Yeni Film Dergisi’nin 28. Sayısı Çıktı

Yeni Film Dergisi’nin 28. sayısında, babalar ve çocukların ilişkisi üzerinden ülkemiz yakın tarihine ve bugününe odaklanan üç film Babamın Sesi, Ana Dilim Nerede? ve Ben Uçtum Sen Kaldın filmleri, hem bir arada hem de yönetmenleriyle birlikte değerlendiriliyor. Ayrıca Yeşim Ustaoğlu’nun Araf’ı, Pelin Esmer’in Gözetleme Kulesi, Bahman Ghobadi’nin Gergedan Mevsimi, Michael Haneke’nin Aşk’ı, Ken Loach’ın Meleklerin Payı ve Istvan Szabo’nun Kapı’sı ele alınıyor.

Alman Kültür Merkezi’nde Perşembe Filmleri

Alman Kültür Merkezi, 2012 yılında başlattığı Perşembe Filmleri dizisine 2013 yılında da devam ediyor. 17 Ocak’tan başlayarak son üç yılın Alman filmlerinden oluşan bir seçki her Perşembe saat 19:00’da sinemaseverlerle buluşacak. Ocak ayının programında Goethe, Wintertochter ve Nichts Ist Besser Als Gar Nichts adlı filmler yer alıyor. Wintertochter’da 12 yaşındaki Kattaka babası bildiği kişinin öz babası olmadığını öğrenerek büyük bir şok yaşar. Öz babasını bulmak amacıyla arkadaşı Knaecke ve komşusu Lene ile birlikte öz babasının bir gemide çalıştığı Polonya’ya doğru yola koyulur.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Alman Kültür Merkezi’nde Perşembe Filmleri yazısına devam et
  • No

    Pablo Larrain’in yönettiği ve Gael Garcia Bernal, Alfredo Castro, Richard Dreyfuss ile Alfredo Castro’nun oynadığı No, 25 Ocak 2013’de Tiglon Film dağıtımıyla Calinos Films tarafından vizyona çıkarıldı.
    1988’de Şili’nin başındaki diktatör Pinochet, uluslararası baskılar sonucunda başkanlık sürecine dair bir halk oylamasına gider. Ülke, Pinochet’nin iktidarını sekiz yıl daha uzatmasına oy verecektir. Muhalefet liderleri kampanyaları için genç reklâmcı olan René Saavedra’yı kendileriyle çalışmaya ikna eder. Bütün zorluklara rağmen, Saavedra ve takımı, hem iktidarı hem de muhalefeti şaşırtan bir plân yapar.

    No yazısına devam et

    Man Of Steel’in 2. Türkçe Altyazılı Fragmanına Ait Yayın Linkleri Açıklandı

    Ülkemizde 21 Haziran 2013′de vizyona girmesi plânlanan Man Of Steel filminin Türkçe altyazılı ikinci fragmanının yayın linkleri açıklandı. Warner Bros Pictures ve Legendary Pictures’ın ortak çalışması olan filmde Zack Snyder yönetmenliğinde, Clark Kent/Superman rolünde Henry Cavill yer alıyor. Filmde ayrıca üç defa Oscar’a aday olmuş Amy Adams gazeteci Lois Lane’i, Oscar adayı Laurence Fishburne genel yayın yönetmeni Perry White’ı, Clark Kent’in üvey ailesi Martha ve Jonathan Kent’i Diane Lane ve Kevin Costner, Superman’in öz babası Jor-El’i Akademi ödüllü Russell Crowe canlandırıyor.

  • Basın Bülteni
  • Fragmanı izlemek için tıklayınız.
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • TMMOB Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü, Doğa Nöbeti ve Ne Tuzlu Bir Göldü Benim Gölüm Belgesellerini Gösteriyor

    TMMOB Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü’nün bu haftaki etkinliğinde 21 Aralık Cuma günü Orhan Şahinler Sinema Salonu’nda saat 18:30’da Enis Küçükdoğan’ın Doğa Nöbeti ve Hassan Ghahremani’nin Ne Tuzlu Göldü Benim Gölüm adlı belgeselleri gösterilecek. Doğa Nöbeti belgeselinde, Türkiye’nin en önemli doğa koruma alanlarından biri olan Doğu Karadeniz Havzası; bölge halkından sivil toplum kuruluşlarına kadar gittikçe büyüyen bir karşı duruş; doğanın, bölge insanının HES’lere karşı verdiği yaşam mücadelesi anlatılıyor.

