliyor bana.)
Hatırlayanlar olacaktır, Fosforlu Cevriye rolünü ilk kez Neriman Köksal oynamıştı, (ilk filmden sonra ki devam filmlerinde de), sonraki re-make çekimde ise rol Türkân Şoray’a verildi. Ün’ün çektiği Cevriyem filminde de rol Türkân Şoray’ın… Köksal, -romanın aksine- erkeksi kadın rolünde, rolüne oturuyordu ama buna tam “erkeksilik” demek yanlış olur, “kadın”lığını terk etmeden “erkeksi” oluyordu. Şoray’ın ise -re-make’de- kadınsılığı, Köksal kadar da erkeksiliğe dönüşmüyor, yine kadınsı kalıyordu. Romanda ise bunlar önemli özellikler değildi, Cevriye, “erkeksiden” ziyade bir sokak kadını idi ama kendine has bir sokak kadını, Şoray, Ün’ün filminde “sokak kadınlığına” daha iyi yakışıyor, üstesinden geliyor, “sokak kadınlığı”na, romanın da belirttiği “dişiliği” de ekliyor ve Saydam’ın Fosforlu Cevriyem’inden daha çok Cevriye oluyor (tabii sinemadaki Fosforlu Cevriye-leri romanı uyarlaması kabul edersek).
Erksan, ‘Kadın mı – Erkek mi?’nin senaryosunu yazdıktan sonra rol için Sonku, Sezin ve H. Başaran’ı düşündüklerini söylüyor. Bunlar içinde bana en uygun isim olarak Sezin (Sezer Sezin) geldi. Sezin, sinemamızın bir diğer erkeksi kadın tiplemesi Şoför Nebahat’i başarı ile canlandırmıştı. (Şoför Nebahat / Metin Erksan – 1960) (bu filmin senaryosunu Erksan ile birlikte Attila İlhan ve Atıf Yılmaz yazmışlardır. Duru Film yapımı olan bu filmin devam filmlerini Süreyya Duru çekmiştir. (Şoför Nebahat ve Kızı / 1964 – Şoför Nebahat Bizde Kabahat / 1965 -S. Duru, Erksan’ın Şoför Nebahat’ının re-make’ini de çekecektir. -1970- re.make’de Şoför Nebahat’ı sinemamızın -zaman zaman erkeksi rollerinde üstesinden gelen Fatma Girik oynayacaktır.)
Sezer Sezin’in oynadığı bir diğer erkeksi kadın rolü Lütfi Akad’ın Dişi Kurt (1960) filmidir. (sen.: Attila İlhan – Bülent Oran) [Sezer Sezin, bir başka erkeksi (balıkçı) kadını, Rüzgar Zehra – 1961 / Nişan Hançer -sen.: Attila İlhan- oynayacaktır.] Sorun, erkeksi kadın tipi ise, buna Arakon’un (ve Saydam’ın) Fosforlu Cevriye(m)’(ler)i için “evet” denirse de, Derviş’in Fosforlu Cevriye’si için aynı sonuca varmak, doğru bir yargı olmaz.
Erksan’ın açıklamasından ise -yapılmayan- film (ve senaryo) ortada olmadığı için, bir sonuç çıkarmak mümkün değildir. Bu senaryonun değiştirilmiş -yeni baştan yazılmış- hali ise, Arakon’un filmi ile değerlendirmeyi gerektirir. Ün’ün filmindeki tip ise erkeksilikten çok, kadınsallığı -sokak kadınlığını- ortaya koyan bir tiptir.
Ün’ün filmi Cevriyem, belirtildiği gibi Suat Derviş’in romanından uyarlanmış olsa bile, o kadar değiştirilmiştir ki, romanla ilişiği kalmamış gibidir. Romanda adı belirtilmeyen; kendisinin, gıyabında idama hüküm giydiğini söylediği kahraman, düşünüldüğü gibi Nazım Hikmet değildir. Romanın değiştirilerek Cevriyem filmine dönüştürülmesi bu gibi bir nedene dayansa bile, haklılığı yoktur. Öncelikle Nazım Hikmet, 1938 de tutuklanır, nedeni Deniz Harp Okulu’nda -davet üzerine- öğrencilerle görüşmüş olmasıdır. Oysa o sırada kendisi sağlık nedenleri ile askerlik görevinden ayrıltılmıştır. Ölüm cezasına çarptırılması, bu nedenle saklanması söz konusu değildir.
Sinema piyasasında çalışmakta, çoğunlukla katma isimlerle senaryolar yazmaktadır, bunlar çoğunlukla, yabancı film uyarlamaları veya halk hikâyeleridir. İçinde orijinal senaryolar da vardır ki, bunlardan birisini de (Güneşe Doğru) kendisi yönetir. N. Hikmet ayrıca kısa belgesel (görsel) filmlerde yapmıştır. Ayrıca yabancı filmlere dublaj yönetmenliği yaptığı gibi, bazen bizzat kendisi dublaj (seslendirme) yapar. Suat Derrviş’in romanının bu adsız kahramanı Nazım Hikmet olamaz. Eğer bu nedenle, romandan hareketle yazıldığı belirtilen senaryoda; romanda olmamasına rağmen Nazım Hikmet kanısı uyandıracak göndermeler var ise bu yanlıştır, yok da, böyle bir değerlendirme ile senaryo değiştirildiği ise, bu oto sansürün bir başka boyutudur.
Her halükârda, Cevriyem filmi, (son halini almış ve gösterime çıkarılmış hali ile) film olarak, çok değiştirilmiş hatta ters yüz edilmiş bir Fosforlu Cevriye romanıdır. Başlıkta dediğimiz gibi, edebiyatımızın “bir” Fosforlu Cevriye’si vardır, sinemamızın ise “Cevriye-leri” Aynalı karakollara düşen, kolları damgalı, kara sevdası gözlerinden belli – Cevriye…
Not: Behçet Necatigil’e göre (Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü / 11. baskı 1983) pek çok romanı gazetelerde yayınlanmış tefrika halinde kalmış yazarın kitap halinde yurdumuzda çıkmış romanları şunlardır: Kara Kitap (1920 ) / Ne Bir Ses, Ne Bir Nefes (1923 / 1946) / Hiçbiri (1923) / Ahmet Ferdi (1923) / Behire’nin Talipleri (1923) / Fatma’nın Günahı (1924) / Ben mi? (1924) / Buhran Gecesi (1924) / Gönül Gibi (1928) / Emine (1931) / Hiç? (1939) / Çılgın Gibi (1945) / Fosforlu Cevriye (1968) / Ankara Mahpusu (Önce Fransa’da yayınlandı) Yalının Gölgeleri… (sayfa 128-129) Son dönemde Fosforlu Cevriye’den başlayarak Derviş’in kitaplarının basımları tekrarlanmaktadır.
Bende bulunan kitapları ise: Emine (1931) / Ankara Mahpusu (1968) / Fosforlu Cevriye (1968 / 2013) / Çılgın Gibi (1996) / Aksaray’dan Bir Perihan (1997) / Hiçbiri? (2004) (“Hiç” romanı ile “Hiçbiri” romanı aynı romanlar olabilir – mi?)
(07 Mart 2014)
Orhan Ünser