Amerikan sinema endüstrisinin dünyanın dört bir yanından sanatçı ithali çok eskiye dayanır. İki dünya savaşının kasıp kavurduğu Avrupa topraklarından Yeni Dünya’ya göç eden sinema adamlarının Hollywood’un farklı lezzette ürünler vermesinde büyük katkıları olmuştur. Hollywood tüm çekiciliği ve sınırsız olanaklarıyla bugün için de yabancı sinemacılar için önemli bir çekim merkezi olmayı sürdürmekte. Bu flörtün ürünleri her zaman beklenen sonucu vermiyor kuşkusuz. Sözgelimi, sıradan senaryolarla Hollywood aksiyonlarının içinde ruhunu yitiren Güney Koreli Kim Jee-Woon (bakınız: Arnold Schwarzegger’li ‘Geçit Yok / The Last Stand’) veya –‘Ejderha Dövmeli Kız’ serisiyle tanınan- Danimarkalı Niels Arden Oplev’in bu hafta vizyona giren ‘İntikam Benim / Dead Man Down’ı bu alanda hayal kırıklığı yaratan örneklerden.
Güney Kore sinemasının bir diğer önemli ismi Park Chan-Wook ise bu alışverişten kârlı çıkan isimlerden. Değişmez görüntü yönetmeniyle (Chung Chung-Hoon) birlikte komşu kıtanın yolunu tutmuş, iyi de etmiş. 32. İstanbul Film Festivali‘nin programında yer alan ve bu hafta sinemalarda gösterime çıkan ‘Lanetli Kan / Stoker’, Uzakdoğulu yönetmenin estetize sinemasıyla Amerikan sinemasının korku gerilim türünün temel unsurlarını ustaca kaynaştıran ilginç bir seyirlik.
Öncelikle Hitchcock’un etkisi tartışılmaz. Gerek senaryo yazarı Wentworth Miller’in, gerekse Hitchcock’un yönetmen olmaya karar verme nedeni olduğunu ve sinema kariyerine yön veren filmin ustanın ünlü ‘Vertigo’su olduğunu açıklamış olan Chan-Wook’un ilham kaynağı filmde son derece belirgin. 18 yaşına yeni basmış India’nın gizemli bir trafik kazasında kaybettiği babasının cenaze töreninde uzaktan beliren Charlie amca figürü doğrudan ‘Şüphenin Gölgesi / Shadow Of The Doubt’a bir gönderme. Hitchcock, küçük Amerikan kasabasına trenin kapkara duman bulutu eşliğinde giren Charlie amcayı evrensel kötülüğün simgesi olarak resmetmiştir. Chan-Wook, şanına uygun bir şekilde, kötülüğün her yerde, her bedende var olduğunun ve Charlie amca figürünün bunun keşfinde bir katalizör rolü oynadığının altını çizmiş.
‘Lanetli Kan’ özünde bir büyüme, kendini keşfetme hikâyesi. Nashville / Tennessee’de çekilmiş olmasına rağmen yer ve zaman referansı vermekten özenle kaçınılmış. Bu da filmin gizemli masalsı atmosferini güçlendirmeye yaramış. India’yı canlandıran Mia Wasikowska, Tim Burton’ın harikalar diyarından kopup gelmiş, lâkin kötülüğün ve şiddetin stilize yönetmeni Chan-Wook’un gotik anlatısı bildiğimiz masum masallardan değil. İçinde iyilerin olmadığı bu dünyada, India cinselliğinin yanı sıra kendi içindeki kalıtsal kötülüğü de keşfedecektir.
‘Lanetli Kan’ çeşitli göndermelerle ve yoğun metaforlarla dolu bir film. Kabuğu çatlatılan yumurtalar, kana bulanmış bedenler, örümcekler ve özellikle, Philip Glass’a sipariş edilmiş süitlerin icra edildiği piyano sekansı, büyümenin, bedeni keşfedişin ve bastırılmış cinsel arzuların parlak metaforları. Bu özgün denemede, Chan-Wook’un kendine özgü karanlık dünyası, Batı edebiyatının mitoslarıyla da benzersiz bir biçimde kaynaşmış. Yönetmen, Hitchcock’un evrensel kötülük kuramını daha ileri boyutlara taşımakla kalmamış, filmin özgün adıyla vampir efsanelerine, Dracula’nın yazarı Bram Stoker’a da selâm göndermiş. Bu açıdan bir sahnede Charlie amcanın gözbebeklerinin bir vampir ışıltısıyla parlaması boşuna değil. Keza, Charlie amcanın ölen babanın yerine geçmesi, annenin yatağına girmesi Hamlet’e çağdaş bir gönderme. Bir diğer gönderme de Fritz Lang’ın ünlü dışavurumcu gerilimi M’e. Lang’ın seri katilinin ıslığına dolanmış Grieg’in ‘Peer Gynt’ süitinden alınmış ezgi, Charlie amcanın ıslığında Verdi’nin ölümsüz ‘Il Trovatore’sinden çingene Azucena’nın ünlü aryası ‘Stride La Vampa’ya dönüşmüş.
‘Lanetli Kan’ Uzakdoğulu yönetmenin önceki filmlerinde olduğu gibi son derece estetik, sembollerle yüklü narsisist bir sinema örneği. Sinefiller bu benzersiz izleme deneyimini kaçırmasın.
(26 Nisan 2013)
Ferhan Baran
ferhan@ferhanbaran.com