  • Basın Bülteni
  • Web Sitesi
  • Yüksek çözünürlüklü fotoğraflara haberin devamından üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    TMMOB Mimarlar Odası Belgesel Sinema Kulübü, Doğa Nöbeti ve Ne Tuzlu Bir Göldü Benim Gölüm Belgesellerini Gösteriyor yazısına devam et
  • Hangi Hikâyeye İnanmak İstiyorsunuz?

    Pi’nin Yaşamı (Life of Pi)
    Yönetmen: Ang Lee
    Roman: Yann Martel
    Senaryo: David Magee
    Müzik: Mychael Danna
    Görüntü: Claudio Miranda
    Oyuncular: Suraj Sharma (Genç Pi Patel), Irrfan Khan (Pi Patel), Rafe Spall (Yazar), Ayush Tandon (Çocuk Pi Patel), Adil Hussain (Santosh Patel),Tabu (Gita Patel), Mohd Abbas Khaleeli (Çocuk Ravi Patel), Vibish Sivakumar (Genç Ravi Patel), Shravanthi Sainath (Anandi), Gérard Depardieu (Aşçı)
    Yapım: Fox 2000 (2012)

    Tayvanlı usta Ang Lee’nin Yann Martel’in romanından çektiği “Pi’nin Yaşamı”, fantastik macera sinemasında heyecan verici filmlerden. Üç boyutlu film, Pi’nin muhteşem macerasını beyazperdeye yansıtıyor.

    Bu film, adı Piscine Molitor Patel olan Pi’nin trajik macerası. Bu ad ona Fransa’daki bir havuzdan geliyor. Amca dediği yüzmede usta aile dostlarından bu havuzu çok sevmiş ve Pi’nin babasına oğluna bu adı ver demiş. Paris’in 16. bölgesinde 1929’da açılmış bu eski havuz 1989 yılında kapatılmış. Tayvanlı usta Ang Lee, 2012 yapımı üç boyutlu “Life Of Pi-Pi’nin Yaşamı” filmini 1963 doğumlu Kanadalı yazar Yann Martel’in aynı adlı romanından uyarlamış. Yazar,“Pi’nin Yaşamı” fantastik macera romanıyla 2002 yılında “Man Booker Ödülü” kazanmıştı. Bu roman, Inkılâp Kitabev’nden 2012 yılında bizde de çıktı.

