Metin Erksan

Adının önüne veya arkasına ne yazabilirdim ki… Ülkemizde sinema ile şöyle veya böyle ilgilenen herhangi bir kimsenin Metin Erksan’dan habersiz olmasını düşünemiyorum bile. Yönetmenlik sırf bir filmi yönetmek olsa idi, filmlerinin dökümünü yapar, yaşamını anlatır ve “sinemada bunları yaptı” derdim. Ama bu kez filmlerini sıralamak yok, bilen biliyor zaten. Bilmeyene isimi sıralasam neye yarar. Erksan, nasıl Akad ile başladığı hep söylenen sinemacılar döneminin ayrıksı bir yönetmeni ise, sinemamızın en kişisel, en kendine has ve iki efsane yönetmeninden (diğeri -tamamen farklı bir sinema- Yılmaz Güney) biri idi. Bir gazete haberinden kalkarak çok kişisel filmi Kuyu’yu yaptıktan sonra piyasaya dönerek yaptığı kimi sıra işi filmler değildir, O’nu O yapan. Bir Gecelerin Ötesi, bir soygun / soyguncu filmi değildir (sadece), filmin çekildiği günlerde iktidar sahip-lerinin dillerine doladıkları “her mahallede bir milyoner yaratma” palavrasının gerisinde bir kısım toplum kesiminin (altısı soygunculukta çıkar görebilen yedi kişinin) içinde bulundukları koşulları değiştirmek veya değiştirmemek/değiştirememek karşısındaki tutumları…

Film yapmak… Yönetmenler bu süreci çeşitli şekillere tanımlarlar. Erksan’ın bu konudaki düşüncesini bilmiyorum ama herhalde yönetmenlik O’nun için sadece senaryonun görüntüyü aktarılması değildi. Sırf sinema üzerine değil, toplumun ve tarihin farklı konuları üzerine de düşüncelere sahip ve bunları gereğini duyduğu zamanlarda -bizlere- deklare edecek fırsatları da kullanırdı. Televizyona yaptığı “hikâye uyarlamaları”nda, sinemasına yeni açılımlar aramayı daha rahat bulduğunu umarım ama -o zamanlar, nerede ise yoktu- televizyon eleştirmenlerinin dizileri yeteri kadar değerlendirmediğini düşünüyorum. Öğrenciliğim sırasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gelmiş -ve Sevmek Zamanı filminin gösterimi öncesi- hem konuşmuş, hem kendine yöneltilen soruları cevaplamıştı. Orada sözünü ettiği, hiç bir zaman çekmek olanağını bulamadığı, -senaryo olarak yazmış mı idi, bilmiyorum- filmlerden söz etti. Gözü kapalı bir batı hayranlığına karşı, geçmişlerine dayanarak batının kültür önderliğini sahiplenen devletlerin, farklı kültürlere nasıl yıkıcı davrandıklarını anlatmak istiyordu. Yalnız Atatürk Filmi isimli kitabında yapılacak bir Atatürk filminin Amerikalılarca yapılması düşüncesini (yanlış hatırlamıyorsam) o zaman da, benimseyip kabul etmemiştim, şimdi de etmiyorum.

Kendimce Türk filmlerine afişler yapıyordum bir zamanlar; bu arada Sevmek Zamanı’na da yapmıştım. Bu afişi o zamanlar ilişkisi olduğu yayıncısı aracılığı ile kendisine göndermiştim, hoşuna gitmiş, yıllar sonra bu konudan söz ettiğimde hatırlamıştı. Sinemamız yönetmenleri (belirli bir zamanı yaşayanlar) arasında hafızası en kuvvetli olanlardan biri idi. Çalıştığı filmleri -kişileri ile- hatırlardı. Öğrencilerle yaptığı bir sohbette, filmin üreticisinin (yaratıcı da deniliyor) yönetmen olduğundan, bu nedenle görüntü çerçevesinin de (her ne kadar görüntü yönetmeni hazırlarsa da) yönetmenin hakkı olduğundan söz etmişti. Bunlar derste de anlatılacak sözler ama sohbetlerde daha kalıcı olur düşüncesindeyim. Son olarak şunu da yazmak istiyorum. Gazetelerde bir gün Sevmek Zamanı’nın yeniden “renkli” olarak çekileceği haberi çıkmıştı. Ercan’la ben kendi kendimize itiraz ettik, “çekilmemiştir inşallah” dedik. Hem yine Erksan çekecekmiş… fakat çekilmedi. Başka biride umarım -yeniden- çekmeye kalkmaz. Ama unutmamak gerekir ki Erksan sadece filmleri -hele tek başına Sevmek Zamanı ile- anılacak biri değildir. Filmlerinin (de) dışında, sinemamızın gerçek “efsane” yönetmenlerindendir. Filmlerini -hele bazı filmlerini- tekrar tekrar seyretmek gerekiyor…

(06 Ağustos 2012)

Orhan Ünser