Tıpkı filminde anlattığı gibi… Elim bir trafik kazası ve ardında sevenlerine kalan derin bir acı. Seyfi Teoman, o kazanın öncesinde söyleyecek ve yapacak çok şeyi olan, ümit vaat eden bir yönetmendi. Ama ecel onu tam da dünyaya geldiği günün dönümünde yakaladı. Genç ölümler her zaman ayrı bir acı oluşturur insanda…
Geçen sene Film Arası Dergisi’nde yayınlanan yazımı Seyfi Teoman’ı tekrar hatırlamak adına yayınlamak istedim. Geride kalan ailesine sabırlar diliyorum, mekânı cennet olsun…
TEK ÇARESİZLİĞİMİZ BÜYÜMEK!
Aslında tüm çaresizliğimiz değil midir “büyümek” ve buna engel olamamak…
Tren geçmeden önce koyarlar demir paralarını rayların üzerine, içlerindeki burukluğu eğilip bükülen parayla özdeşleştirip hafifçe tebessüm edebileceklerini hesap ederek. Ve tren nefeslerini kesecek kadar hızlı geçip gittiğinde teselliyle sarılırlar birbirilerine. Seyfi Teoman’ın son filmi “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”, Ender ve Çetin’in modern dünyanın klişelerine inat varolmasını hep hayal ettiğimiz bir dostluğun hikâyesi. Filmin konusu ise bu dostluğun zorlu bir sınavını anlatıyor.
Lise yıllarından beri sıkı dost olan Ender ve Çetin, uzun yıllar ayrı kaldıktan sonra, Çetin’in Ankara’ya dönüşüyle tekrar bir araya gelmişler ve ilk gençlik hayallerini otuzlu yaşlarının sonunda gerçekleştirip, aynı evde yaşamaya başlamışlardır.
Günün birinde Almanya’da yaşayan yakın arkadaşları Fikret, Türkiye’de bir trafik kazası geçirir. Kazada Fikret’in Ankara’da yaşayan anne ve babası ölür, kendisi de yaralanır. Almanya’ya dönmesi gereken Fikret, Ender ve Çetin’den, Ankara’da üniversite öğrencisi olan kız kardeşi Nihal’in okulunu bitirene kadar, iki yıl boyunca, onlarla kalmasını ister. Üçüncü birinin eve gelmiş olması ilk başlarda ikisini de rahatsız eder, ölümlerin travmasını atlatamayan Nihal de onlarla iletişim kurmak istemez, ama zamanla birbirlerine alışırlar. Ve sonunda kaçınılmaz olan gerçekleşir, Ender ve Çetin birbirlerinden habersiz bir şekilde Nihal’e âşık olurlar.
AŞKIN BİLİNEN YÜZÜNÜN TERSİ
İki erkeğin birbirine çok samimi bir şekilde bağlı olması, filmi izleyenlerde farklı yorumlamalara sebep olduysa da, aslında görünenden öte bir durum yok. Dünya galasını 61. Berlin Film Festivali’nde yapan, 16. Nürnberg Türkiye-Almanya Film Festivali’nde ‘En İyi Film’ ve ‘Sinema Eleştirmenleri Ödülü’nü kazanan filmin Almanya’daki seyircisi, “erkek erkeğe çok samimi arkadaş olur mu?” sorusuna ezberletilmiş yargılarla cevap vermeye çalıştı. Devasa iletişim dünyası içinde kirlenen samimi dostluk duygularımız, artık yan yana yürüyen herkesten şüphe eder duruma sokulduğu için izleyici bu filme de gereksiz bir yafta yapıştırmaktan geri durmadı. Hâlbuki şöyle ülkemizin doğusuna doğru yelkenlerinizi açsanız kol kola girmiş erkeklerin sokaklarda keyifli sohbetlerine tanıklık edebilirsiniz.
HEP ÇOCUK KALSAYDIK!
Barış Bıçakçı’nın aynı adlı romanında sinemaya başarılı bir şekilde uyarlanmış film, şarkılarıyla ve küçük detaylarıyla Yeşilçam’a gönderme yapmayı da ihmâl etmiyor.
Hep çocuk kalsaydık diye başlayan bilindik cümleler sıralanıyor insanın zihnine filmden çıktıktan sonra. Büyümek üzerine felsefe yapacak kadar düşünmeye bile başlıyor insan. Kimseye aldırmadan denizin ortasında iki çocuk serbestliğiyle taklalar atan, sokağın ortasında çalan müzikle dans edebilen, aynı kıza aşık oldukları halde birbirlerine dürüstçe bunu itiraf eden ve masumluklarını kaybetmeden yaşayan bu iki erkeğin büyümüş olduğunu söylemek zor. Çünkü büyümek çocukça samimiyeti kaybetmek olarak öğretilmedi mi?
Filmden bize düşen felsefe ise; aslında tüm çaresizliğimiz değil midir “büyümek” ve buna engel olamamak…
Künye
Yönetmen: Seyfi Teoman
Oyuncular: İlker Aksum, Fatih Al, Güneş Sayın, Taner Birsel, Baki Davrak
Süre: 102 dk.
Yapım Yılı: 2011
(09 Mayıs 2012)
Ayşe Şahinboy Doğan
asahinboy@gmail.com
Film Arası Dergisi’nde yayınlanmıştır. (Mayıs 2011)