    Pi’nin inanılmaz macerası…

    Şimdi evli ve çocukları olan Pi’nin maceraları, ilhamını kaybetmiş yazarın ilgisini çekmiş. Filmdeki yazarın Yann Martel olduğunu düşünün. Babası Santosh, devletin arazisine hayvanat bahçesi açmış. Çocukken onun tüm derdi tuhaf adı. Okuldaki öğrenciler, “Piscine” adından lâkaplar ortaya çıkarınca o da Pi sayısıyla kendini savunuyor. Öyle ki, matematikte dahiliğe bile yükseliyor ve sonunda itibarını alıyor. Artık adı Pi. Doğunun Fransız Rivierası Pondicherry’de yaşıyorlar. Burada Fransız etkisi de var. Çocuk Pi, tesadüfen girdiği Katolik kilisesinde başka Tanrıların ve inanışların da olduğunu keşfediyor. Önce Hıristiyan oluyor, sonra Müslüman, ardından Yahudi. Aslında neyi keşfederse ondan oluyor Pi. Müslümanların da Tanrı’ya Allah dediklerini de öğreniyor gecikmeden. Ailesinin diniyle beraber tam dört inanışı olan Pi, bu dört inanışın da gereklerini yerine getiriyor kendince. Hindistan’daki inanışlarda 33 milyon Tanrı varmış. Yani 33 milyon defa suçluluk duygusu. Tek Tanrılı dinlerdeyse hiç olmazsa bu kadar çok suçluluk duygusu olmadığını düşünüyor. Zaman geçiyor. Biraz büyüyor. Aşkı da keşfediyor Pi. Müzik dersinde onu, Anandi’yi keşfediyor. Kalbi hızla atıyor. Sonra onunla konuşma cesareti buluyor. En azından kız ona bu cesareti veriyor. Ama kader diye bir şey var ve Pi trajedisine yol alıyor. 1978 yılı geldiğinde babası, artık Hindistan’ı terk edip Kanada’ya yerleşmeleri gerektiğini söylüyor. Tsimtsum adlı Japon yük gemisiyle Patel ailesi hayvanat bahçesindeki hayvanlarla Kuzey Amerika’ya, Kanada’ya doğru Pasifik’ten yola çıkıyorlar. Onca hayvana bakmak elbette zor. Geminin aşçısı da kötü biri. Ama daha da kötü plân gecikmiyor. Pasifik’in yani Büyük Okyanus’ta dünyanın en derin yeri “Mariana Çukuru” (Challenger Deep) var. Gemi buradan geçerken ürkütücü bir fırtına kopuyor, gemi batıyor ve Pi dışında insan kurtulamıyor. Filikada sadece Pi, zebra, sırtlan ve Bengal kaplanı, sonra gelen bir maymun koca gemiden geriye kalanlar. Pi, çocukken Bengal kaplanıyla arkadaş olmayı denemişti safça. Şimdi okyanusun ortasında yırtıcı hayvanlarla ölüm dansı başlıyor Pi’nin. Kaplan, diğer hayvanları beslenme zincirine takıyor. Sırada Pi mi var? İnsan zekâsı ve düşünce derinliği bu vahşi doğada ortaya çıkıyor ve ölüm dansı karşılıklı saygıya dönüşüyor. Filmi seyrederken inanılmaz anların ve mücadelelerin yaşanmasını seyrederken gerçekten heyecanlanıyorsunuz. Bunda filmin üç boyutlu olmasının da katkısı var. Pi’nin ve kaplanın, mirketlerin (meerkat), yani çöl farelerinin ormanındaki anlar muhteşem. Sonunda Atlantik’te, yani Atlas Okyanusu’nda kurtuluyorlar. Meksika kıyılarında kaplan arkasına bakmadan ormana dalıyor. Bu durum Pi’nin kalbini kırıyor. Bunca zaman beraber olup kaplanın hoşçakal bakışı yapmaması hüzünlendiriyor Pi’yi. Japon sigortasından memurlara neler olduğunu anlatsa da inanmıyorlar. Gerçeği istiyorlar. Pi, onlara başka bir hikâye anlatıyor. Filmi seyrederken, Pi’nin, fırtına patladığı anları anlatan hangi hikâyesine inandınız? Macera dolu olana mı, yoksa gerçekçi gibi durana mı? Ama ikisinde de trajedi var. Birden Akira Kurosawa ustanın 1950 yapımı siyah-beyaz “Rashomon-Raşomon” filmini düşünüyorsunuz. Dört kişiden hangisi gerçeği söylüyordu? Ang Lee’nin filminde anlatan bir kişi ama. Tek gerçek olsa da, yine de gerçeklik bakış açılarına göre değişiyor.

    Filmin görselliği gerçekten büyüleyici. Hindistan kadar büyüleyici. Hindu mitolojileri kadar yaratıcı. Pasifik’teki anları perdede üç boyutlu yaşamak gerek. İnsan o anların içindeymiş gibi hissediyor. Müzikler de muhteşem. 1954 doğumlu Tayvanlı Ang Lee, Hollywood’a damga vurmuş yönetmenlerden. 1995’teki “Sense and Sensibility-Aşk ve Yaşam”, 1997’deki “The Ice Storm-Buz Fırtınası”, 2000’dek dört Oscarlı “Wo hu cang long-Kaplan ve Ejderha”, 2005’teki üç Oscarlı “Brokeback Mountain-Brokeback Dağı”, 2007’deki Venedik’ten “Altın Aslan” kazanmış “Se, jie-Dikkat, Şehvet” filmleri gerçekten sinemada önemli yerdeler. 1962’de Michigan’da doğan David Magee, Marc Forster’ın 2004’teki “Finding Neverland-Düşler Ülkesi” ve Bharat Nalluri’nin 2008’deki “Miss Pettigrew Lives for a Day-Öyle Bir Gündü ki” filmlerine de senaryo yazmıştı. 1962 doğumlu Hintli oyuncu Irrfan Khan’ı ilk, Mira Nair’in 2006 yapımı “The Namesake-Adaş” filmiyle tanıdık. Sonra da gerisi geldi. Hollywood bu iyi oyuncuyu kendi sularına çekti. Yeni Delhi’de 1993’te domuş Suraj Sharma, Bengal kaplanıyla beraber filmi tek başına sırtlanmış.

