Tanınmış Fransız yönetmen Olivier Assayas’ın Venedik Film Festivali en iyi senaryo ödüllü son çalışması ‘Après Mai’, yakın tarihli ‘Gezi Direnişi’nden esinle bizde ‘Direniş Günlerinde Aşk’ adıyla vizyona giriyor. 32. İstanbul Film Festivali’nde gösterildiğinde ithalâtçı firmanın yakıştırmış olduğu ‘Aşk Kokusu’ndan çok daha iyi bir tercih bu kuşkusuz.
Assayas’ın özgün adı dilimizde ‘Mayıs’tan Sonra’ anlamına gelen bu otobiyografik çalışması, 1968 Mayıs’ında muhafazakâr De Gaulle iktidarına karşı Sorbonne Üniversitesi’nde başlayan, işçi sınıfının da desteğiyle giderek büyüyen, ayaklanmaları, fabrika işgâllerini, genel grevleri tetikleyen 1968 Mayıs/Haziran deneyiminin getirdikleri üzerine.
’68 kuşağının bu soylu direnişi, siyasi sonuçlarının ötesinde toplumsal ve kültürel alanlarda tüm dünyayı derinden etkilemiş; otorite ve geleneksel toplum kurallarının sorgulanmasında; özerklik, cinsel özgürlük, feminizmin yaygınlaşmasında büyük katkıları olmuştur.
Assayas, 1994 tarihli ‘L’Eau Froide’ın bir uzantısı niteliğindeki bu son çalışmasıyla, ’68 olaylarının üç yıl sonrasına gidiyor ve kişisel yaşanmışlıklar üzerinden kabına sığmayan tedirgin genç kuşağın kapsamlı bir portresini çizmeye sıvanıyor.
‘1971 yılı Paris yakınları’ ibaresiyle başlayan hikâyede, yönetmenin alter ego’su görünümündeki Gilles’e odaklanıyoruz önce. Genç lise öğrencisi, arkadaşlarının çoğu gibi dönemin radikal siyasi akımlarının etkisi altındadır. Edebiyat dersinde Blaise Pascal’in ‘Düşünceler’i (Les Pensées) tartışılır. Gençlik örgütlerinin gazeteleri, teksir makinasında çoğaltılmış bildiriler dağıtılır okul çıkışlarında. Clichy meydanındaki gösterilerde polisin copuna, sopasına, sis bombasına direnirler. Geceleri afişler yapıştırılır, okul duvarlarına ‘Gençlik Gelecek İçin Çok Endişelidir’, ‘Özel Polis Kuvvetleri Tasfiye Edilmelidir’ benzeri sloganlar yazılır. Gençlerle otoritenin çatışması giderek büyür, okulda çıkan kargaşada bekçilerden biri ağır yaralanır. Aralarında Gilles’in de bulunduğu bir grup genç güvende olmak için bir süreliğine Fransa’dan uzaklaşır. Önce İtalya’ya daha sonra Londra’ya sürüklenen gençler, dönemin radikal düşünceleri, devrim tartışmaları ile ilk gençlik tutkuları arasında gidip gelmektedir. Blaise Pascal’den ‘Gökyüzüyle cehennem veya boşlukla aramızda, dünyanın en hassas ve kırılgan şeyi olan yaşamdan başka bir şey yoktur’ satırlarından hareketle, gençliği kaçırmanın endişesini de taşımaktadır Gilles.
‘Direniş Günlerinde Aşk’, ‘68 kuşağının Mayıs sonrası tereddütleri üzerine bireysel ve son derece özgün bir film. Dönemin ruhunu, havadaki devrim kokusunu, gevşek hikâye örgüsüyle etkileyici bir belgesel havasında yansıtan izlemeye değer bir çalışma. Clichy meydanındaki gösteriyi engellemeye çalışan Fransız polisinin sert tutumu, sis bombaları, acımasızca dövülen, apartman boşluklarına sığınan öğrencilerin görüntüleri ‘Gezi Direnişi’nin zorlu günlerini anımsattı bizlere. Taksim meydanında gaz bombalarına, tazyikli suya hedef olmasına rağmen yasaklara, yolsuzluklara karşı şiddet göstermeden kararlı bir şekilde direnen gençlerimize bir kez daha minnet ve saygı duyduk.
(‘Direniş Günlerinde Aşk’, 27.12.2013 tarihinden başlayarak İstanbul’da Kadıköy Moda Sahnesi (eski Moda Sineması); Ankara’da Kızılay Büyülüfener Sinemaları’nda gösterilmektedir.)
(26 Aralık 2013)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com