Baştan söyleyelim, Baz Luhrmann’in ‘Muhteşem Gatsby / The Great Gatsby’si aynen kendisinden beklendiği gibi. Daha önce Shakespeare uyarlaması punk ‘Romeo + Juliet (1996)’ ve alabildiğine barok ‘Moulin Rouge (2001)’ ile gövde gösterisinde bulunmuş olan Avustralyalı yönetmen, görkemli şovuna devam ediyor.
Daha önce iki kez beyazperdeye aktarılan F. Scott Fitzgerald’ın Amerika’nın debdebeli 20’li yıllarının ruhunu anlatan klâsikleşmiş metni, ilk büyük savaş sonrası dünya liderliğine kurulmaya hazırlanan yeni dünyalıların, ekonomik refahla coştuğu yıllarının çarpıcı belgesidir. Gökdelenlerin daha bir yükseldiği, Wall Street’te hisselerin tavan yaptığı, sonradan görme zenginliğin tüm toplum düzenini yeniden belirlediği, sınıf farklarının keskinleştiği yıllardır bunlar. Kuzey Dakotalı yoksul çiftçi ailesinin oğlu olarak dünyaya gelen ve sonradan Jay Gatsby adını alacak olan roman ya da film kahramanımız, işte böyle bir dönemde yasadışı yollardan kazanılmış muazzam servetiyle, soylu kanların dünyasında varolma savaşı veren bir figürdür. Gatsby’nin doğuştan zengin Daisy’ye olan saplantılı tutkusu hikâyenin trajik tonunu belirleyecektir.
Becerikli yapımcı yönetmen Luhrmann’ın Fitzgerald’ın klâsik romanıyla neden ilgilenmiş olabileceğini az çok tahmin edebiliyoruz. Klâsik Hollywood’un gözde temalarından ‘zengin kız-fakir oğlan’ aşkı olsun, o pek renkli parti sahneleri, o şatafatlı dans sekansları olsun üstadın kitleleri etkilemeye yönelik videoklipvari gösterişli sinemasına cuk oturan malzemeler. Karşımıza çıkan film de, Avustralya’nın Fox stüdyolarında kurulmuş masalsı Long Island / NewYork dekoru önünde kotarılmış, caz çağı danslarının hip hop müziği eşliğinde sergilendiği üç boyutlu bir cümbüş olmuş.
Filmin Amerika’da başlayan yoğun tanıtım kampanyası, 66. Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak lanse edildiği eski kıta’da da tüm hızıyla sürüyor. Açılış gecesi şiddetli yağmura rağmen, 1920 model lüks arabalarla festival sarayına gelerek kırmızı halıda şovlarını sunan dansçılar, ya da festival sarayını çevreleyen lüks otellerin ön cephelerini donatan filmin dev posterleri hep bu şatafatlı tanıtım kampanyasının ürünleri. Tabii esas önemli olan, ‘Demir Adam’ların ya da yakında gösterime girecek olan yeni ‘Süpermen’ ve ‘Uzay Yolu’ filmlerine ait teaser’ların pompalandığı bir dönemde, daha önce Romeo olarak alkışlanmış, James Cameron’ın Titanic’inde yıldız olmuş kolay yaş almayan bebeksi Leonardo DiCaprio’dan medet uman bu yanık geçmiş zaman aşk hikâyesinin, yaş ortalaması 20’lerde gezinen hedef izleyici kitlesi tarafından nasıl karşılanacağı.
Yönetmenin ‘Casablanca’ benzeri klâsik Hollywood dramalarına öykünen bir önceki çalışması ‘Avustralya (2008)’ seyirciden fazla ilgi görmemişti. Zanaatkâr Luhrmann’ın gişe hesapları bu defa tutacak mı bakalım.
(17 Mayıs 2013)
Ferhan Baran