    (27 Aralık 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    İnsana İlham Veren Büyük Aşk

    Aşk (Amour)
    Yönetmen-Senaryo: Michael Haneke
    Görüntü: Darius Khondji
    Oyuncular: Jean-Louis Trintignant (Georges), Emmanuelle Riva (Anne), Isabelle Hupper (Eva), Alexandre Tharaud (Kendisi), William Shimell (Geoff)
    Yapım: Wega-Films du Losange (‘2012)

    Michael Haneke’nin alttan alta “buzullaşma” filmlerinin ruhunda dolaşan “Aşk”ta iki yaşlı insanın bir hastalık karşısında birbirine destek olması anlatılıyor. Baştan sona bir iç mekânda geçen film yer yer insanın zihnini karıştırıyor.

    Ön jenerikten sonra film, itfaiyecilerin ve polislerin, dairenin kapısını kırışıyla açılıyor. İnsan ölüsünün kokusu apartmanı sarmış. Polis, yatak odasında yaşlı bir kadının cenazesiyle karşılaşıyor. Ardından film, Champs-Elisées’deki konser salonunda Alexandre Tharaud’nun Schubert resitaline gidiyor. Resitali gerçekleştiren Alexandre Tharaud. Yönetmen sahneden seyircileri gösteriyor sadece. Orada da Georges ve Anne var. Georges ve Anne, seksenli yaşlarında emekli müzik öğretmeni çift. Geçmişte öğrencileri olan, şimdi ünlü bir piyanist Tharud’ya Beethoven’ın “Bagatelle, Opus 126-No. 2” piyano parçasını çalması için teşvik etmişler. Bu Alexandre için hayatının dönüm noktası olmuş. Paris’te 1968 yılında doğmuş piyanist Tharaud, Fransa’nın önemli müzisyenlerinden. Filmde Schubert ve Bach’ın piyano için besteledikleri tınıları da duyuluyor sıkça. Michael Haneke’nin, Paris’te geçen 2012 yapımı “Amour-Aşk”, baştan sona bir iç mekân filmi. Paris, sadece pencereden göründüğü kadar yansıyor.

