Ne yazılabilir? Bu yıl, daha yarıya varmadan bu kaçıncı… Seyfi Teoman ile hiç karşılaşmadım ama O’nu tanıyorum, yok, “tanıyorum” dememeliyim, hiç kimse yaptıkları ile özdeş olamaz. Seyfi Teoman’da Bizim Büyük Çaresizliğimiz değildir. Her şeyden önce biri kişi, biri film… Ama nasıl bir kişi, daha yaşama sürecinin başında, 35 yaşında ikinci filmini yapmış bir yönetmen. İlk filmi naif “Tatil Kitabı”, heyecanla gittiğim ama umduğumu bulamadığım bir filmdi, kötü değildi ama ilk filmde beklenebilecek heyecan yoktu. Konu (senaryo) gereği öyle idi belki ve bu senaryoyu da başka yerlere çekebilecek zorlamaları yapmadığı için Teoman’ın filmi önemli idi. Ama “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”de her şey yerine oturmuştu. Düz, sıradan bir emanet sürecinde iki kafadar başına neler gelebileceği baştan bilemezlerdi. Bizde seyirci olarak aynı konumda idik.
O zamanlar Bıçakcı’nın kitabını okumamıştım. Film, beni kitabı okumaya zorlamadı. Bu iyi idi fakat filmi -kısa sürede- unutmak mümkün değildi… Bu arada tanıdığım yapımcısı Yamaç ile görüştüm. Tabi konuşmamızın asıl konusu filmdi ama kitaptan da söz ettim. Bizim filmlerimizde kitap-lar hep göstermelik yer alırlar ama bu filmde “kitap”lar göstermeliğin ötesine geçip, bir unsur oluyorlardı -en azından benim için öyle… Okuduğum, okumamış olsam bile bildiğim kitaplara -asıl önemlisi- yaklaşım önemli idi. Sonra iki erkeğin, evlerine / ellerine emanet edilmiş, hem de bir arkadaş kardeşine / kızkardeşine, annesizliğini unutturmak (serüvenin başlangıcında ölüyordu), gezdirmek, korumak, himaye etmek… Bunların bir kısmını -hiç düşünmedikleri- (kız’ın karşı cinsi başkalarında aramak ve bulmak) olayı son aşamasında öğrenmek -kızın ağzından- ve bunu -içlerinde fırtınalar koparken- sakin karşılamak… Bunların hepsi kitabın olayları ama Teoman sinemasının da olayları. Sonradan kitabı okudum. Yazı başka, film başka ama karşılaştığım birçok yazı/film uyarlamasından sonra, kitabı Bıçakçı’nın, filmi de Teoman’ın diye değerlendirmenin en doğru olan olması gerektiğini düşündüm. (Olması gereken bu ama her uyarlamada maalesef olmuyor.)
Zaman durmak bilmez ve neler getireceğini de bilemeyiz ama yönetmenliği -artık- yerine oturmuş Teoman’dan yeni filmler beklemekteydik. Bunun, sinemamızın yeni düzeninde hemen olmayacağını biliyoruz ve onun için acelemiz yoktu. Ancak Teoman, “Tepenin Ardı” filmi ile yapımcı olarak adını bize duyurdu. Bu işin başka bir boyutu idi, filmin (daha göremedim) gösterdiği gelişim Teoman’ın lehine idi. Yapımcılığının, yönetmenliğini gölgede bırakacağını hiç düşünmedim. Bir sabah TV.de duyduğum bir haber, eyvah dememe neden oldu. Yarım saat sürmedi gazetede okudum, daha ne olduğunu tam idrak edememiştim. İlk iki (zaten hepi topu iki) filminin yapımcısı Yamaç’ı aradım. Kayseri’ye götürüleceğini söyledi. Oraya gitmem mümkün değildi Nereye gidersem gideyim, aynı gün Boğaziçi Üniversitesi’ne de gitsem, Teoman’a ulaşmak mümkün değildi. O’na ancak filmlerine ulaşarak -tekrar- ulaşmamız mümkün olur. Birde Tepenin Ardı var şimdi, Teoman’ı anmamızın, vesilesi. Dağarcığında neler vardı ben bilmiyorum ancak bilenler mutlaka vardır. Bunlar hangi kıvama gelmişlerdir, nerelere gelirler gelsinler, perdeye yansıyacak duruma gelmelerine, Teoman eliyle gelmelerine imkân yok. Şu veya bu şekilde başkaları ortaya çıkabilecek duruma getirebilir ama bu onların işleri olacaktır. Sanat, sinema kolektif bir sanat olabilir, ancak ne kadar kolektif de olsa yine de bireyseldir, tek kişiliklidir. Bu nedenle, bizlere sadece iki film ulaştırmış Teoman için, verdikleri ile yetinmek durumundayız. Sinemamız bir yönetmenini yitirmedi, O’nun düşlerini, hayallerini, bizim de ümitlerimizi/beklentilerimizi (en azından bir kısmını) yitirdi.
(14 Mayıs 2012)
Orhan Ünser