    Aşka fedakârlık gerek…

    Konserden sonra gece eve dönen Georges ve Anne. Georges, dairenin kapısının kırık olduğunu fark ediyor. Bu anda insanın zihnine bir kuşku düşüyor. Sabah olduğunda mutfakta kahvaltı yapan yaparken, Anne birden hareketsiz kalıyor. Georges onunla ilgilenirken yine birden Anne kendine geliyor. Anne’ın sağ tarafına inme gelmiş. Yavaş yavaş hastalığı kötüleşiyor. Konuşma yetisi varken Anne, Georges’tan kendisini hastaneye yatırmamasını istiyor. Belki de en büyük korkusu bakımevine yatmak ve orada ölmek. Georges, on yıllarca beraber olduğu karısı Anne için bir insanın katlanabileceği yere kadar fedakârlık yapıyor. O da bir yaşlı. Bu iki insanla beraber olurken bu büyük bir aşkı da yaşıyorsunuz. Eski insanların tutkusu ve paylaşımı gerçekten ilham verici. Günümüzde kaybolan aşkı ararken, onların on yıllarca sürmüş aşkı insanı etkiliyor. Georges, hayatının büyük bölümünde beraber olduğu eşine, saygı ve sevgiyle bakıyor. Onun yaşadığı acıyı her gün görmek, kederden daha keder verici. Ama, sonunda Georges’un yaptığı haklı görülebilir mi? Bu bir suç ve cinayet değil mi? Filmin derinliğinde dolaşırken, izlediğiniz bu film izlediğinizi sandığınız film olmayabilir. Haneke, filminin bazı anlarında seyircilere bunu hissettiriyor. Haneke’nin “Aşk” filmini seyrederken, Andrey Tarkovski ruhu yaşayan Rus yönetmen Andrey Zvyagintsev’in Venedik’te “Altın Aslan” kazmış 2003 yapımı “Vozvrashcheriye-Dönüş” filmini hatırladık. Zvyagintsev’in filminde görülenler gerçek miydi, yoksa küçük Vanya’nın zihninde yaşadıkları mıydı? Zvyagintsev de, filminin birkaç anında seyircinin zihnini bulandırıyordu. Michelangelo Antonioni ustanın 1966 yapımı “Blow-Up-Cinayeti Gördüm” filmini düşünün. Fotoğraf sanatçısı Thomas, Londra’daki Maryon Park’ta rastlantıyla iki sevgilinin fotoğrafını çeker. Genç kadın negatifleri ondan almak için çabalar. Thomas bundan şüphelenir ve fotoğrafları büyütür. İlk anda gördüğü orada bir ceset olduğu. Fotoğrafı büyüttükçe gerçeklikten uzaklaşır ve ceset sandığı şeyin hiçbir şey olduğunu fark eder. Bir hiçlik ve boşluk. Antonioni, “Cinayeti Gördüm” filminde, gerçekliğin yanılsamasını yaratıyordu. Zihin bulandıran Haneke de bunu yapabilir seyirciye. Georges’un, daireye giren güvercinle ilişkisi, insana Edgar Allan Poe’nun “Kuzgun” şiirini hatırlatıveriyor. Şiirde kuzgun bir tek şey söylüyordu: Bir daha asla… “Aşk” filminde olduğu gibi. Georges ve Anne’ın Eva adında evli kızları da var. Eva, anne-babasından çok kendi sorunlarıyla ilgileniyor. Çağımızın tuhaf bencillği üzerine çökmüş. Filmin girişi ve son bölümler zihninizi hayli karıştıracak. Haneke bazı anlarda aralarda Georges’un yalnızlığını hissettiriyor. Notlar tuttuğu sahneyi düşünün. Hatta yanında insanlar olduğunda bile. Zihinsel bulanıklığın içinde kıvranıyorsunuz. Bu film, ustanın “buzullaşma” filmlerinin içinde yer alıyor. Gri mavisi soğukluğunda ve trajik. Bu film, gerçeküstücü kıyılarında dolaşan dışavurumcu bir film.

    Haneke, 2009 yapımı siyah-beyaz “Das Weisse Band-Beyaz Bant” filmyle Cannes’da “Altın Palmiye” kazanmıştı. Haneke, “Aşk” filmiyle de ikinci defa “Altın Palmiye”nin sahibi oldu. Haneke, 2005’teki “Caché-Saklı” filmiyle Cannes’da yönetmen ödülünü de almıştı. Haneke’nin, televizyon için çektiği ama sinemalarda da gösterime çıkmış 1997 yapımı “Das Schloss-Şato” filmini sinemaseverlere öneriyoruz. Haneke’nin Kafka’dan uyarladığı filmde, gri soğukluk içinde soyut faşizmin sindiren baskısını her taraftan hissediyorsunuz. 1930 doğumlu oyuncu Jean-Louis Trintignant, Fransız sinemasının büyüklerinden. Costa-Gavras’ın Yunanistan’daki cuntayı anlattığı 1969 yapımı “Z-Ölümsüz” filmiyle oyunculuğunun üst noktasına çıkmıştı. Bu filmdeki rolüyle Cannes’da oyuncu ödülü de almıştı. Onun, 1966’da Claude Lelouch’un aşka adanmış “Un Homme et Une Femme-Bir Kadın Bir Erkek”, Bernardo Bertolucci’nin 1970’te burjuvazinin faşizmle uzlaşmış ruh hastalığını gösteren “Il Conformista-Konformist”, Pierre Granier-Deferre’in 1973’teki “Le Train-Lekeli Güneş”, Michel Deville’in 1974’teki “Le Mouton Enragé-Çapkın Tilki”, Jacques Deray’in 1975’teki müthiş polisiyesinde Alain Delon’la oyunculuk gösterisi yaptığı “Flic Story-Öldürmek Arzusu”, Roger Spottiswoode’un 1983’te El Salvador’daki Sandinist devrimine bakan “Under Fire-Ateş Altında”, Krzysztof Kieslowski’nin Fransız bayrağındaki renklerinden yola çıkarak çektiği üçlemesinden 1994’teki “Trois Couleur: Rouge-Üç Renk: Kırmızı” filmlerinde unutulmaz oyunculuklar sunmuştu. 1927’de doğmuş Emmanuelle Riva, en çok Alain Resnais ustanın 1959 yapımı “Hiroshima, Mon Amour-Hiroşima Sevgilim” filmiyle belleklere yerleşmişti. İranlı babayla Fransız anneden olmuş bu kameraman, Darius Khondji, sinemanın büyük kameramanlarından. İç mekânların ruhuna giren kameraman, öncelikle Jeunet-Caro ikilisinin filmlerine sinemaya muazzam fotoğraflar sunmuştu. İç mekânların ruhu için Haneke, Polanski, Bertolucci, Fincher, Allen gibi büyük yönetmenler ondan vazgeçemiyorlar.

    (26 Aralık 2012)

    Ali Erden

    ailerden@hotmail.com

    CerModern Çocuk Şenliği ile Tüm Çocuklar Sanatla Buluşuyor

    CerModern, yılbaşından hemen önce gerçekleştireceği Çocuk Şenliği ile çocukların eşsiz dünyasını sanatla buluşturmanın mutluluğunu yaşıyor. Bir modern sanatlar merkezinin, toplumun eğitim projesinin bir kısmı olduğu düşüncesinden hareket eden CerModern, her Pazar düzenlediği çocuk atölyeleri ile çocukları sanatla destekliyor. Her ayın son günü gerçekleştirilen CerÇocuk Aysonu Etkinliği’ni, 23 Aralık tarihinde ücretsiz olarak çocukların katılımına açık bir Çocuk Şenliği’ne dönüştürüyor. Çocuklar resim atölyesinden oyuna, müzikten, kitap değiş-tokuşuna, çizgi filme kadar birçok farklı etkinlikle keşfe çıkacaklar.

    Samsun’da F Tipi Film’in Gösterimini Engellemek İçin Sinema Salonları Tehdit Ediliyor

    21 Aralık 2012 Cuma günü vizyona girecek olan 9 yönetmenli F Tipi Film’in yapımcısı Grup Yorum, filmin gösteriminin engellenmesi girişimleriyle ilgili bir açıklama yayınladı.
    Açıklama şöyle: “Grup Yorum olarak koordine ettiğimiz ve büyük bir kolektivizmle ortaya çıkardığımız F Tipi Film’in yoğun bir şekilde izlenebilmesi için çalışmalarımız sürüyor. Bu çalışmalar engellemek istenmiş çeşitli kurumlar ve televizyon kanalları sansür uygulanmaya çalışılmıştı. Bugün bu engelleme çabalarına bir yenisi daha eklendi. F Tipi Film’i Samsun’da gösterecek olan bir sinema …”

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Bin Ladin’in Yakalanış Hikayesi Zero Dark Thirty Yakında Sinemalarda

    Yılın iddialı yapımlarından Zero Dark Thirty izleyenlerden büyük beğeni topluyor. The Hurt Locker filmiyle Oscar Ödülü kazanan yönetmen Kathryn Bigelow, bu filmde Bin Laden’in ölümüne kadar yaşanan zamanın kronolojik olarak altını çiziyor. 11 Eylül’ün katilleri Amerika halkında yeni bir korku ve nefret psikolojisinin doğmasına neden oldular. 11 Eylül saldırılarının arkasındaki örgüt El Kaide’nin lideri Usama bin Ladin’in yakalanması ve öldürülmesi için Pentagon ve CIA’in işbirliğiyle yaptığı operasyonun konu alındığı filmin başrollerini Joe Edgerton, Jessica Chastain, Chris Pratt ve Mark Strong paylaşıyor.

  • Basın Bülteni
  • Film hakkında geniş bilgi için tıklayınız.
  • Yüksek çözünürlüklü .jpg formatlı basın bültenine devamından üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
    Bin Ladin’in Yakalanış Hikayesi Zero Dark Thirty Yakında Sinemalarda yazısına devam et